Vicdan Kararması
- GİRİŞ28.12.2022 08:12
- GÜNCELLEME29.12.2022 09:21
Vicdan kararması bu yüzyılın en bariz özelliklerinden oldu.
Batılı filozofların 1789 Fransız devrimi sırasında, kiliseye karşı en büyük dayanağı insanlardaki vicdan kavramıydı.
Rousseau, Diderot, d’Alembert, Voltaire ve diğerleri kiliselerin Hristiyan dinindeki bağnazlığına karşı “vicdan” ile çıkarlarken, hem kararlı ve hem de son derece kendilerinden emindiler.
Kiliseler, dolayısıyla din susturulacak, akıl ve vicdan konuşacaktı.
Vicdan, bütün adaletsizlik ve haksızlıkların üstesinden gelecekti.
İnsanlık âlemi neredeyse dört yüzyıldan beri aydınlanma dedikleri bu karanlığın etkisini yaşıyor.
Aradan geçen yıllar tüm dünyada vicdanın, dinin yerini alamadığını; dinin gerilere çekilişiyle birlikte tıpkı ahlak ve sevgi gibi, vicdanın da önce karardığını ve nihayet yok olup gittiğini gösterdi.
İster Avrupa’da, Amerika’da veya isterseniz de Türkiye’de yaşayın.
Etrafınıza dikkatle bakın.
Artık düşeni kaldırmıyoruz.
Düşene bakmıyoruz.
Hatta düşene tekme vuruyoruz.
Batılı insanın veya Batıya özenen çağdaş(!) insanın en bariz özelliği bu: Vatansıza, düşküne, yaralıya, garibana, fukaraya, mülteciye karşı aldırışsız, umarsız, hatta acımasız davranmak salgın halini aldı.
Tam bir vicdan kararması yaşıyoruz.
Vicdanların karardığını sadece ben mi söylüyorum?
Elbette hayır.
Amerika’nın en ünlü muhalif yazarları Noam Chomsky ve Norman Solomon da çağımızda adeta öksüz bırakılmış olan vicdanın köreldiğini, karardığını ve susturulduğunu çeşitli vesilelerle haykırıyorlar.
Bütün bunları etrafa göz gezdirirken ve Türkiye’den, dünyadan haberleri izlerken daha iyi anlıyorsunuz.
Mesela birkaç gün önce Bursa’da sürü halinde onbeş kadar köpek bir kadına saldırdı, eğer etraftan bir esnaf yetişmese köpekler kadını parçalayacaktı.
Yine aynı gün Eskişehir’de yaşlı bir adama saldıran köpeklerden, adamı, bir başkası kurtardı.
Aradan dört gün geçti, hayvan severlerden bir ses çıktı mı?
Çıkmadı.
Daha önce de:
Antalya Serik’te dokuz yaşındaki Mahra, köpekten kaçarken kamyonun altında kalıp öldü.
Isparta’da yirmi yaşındaki Rabia, köpek saldırılarından kurtulmak için yola doğru koştu, bir otomobilin çarpması sonucu öldü.
Ağrı Patnos’ta, Zonguldak Devrek’te, Konya’da, Karaman’da, Çorum’da, Gaziantep’te ve daha birçok il ve ilçemizde 2022 yılında otuzdan fazla vatandaşımız köpek saldırılarında hayatını kaybetti, çok sayıda vatandaşımız da yaralı ve sakat kaldı.
Pekâlâ, bunlardan bir tanesi bile yaşanırken hayvan severler sokağa çıktı mı?
Hayır, kıllarını bile kıpırdatmadılar.
Neden mi?
Çünkü vicdanlar görevini yapmıyor artık.
Vicdanlar taraf tutarak, karardı ve körleştiler.
Sonunda duyarlılıklarını yitirip, sustular.
Öte yandan hayvan severlerin, bir köpek veya kedinin ölümüyle Türkiye’yi ayağa kaldıran tarafgir şirretliklerinden korkan ilgili ve yetkili kişilerin de sesi çıkmaz oldu.
Sadece kedileri-köpekleri değil, tüm hayvanları sevelim ve koruyalım. Hiçbir canlıya asla ve kat’a zarar vermeyelim.
Zarar verenleri de şiddetle kınayıp, yasalar yoluyla cezalandıralım fakat hayvanların da insanlara zarar vermesini, hatta öldürmesini ciddiye alalım, aynı şekilde kınayalım, sokağa dökülelim.
Sokaklarda sürüler halinde dolaşıp, geometrik olarak sürekli çoğalan ve çoğaldıkça, özellikle sabah erken ve akşam geç saatlerde insanların kâbusu haline gelen köpekler hakkında yasa ve yönetmeliklerde çok önemli boşluklar var.
Mevzuatlarımız; evcil hayvanların sınıflandırılması, sahipliği, hastalığı, bakımı, veteriner kontrolü ve bu gibi durumlarda mevzuata aykırı davranılmasında yaptırım ve cezalar öngörüyor ve sahipsiz olanların da toplatılmasını belediyelere bırakıyor.
Fakat bunları toplamayan, “gereğini yapmayan” belediyelere herhangi bir yaptırım önermiyor.
Peki, ama bir yıl içerisinde sokak köpeklerinin sebep olduğu otuzdan fazla vatandaşın ölümü hiç kimsenin umurunda olmayacak mı?
Haydi, kabul edelim ki vicdanlar tamamen karardı.
Kanun, yasa ve yönetmelik koyucu olanların da umurunda değil mi bunca ölüm ve sakatlanmalar?
Bu soruya cevap bulamayınca deli deli başka sorular aklımı matkap ucu gibi oyup oyup duruyor.
Acaba; 2010 yılında Amerikalı “The Riverside Company” yatırım fonu ile ortaklık yaparak sektörün ilk yabancı sermaye ortaklığını kuran ve daha sonra kapasitesini 30.000 tona çıkaran, yine yıllık 100 bin ton kapasite ile üretimini 2021’de katlayan mama sektörleri mi bu kedi-köpek sürülerinin arkasındalar?
İşin daha da ilginç olanını söyleyeyim mi size?
“Gıda Ürünleri ve İçecek İmalatı” adı altında imalat yapan bu firmalar, Türkiye’de köpek sayısı arttıkça dolar cinsinden kazançlarını sürekli arttırmaları bir yana, devletten teşvik de alıyorlar.
Teşvikler karşılığında bu şirketler ne kadar ihracat yapıyor, bunu bilemiyorum fakat bir günde altı milyona yaklaşan ekmeği çöpe atan Türkiye’nin yerel ve merkezi yöneticileri umuyor ve bekliyorum ki, bu sorulara tatmin edici cevap verirler.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar32