İt ve Çağımızın Tanrıları
- GİRİŞ06.11.2024 08:58
- GÜNCELLEME08.11.2024 09:12
Merhum Rasim Özdenören ağabeyi, it adını verdiği hikâyesinde insan nefsinin hallerini bir köpekte canlandırmıştır.
Nefsin insan üzerindeki tahakkümünü, pervasızlığını, çılgınlığını, insanı zor durumlara düşüren/düşürecek olan söz dinlemezliğini… Enfes bir ustalıkla anlatır Özdenören.
İsterseniz öyküden biraz alıntı yaparak konuşalım:
“Kimi zaman kapkara tüyleri pırıl pırıl olmuş parlıyor, bakıyorum irileşmiş, kocaman olmuş.
Ne denli kırbaçlarsan kırbaçla bana mısın demiyor, dişlerini gösteriyor; kara, pırıl pırıl tüyleri arasında saldırmaya hazır, eksiksiz, duru bir beyazlıkla parlayan korkunç dişlerini gösteriyor... Hırlıyor, üzerime sıçramak, atılmak istiyor.
Biliyorum böyle zamanlarda ses çıkartmayacaksın, elinden gelirse önüne bir kemik atacaksın ama ona verecek kemiklerim yok benim, olmaması gerek. Buna karşın önüne çömelip beklemek de onur kırıcı bir davranış, kimse kendine ‘köpeğe biat etti’ dedirtmek istemez.
Tuhaf bir açmazda olduğunuzu duyumsuyorsunuz.
İşte tam o sırada efendimin ayaklarının dibine fırlatıp atmak istiyorum onu, bırakayım kırbaçlasın... Ama karşı koyuyor, bir canavar haline gelmiştir, saldırganlaşıyor, vurulan kırbaçlara bana mısın demiyor, neredeyse eğleniyor kırbaçla.
Kırbaç mı?
Elbet parlak, kara tüylerine dokundukça, vücuduna dolandıkça orada soluğunun kesileceğini sanıyorsunuz ama it aldırmıyor, eğleniyor, dişleriyle vücuduna dolanmış olan kırbacı yakalamak istiyor.”
Görüldüğü gibi köpekle sembolize edilen, belli bir terbiyeye tabi tutulmaya çalışılan ama kırbaç baskılarına karşı şiddetle direnen ve hatta onu zaman zaman alt eden bir düşmanla/nefisle karşı karşıyayız insan olarak.
Nefis; içimizde besleyip büyüttüğümüz, şımarttığımız, okşadığımız, yediğimizi- içtiğimizi paylaştığımız ve bir gün gelip ansızın karşımıza çıkıp insanlık adına tüm biriktirdiklerimizi yerle bir eden gizli düşmanımızdır.
Hikâyeye devam edelim:
“Kudurgan bir hırsla koşuyor, kara parlak kısa tüyleri.
Hızın rüzgarıyla handiyse uzanmışlar, bir yele gibi süzülüyorlar.
Ve sonsuzun elinde tutarak bir şimşek gibi savurduğu ve savrulurken ıslıklar çalan kırbaç böğrüne yapıştıkça o hiç kesmediği hırlamasıyla ve bozmadığı düzenli hızıyla başını çevirip kırbacı şaklayan böğrünün üzerinden dişleriyle tutup uzaklaştırıyor ve kırbaç, kırbacın aman vermez şiddeti saydam, cisimsiz bir şeye çarpmış gibi, boşluğa savrulmuş gibi etkisini yitiriyor, it anlaşılmaz bir beceriyle bu işi başarıyor.
O zaman azgın ve kudurgan zamanlarıdır.
Karşı koyar, hırlar, ister, daha ister, etinin, iliklerinin doymak bilmez bir istekle yanıp tutuştuğunu, ilik hücrelerinin tek tek ağızlarını açarak beklediği ve avını yutuncaya kadar beklemekten yorulmayacağını bilirsiniz, beklemekte inat eder, direnir.”
Evet günümüzde nefis direndi ve olağanüstü bir güç, bir kazanç elde etti insana karşı.
İnsan; çağımızda cüceleşti, nefisler ise canavarlaştı, devleşti. Nefislerimizin gözünü kan bürüdü, çağımız bir ‘Nefis Uygarlığı’ halini aldı.
Siz sadece Türkiye’de mi böyle olduğunu sanıyorsunuz?
Elbette hayır. Çağdaş Batı Felsefesinin, Rönesans’la başlayan, Yunan kaynaklı Batı Uygarlığının ulaştığı her yerde, yani Nefsin Saltanatına boyun eğmiş her coğrafya parçasında canavarlaşmış nefsin insanı parçalayan, vahşi ve akıl almaz öldürmelerine tanık oluyoruz.
Nefsin ve hırsın azgın, kudurmuş, alçalmış, sefih bir yaratık halini alıp; somutlaşmış, kapkara suratlı askerlerini barındırıyoruz içimizde.
Şeytanın silahlı ve teçhizatlı askerlerine karşı insan, insanlık, inanç, iman ve vicdan çaresizleşmiştir.
Kendi içimizde büyüttüğümüz halde artık her birimizin ‘Frankeştayn’ı olan nefislerimiz bizim karşı cephemizdedir.
Büyük ve acımasız bir nefisler ordusu haline gelmiştir, vahşetin bu ordusu.
Para, şöhret, ekran, makam, süs, cila, hız, haz, şehvet, boya, pudra… Nefislerin çağımızdaki tanrılarıdır.
Tanrılar nefisleri, nefisler de tanrıları besliyor ve inanılması güç bir dram yaşıyor insanlık.
Çünkü insanlık neredeyse tamamen bu güçlere teslim olmuş, bunların esiri ve mahkûmu olmuştur.
Cinayet işleyeni mahkûm etseniz, assanız, elektrikli sandalyelerde öldürseniz ne çıkar.
Önemli olan nefsin saltanatını öldürmek, sultasını yıkmaktır.
Zavallı Batı ve o zavallı Batı’nın peşinde sürüklenen sefil insanlık, daha ne zaman düşmanı içinde beslediğini anlayacaksın, ne zaman nefsinin önünde eğilmekten vazgeçeceksin ve nefsin beslenme kaynaklarına karşı uyanmaya başlayacaksın?
Acı olan şu ki; herhangi bir olay üzerine yapılan tartışmalar çok sun’i ve düşmanı tespit etmekten çok uzaktır.
Hatta bataklığa sinek ilacı sıkmak kabilindendir.
Anlayın artık, Türkiye, henüz kendisinden yedi-sekiz yaş büyük, gösterişli, iyi giyimli, gencecik öğretmenini hayallerinde yaşatan, fıtratını bastırarak yaşayan, bıyığı terlemiş delikanlıların patlamalarını, cinayetlerini yaşıyor.
Daha Türkiye, lağım gibi her tarafı kaplamış pornografik etkilenmelerin toplu cinayetleriyle karşılaşmadı Batı gibi.
Fakat Aile Kurumu çözülüp, aynı ortamda zaman ilerledikçe ALLAH Korusun ona da sıra gelecek.!
Bu sebeple Türkiye adına kaygılıyım.
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar7