Nuri Ağabeyi ve Kudüs Sevgisi
- GİRİŞ16.12.2023 08:47
- GÜNCELLEME18.12.2023 08:06
Her yüzyılın kendine özgü kalıpları; müziği, siyaseti, modası, gençliği ve sosyo-ekonomik bir dinamizmi var.
Benim yaşadığım çağın en belirgin özelliği, sahte kahramanların çokluğu.
Genç insanlar kahramanın sahte olup olmadığını geç farkeder, belki de hiç farketmeden sahte kahramanın ardından yürüyüp gider ve kocaman bir ömrüne yazık eder.
Nice yazık olmuş ömürleri vardır bu çağın gençliğinin.
Heba edilmiş.
Harcanmış.
Akıntıya kapılıp gitmiş ve bir daha dönememiş.
Akıntının felakete sürüklediğini farkedip kendini kurtarabilene ne mutlu...
Benim yaşadığım çağın akıntısı güçlü, sahte kahramanları da her ortamda karşımıza çıkıyor.
Hele, ayaları yeni terleyen gencecik ellerimizi uzattığımız her kapı tokmağı, büyük bir sahte gülüş eşliğinde parmaklarımızı kavradığında...
Sosyalizm; benim gençliğimin ulaşılmaz hayallerini süsleyen ve kaf dağının hemen ardında her genç için kollarını açıp bekleyen erişilmez güzellikte bir prensesti.
Sokaklar, okullar, gazeteler, elimize tutuşturulan kitaplar ve herkes bizi, o güzeller güzeli prensese ulaştırmak için hazır bekliyordu.
Bin dokuz yüz yetmişli yıllarda, işte ben de, rüyalarımı süsleyen o sosyalist prensese ulaşmak istiyordum.
Daha ortaokul birinci sınıfta elime kitaplar tutuşturulmuştu: Sosyalizmin alfabesi, Lenin’in Felsefe Defteri hatta, daha sonraları Marks’ın Kapital’i ve dahası, George Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri ve daha niceleri...
Ortaokul ve lise yıllarım böyle geçti; elime verilen sahte kahramanların yığın yığın cümleleri arasında bocalayarak ve işçi, öğrenci yürüyüşlerinde, seminerlerinde kimi azalıp, kimi de çoğalarak ama, hep arayarak ve teslim olmadan araştırarak.
Lise son yıllarımda yani, 1975’li yıllarda ilk önce Mehmet Akif’i, ardından Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i, Necip Fazıl’ı, Cemil Meriç’i, Selahattin Eş’i, Cahit Zarifoğlu’nu, Safahat’ı, Büyük Doğu’yu, Diriliş’i, Edebiyat’ı tanıdım.
Üniversite eğitimimin ilk yıllarında beni hayal dünyasından, kirli su akıntısından çıkaran bu gerçek kahramanların ezelden ebede uzayan kurtarıcı elleriydi.
Nuri Ağabey’in Bağlanma’sını kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum ama, birçok satırını ezberlediğimi hatırlıyorum.
Mesela, “ Resmî öğreti önce güveni sarstı Türk ulusunda.
Böylece eylemsizliğe itti onu.
Nasıl birlikte yürünür güven olmadan?
Güven olmazsa dostluk olur mu?
Dostluk olmazsa bağlanma olur mu?
Bağlanma olmazsa eylem olur mu ?....” gibi.
Nuri Ağabay artık benim sahici kahramanlarımdan biriydi.
Kitapları yastığımın altında, uyandığımda parmaklarımı kavrayan ilk hakiki dost eliydi.
Üniversite öğrencisi olduğumuz o yıllarda, sokak hareketlerinin eksik olmadığı bir tek gün bile yoktu.
Birçok kimsenin bilmediği ya da yanlış bildiğinin tersine, Erzurum’da olaylar sık yaşanıyordu fakat, buradaki olaylar daha çok iki “sağ” grup arasında olduğu için pek üzerinde durulmuyordu.
Buna rağmen, okuyan arkadaşların sayısı bugünkü üniversite öğrencilerinden daha fazlaydı.
O sebeple, gerek sınıfımızda, gerekse kaldığımız yurtta ve ya MTTB’de Nuri Ağabeyinin kitaplarını okuyan, okumayı seven arkadaşlarıma veriyordum.
Hele hele, sınıfımızdaki arkadaşlara Bağlanma’yı yetiştiremeyip fotokopilerini yaptırarak verdiğimi hiç unutamam.
Bağlanma, bilhassa bizim sınıftaki sosyalist öğrenciler arasında çok okunmuş ve elden ele dolaşmıştı.
Nuri Pakdil, bizim kuşak gençliğinin önünde yürüyen, ama aynı zamanda diğer bütün ağabeylerden farklı bir yapıya sahipti.
Sahibi olduğu, çıkardığı ve günümüze bir ekol olarak ulaşan Edebiyat dergisi birçok sosyalist düşünceye bağlı gençlerde son derece etkili olmuştur.
Bu Dergi, uzun zaman reklamlarını, Cumhuriyet Gazetesi gibi solculuğu tescilli ve günümüzde de hala bu görüşü geçerli olan bir gazetenin sağ üst köşesinde, küçük bir çerçeve içinde çıkarırdı.
Bu sebeple Nuri Ağabey farklıydı.
Benim en çok dikkatimi çeken tarafı emeğe, alınterine olan saygısı ve bunu yüksek sesle dile getirmiş olmasıdır.
Aynı paralelde ve aynı yüksek sesle sömürüye karşı tavrıdır.
Nuri Pakdil, kapitali, kapitalin insan emeğine karşı umarsız ve merhametsiz tavrını şiddetle eleştirir.
Pakdil; Kapitalizm, liberalizm, faşizm, sosyalizm ve bütün bir puta tapıcı doktrinler insana, insanî değerlere, insan emeğine karşı sömürü üreten beşeri sistemler olduğunu söylemiştir.
Bu ve benzeri sistemleri reddeden Pakdil İlahi olanı, İlahi olmaktan dolayı fıtrî ve adil olanı savunur.
Nuri Pakdil Ağabey, kendisinden çok şey öğrendiğimiz, önümüzde yürüdüğü için izlerine basarak yol almaktan onur duyduğumuz bir kahramandır.
Bu çerçevede Kudüs’ü, Kudüs’ün önemli bir değer olarak sürekli gündemde tutulmasını da Nuri Pakdil sağlamıştır, diyebilirim.
Pakdil Kudüs’ü, bir anne değerinde, kutsallığında, saygınlığında görmüştür.
Onun Kudüs’e olan sevgisi gerek Türkiye’de, gerekse Ümmet coğrafyasında ve özellikle de Filistin gibi mazlum topraklarda son derece büyük bir kabul görmüş ve sahiplenilmişler.
Dileğim; Kudüs aşığı, emeğin ve alın terinin içimizdeki yüksek sesi, gençliğimin sahici kahramanlarından olan Nuri Pakdil, Efendimiz’e komşu olsun, nur içinde yatsın.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/FermanKaracam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar5