Meral Hanım Neden Susuyorsunuz?
- GİRİŞ12.04.2023 09:50
- GÜNCELLEME13.04.2023 09:18
Biz gazetecilerin kendimizi kötü hissettiğimiz bir süreç var, o da şudur:
Toplum adına “fikri takip” yapmak istediğimiz zaman muhataplarımızdan bir feedback, yani bir geri bildirimin olmaması.
Bir yıl önce İYİ Parti Genel Başkanı Meral Hanım meclisin kürsüsünden gözlerimizin içine baka baka: “Biz iktidara geldiğimizde bu kitabı ilkokuldan itibaren ders kitabı olarak okutacağız, ayrıca bu kitabı Nutuk’la birlikte Türkiye’deki teşkilatlarımıza da göndereceğiz.” demişti.
Birkaç gün önce de aynı kürsüden millete ‘devlet adamlığı’ dersi veren ve boş mermi kovanlarını ortalığa savuran Akşener’in kürsüden sallayarak hepimize gösterdiği kitabın adı: Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, A. Afet İnan.
Aradan 365 gün geçti.
Meral hanım bu konuyu yeniden ne gündeme getirdi ne de Türkiye’den özür diledi.
Demek ki devlet adamlığı dediği şeyi hanımefendi, böylesine basit, ucuz ve önemsiz görüyor.
Söz verdi.
Vadetti.
İddialı bir şekilde kitabı meclis kürsüsünden Türkiye’ye gösterdi.
Ve fakat sonrasında konunun sessizce unutulmasını bekledi.
Demek ki Sayın Akşener bu milleti umursamıyor, adam yerine koymuyor.
Çünkü bu kitabın, bu ülkede uygulanabilirliği yok.
Kitaba farklı açılardan da bakalım ve milliyetçi(!) İYİ Parti, solcu ortağı CHP’nin desteği ile meclise geldiği gibi, eğer, yine onun desteği ile iktidar olursa, bu ülkenin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarında nasıl bir ders kitabı okutacağını görelim:
Sanırım Akşener, iddiasını güçlendirmek için kitabın Atatürk tarafından yazıldığını söylemiş; oysa, sadece altı sayfalık “Giriş” yazısını okusa ya da okutsaymış bu kitabın hem tamamının M. Kemal tarafından yazılmadığını, hem de bir derleme olduğunu anlayacaktı.
558 sayfalık kitapta M. Kemal’in el yazmaları küçük kitap boyu ebatlarında, çoğu satırların üstü karalanmış ve sadece 200 sayfadır, yani büyük boy kitapta matbu harflere dönüşürse 50-60 sayfalık el yazması notlardır.
Diğer kısımlar, Afet Hanım’ın ifadesine göre; Batılı ülkelerden tercüme edilenler, ansiklopedik bilgi ve bazı vekillerin, örneğin Erzurum mebusu Tahsin Uzer’in çalışmalarından oluşmaktadır.
Fakat ne yazık ki rahmetli Cemil Meriç’in, kendisine Ecevit’i takdim ederken iyi derecede Sanskritçe bildiğini söyleyen zamanın Milli Eğitim Bakanına dediği gibi: “Efendim hiçbir işimizi ciddiyetle yapmıyoruz...”
86 milyonluk bir ülkenin yönetimine talip olduğunuzu, Başbakan olacağınızı söylüyor, parti kurarak başına geçiyor ve bu ülkenin Milli Eğitiminin müfredatına adeta içinde hazineler barındıran(!) bir kitap koyacağınızı vadediyorsunuz, fakat bir danışmanınıza; “Kardeşim bir bak şu kitapta ne yazıyor?” demiyorsunuz ve sonra, belki de sizinle dalga geçmek isteyen birinin elinize tutuşturduğu kitabı milletin meclisinden Türkiye’ye göstererek, iktidara geldiğinizde bu kitabı ilkokuldan itibaren ders kitabı olarak okutacağınızı söylüyorsunuz.
İsterseniz nasıl bir kitapla muhatap olduğumuzu görelim:
M. Kemal, kendisi gibi Selanik doğumlu olan hemşerisi Afet İnan’ı 1929/1930 ders yılında, Ankara’da bir okulda öğretmenlik yaparken ziyaret eder.
Gerisini Afet Hanım’dan dinleyelim: “Okulda yurt bilgisi ve tarih dersleri vermek üzere başlamıştım, yurt bilgisi için okutacağım ders kitabını Atatürk gördüğü zaman bunu yeterli bulmamıştı. Kitabın konuları kendisini ilgilendirdiği için evvela benim Fransız Lisesi’nde okuduğum “Instruction Civique” (vatandaşlık bilgisi) kitabımdan bazı tercümeler yapmamı istedi. Aynı zamanda bu konulara ait çeşitli kitapları, genel sekreteri Tevfik Bıyıkoğlu’na araştırtarak Almancadan bazı tercümeleri yaptırmıştı. Kendisi Fransızcadan ve Türkçeden okuduklarına bu tercümelerden de istifade ederek, bazı konuları bizzat yazmış veya bizlere, yani bana ve genel sekretere dikte ettirmiştir.” (S: 3)
Girişte Afet Hanım’ın yazdıklarına, kitabın beş sayfalık “İçindekiler”deki başlıklara ve diğer sayfalardaki bilgilere bakınca anlaşılan şudur: M. Kemal, yeni kurulan devletin temellerini atarken Osmanlı, Selçuklu, Dört Halife ve Efendimizin (sav) dönemleri gibi tarihi dönemleri ve uygarlığımızı yüzyıllarca temsil eden diğer tarihi devletleri ve onların uygulamalarını dikkate almıyor.
Bütün kurum ve kuruluşları ve bazı kavramları Batıdan tercümeler yoluyla alıyor.
Zaten birçok belge ve kitap çevirisi ile M. Kemal’in bunlardan faydalanarak kaleme aldığı el yazmaları ve yine M. Kemal’in İsviçre’ye dil öğrenmesi için gönderdiği Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi mezunu Afet İnan’ın, Genel Sekreter Tevfik Bıyıkoğlu’nun, Recep Peker ve daha başkalarının çevirilerinden oluşan bu kitabın beş sayfalık içindekiler bölümünde başlıklara bakınca bunu görüyoruz.
Bütün parçalar bir araya gelmeden önce, bazı parçalarını, o sırada Cumhurbaşkanı olan M. Kemal, 18 Eylül 1931’de Başbakan İsmet İnönü’ye bir üst yazı ile okullarda uygulanmasını isteyerek göndermiş ve 1939’a kadar okutulmuş.
Öte yandan bu kavram, kuruluş ve kurumların kaynağı olan Batılı ülkelerde ve Türkiye’de eskiyip atılmıştır.
Mesela rastgele seçtiğim, “Hayvanlar Vergisi” ara başlığının altında şu satırlar var: “Türkiye’de bilumum davarlar, develer, sığır ve mandalar, at, iğdiş (burulmuş erkek hayvan), katır, eşek ve domuzlar hayvan vergisine tabidir. Vergi hayvan başına alınır...” deniyor, (S:147)
Halbuki bu kanun 1962 yılında uygulamadan kaldırılmıştı.
Diğer büyük boy kısmında yaklaşık 400 sayfa hacminde olan ve her konuya değinilen kitapta tarih olarak Türk kavminden oldukları iddia edilen Sümer, Akad ve Elam gibi tarih öncesi çok tanrılı ve diğer dinlerin mensuplarından (Şamanizm'den) övgüyle söz edilerek 600 yıllık Osmanlı ‘müstebit’ olarak gösterilmektedir.
“Demokrasi Prensibinin Tarihi İnkişafı” başlıklı bölümün bir kısmı şöyle:
“Bundan en aşağı 7000 sene evvel, Mezopotamya’da ilk beşeriyetin medeniyetlerinden birini kuran Sümer, Elam ve Akad kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik olunmuştur. Filhakika bu Türk kavimler, müttehit (birleşik) bir cumhuriyet teşkil etmişlerdir. (...) Son tarih devirlerinde Türklerin teşkil ettikleri devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu usülden ayrılarak müstebit (zorba) olmuşlardır.” (S:30)
Kitabın aynı sayfasında, dinler arasında ayrım yapmadan şu satırları okuyoruz: “Kralların ve padişahların istibdadına (zorbalığına) dinler mesnet olmuştur. Krallar, Halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilahi hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyet bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetinin hududu yalnız din kitaplarında aranabilir.” (S:30)
Daha sonra oligarşiden söz ederken, kitap, Osmanlı’yı Rus Çarlığı ile aynı kefeye koymaktadır:
“Kendine hususi bir din izafe eden (teokratik) devlet de vardır. Rus Çarlığı ile Osmanlı saltanatı böyle idiler. Çar kilisenin reisi, sultanlar da halife ünvanını takınmışlardı. (...)
Kuvvetinin ve salahiyetinin Allah'tan geldiğini ve yalnız ona karşı ahirette hesap verebileceğini farz eden ve devleti, memleketi mevrus (miras edilmiş) bir malikane kabul eyleyen bir hükümdar her türlü kayıttan kendini vareste görür.” (S: 33)
Kitapta M. kemal tarihi yakınlıktan söz ederken:
Tarih öncesinde monarşi ile yönetilen Sümer Krallığı, (M.Ö: 4000-2000) Akad krallığı, (M.Ö: 2350-2150), Elam Krallığı (M.Ö:3000-646) kastedilmektedir.
Ahlak ise şöyle açıklanıyor:
“Ahlâk dediğim zaman ahlâk (..) Bir işin ahlaki bir kıymeti olması ayrı ayrı insanlardan daha ulvi bir membadan sadır olmasıdır.
O memba cemiyettir, millettir.”
Burada M. Kemal, ahlakın kaynağını, birinci derecede bilimsel kabul görmüş olan yaratılıştan/fıtrattan ve dinden geldiğini kabul etmiyor, bu kaynağın millet ve cemiyet olduğunu söylüyor. (S:20)
Millet kavramından söz edilirken: “Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler İslam dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi.
Bu dini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi.
Bilakis Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu.
Bu pek tabiî idi.
Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi.” Muhammed'in dinini kabul eden (Mü’min)ler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye (adamaya) mecburdular. “Türk Milleti asırlarca ne yaptığını ve ne yapacağını bilmeden âdeta bir kelimesinin manasını bilmediği hâlde, Kur’an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.” (S:364-366) denilmektedir.
Artık Türk, cenneti değil, eski, hakiki büyük Türk (şaman) cedlerinin mukaddes miraslarının, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyor. (S:369.)
Kitabın hürriyetle ilgili ve yine M. Kemal’in el yazılarından oluşan kısmında şu satırlara da rastlıyoruz: “İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular(yasaklar) yaratmıştır.
“Bireysel haklar görüşü, tabii hak düşüncesi, Allahlık sıfatı düşüncesi temelinden gökyüzünden koparılarak yeryüzüne indirildikten sonra, meydana çıkabilmiştir. (S:81)
Diğer taraftan bu kitabın, Afet İnan tarafından ‘pedagojik’ olarak uygun hale getirilmediği de bizzat İnan'ın şu cümleleri ile ifade ediliyor:
“Yukarıda da izah ettiğim gibi bütün bu konular üzerindeki çalışmalar ve Atatürk'ün muhitinde olan münakaşalar daima çok ilgi çekici olmuştur. Ancak, bu kitabın didaktik, yani öğretim usulüne uygun bir tertip içinde olması ve üslubunun sadeleştirilmesi lazımdı. Bu bakımdan okullarda okutulmasına devam için bazı çalışmalarım oldu ise de zamanımı tamamen tarihi konulara ve Cenevre'de üniversite tahsiline verdiğim için bu iş neticelenmemiştir.” (S:7)
Söz konusu kitaptan; bir kısmını M. Kemal’in el yazmalarından, bir kısmını da Afet İnan’ın matbu harflere dönüştürdüğü kısımlardan yaptığım alıntılara bakınca:
A- Bu kitabın en önemli özelliğinden biri, hiç şüphesiz ve tartışmasız bir şekilde, din ve iman konusunu tamamen inkâr etmiş olmasıdır.
B- Kitabın okullarımızda uygulanmasının pedagojik bakımdan uygun olmadığını bizzat kitabın derleyicisi olan Profesör Afet İnan söylemiştir.
C- Tarihi açıdan; Türklerin İslam öncesini, yani Şamanizm döneminin esas alınmasını önermektedir.
D- Kitabın yüzde doksanını oluşturan ve Batının ansiklopedik kaynaklarından tercüme edilen bilgilerin hemen hemen tamamı eskimiş, Batının ve bizim kurumlarımızdan çıkarılıp atılmıştır, kullanılamaz.
E- Kitaptaki “üstün ırk” vurgusu, ülkemizdeki birlik ve beraberliğimizin oluşturduğu kardeşliği ve bütünlüğümüzü tahrip edeceği için, uygulanamaz.
Bütün bunları Meral Hanım yok mu saymıştır, yoksa, kitabın kapağını hiç açmadan mı ülkemizin Milli Eğitim sisteminde uygulayacaklarını söylemiştir?
Meral Akşener bunları hala cevaplamadı.
Biz de merak ediyoruz.
Haksız mıyız?
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar11