Raşit Küçük Hoca İle Hayat Hikayesini Konuştuk-1
- GİRİŞ08.12.2024 09:07
- GÜNCELLEME09.12.2024 08:52
Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli ilim insanlarımızdan Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca, Hadis konusu başta olmak üzere çok yönlü bir alim olarak birçok alana damgasını vurmuş, çok sayıda insan yetiştirmiştir.
Bugün ülkemizi yöneten en üst düzeydeki şahısların gerek yetişmesinde, gerekse onlara danışmanlık yaparak yönetme başarılarında önemli pay sahibidir.
Bugünden itibaren onun hayat hikayesine dair kendisi ile yaptığımız konuşmalarımızı yani hayat hikayesini burada her pazar sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Hoca ile yaptığımız bu konuşmalarımızı, “Raşit Küçük, Hatırımda Kalanlar” adı ile Hayat Yayınları kitap olarak yayımladı.
İnşallah bu vesile ile kitap gündeme gelir ve umuyor, diliyoruz ki, Hocamızın; Türkiyenin en ücra köylerinden birinden başlayan, başarılarla dolu hayat hikayesi genç nesillerimize yol gösterici olsun.
FK: Hocam isterseniz önce ailenizden başlayalım, nerelisiniz, dedeleriniz, neneleriniz, babanız, anneniz kim, aile kökeniniz nereye dayanıyor?
Zor Zamanlarda Sabrettik
Babam ciheti Türkmenistan’dan; annem tarafı da Horasan’dan gelmişler.
Kökenimiz Türkmenistan’a dayanır.
Baba tarafına büyük Ali dedemden dolayı “Güccealioğulları”, annemlerin tarafına da “Sarıhasanoğulları” derler.
Türkmenistan’a gittim ama böyle bir sebeple yani kökenimizi araştırmak maksadıyla değil. Bir seyahatte gittim rahmetli Erbakan Hocayla. Onun dışında gitmedim. Ama köyümüzden, Türkmenistan’da köklerini araştıranlar, bulanlar ve hatta onları Türkiye’ye getirmek isteyenler oldu. Ama onlar da gelmediler. Dediler ki “Biz en zor zamanlarda burada sabrettik, kaldık şimdi tam rahat ettiğimiz ve Müslümanca yaşama azmimizi geliştireceğimiz bir zamanda oralara gelmeyelim”. Mesela, Göktepe ailesi var İzmir’de, Sert Plastik Boru Sanayii fabrikasının sahipleri, onlar buldular kökenlerini. Hatta bir ara akrabaları olan bir profesörü bulup Türkiye’ye getirdiler ama Türkiye’de kalmayı düşünmedi. Çok ideal bir Müslümandı, doğrusu oraya tekrar döndü.
Benim ailemin geçmişinin de, tam tarihini bilmemekle beraber, çok eski olduğunu sanıyorum. Bir defa şu anda babamın evi, anılan tarihler hesaba katılırsa, en az 400 senelik bir ev.
Annemin babası Osman Dedem Yemen gazisi, Yemen’de 9 sene kalmış. Sonra esarete düşmüş. Esaretten kurtulup büyük zorluklar içinde Anadolu’ya ulaşanlardan biri. Kendisinin dediğine göre 40 kişi kadar esir kampından kaçarak çıkmışlar yola. Yolda öle öle, ölenleri gömerek sadece 6 veya 7 kişi Türkiye’ye ulaşmış, Osman dedem sağ ulaşanlardan biriydi.
Bu dedem 1970 veya 1971’de vefat etti.
Bir defa bizim köyde şehidi olmayan aile hemen hemen yok. Yani köy istilaya uğramamış bir mıntıka olduğu için daima genci olan bir yer. Bu gençler de vakti gelince askere alınıyor. Rahmetli nenem bize yakın bir köyden gelmiş. İlk kocası büyük dedemiz Yemen’de şehit olmuş. Sonra babamın amcası, babamın babasının ağabeyi olan, benim, adını taşıdığım Reşit dedeme almışlar nenemi. İlk kocasından herhangi bir çocuğu olmamış. Ama nenem Reşit dedemden hamileyken, o dedem medrese mezunu olarak Çanakkale’ye gitmiş. Çanakkale Seddü’l Bahir’de şehit olmuş. Nenemin hamile olduğu kızın adını da Bahire koymuşlar. O halam Allah rahmet eylesin, son derece hanımefendi, edebi, adabı tam yerinde bir halk filozofu gibiydi. Söylediği sözlerin birçoğunu hala hatırlarım. Bilge bir kadındı ve epeyce uzun bir zaman yaşadı. Reşit dedem de şehit olunca aileden çıkmasın diye onun küçük kardeşi Ali dedeme vermişler nenemi.
Rahmetli nenemin de ezberi mükemmeldi ve belki benim hafızamdakinden çok Kur’an-ı Kerim bilirdi. Bütün namaz surelerini, bütün namaz dualarını çok küçük yaşlarımızda kardeşlerimle birlikte ondan öğrenmişizdir. Köyde de saygın bir yeri vardı. Hastalara okuyan, nasihatkâr biri, herkese iyilik yapma arzusu olan bir hanımefendi... Çok eziyetler çekmiş bir hanımefendi tabi, hem yokluklar hem sıkıntılar içinde hem de birinci cihan harbi sırasındaki yoksulluklar içinde. Mesela Konya’nın Seydişehir ilçesinin köylerinden kendi köyümüze hem kendi sırtında hem de hayvanın sırtında, yine kendi kocası gibi asker hanımlarıyla birlikte, buğday taşıyıp getirmiş bir hanım. Bu yol çok uzun bir yoldur ve yaya yoludur.
RK: Daha önce sözünü ettiğinizi hatırlıyorum, halalarınızdan ve şehid olan dedelerinizden bahsetmiştiniz. Hatta bir dedeniz de yanlış hatırlamıyorsam şahitili şehit olmuştu, ne demektir “Şahitli Şehit?a
Evet Doğru Dokuz Halam Vardı
Ali dedem gençken yine şehit olan bir yakınının hanımını da vermişler, yani nenemle evlenmeden önce bir başka hanımı varmış.
Evde artık başka erkek kalmadığı için Ali dedemi askere almamışlar. Ali dedem dört tane hanım almış. Nenemden sonra da bekâr birisiyle evlenmiş. O dedem, “Ben böyle hep dul hanım mı alacağım, bir de evlenmemiş birini almak istiyorum” diye onu almış. Ondan da dedemin kızları var. Dokuz halam vardı benim. Şimdi sadece hayatta kalan iki halam var, diğerleri vefat etti. Amcalarımın ikisini zaten görmedim, bildiğim amcam da vefat etti. Babamın kendinden küçük bir kardeşi varmış Meryem halam, biz onu da bilmeyiz.
Şahitli Şehid Dedem
Çanakkale’de, adını taşıdığım Reşit dedemin yanında olan ve dedemin nasıl şehit olduğunu gören, yine o da medrese mezunu olan bir Mehmet amca vardı. Mehmet amca, dedemin nasıl şehit olduğunu bana anlatırdı ve “Dedenin her bir parçası gök yüzünden yere indi” derdi. Yani şarapnellerle vücudu parçalanmış. Zaten dedemin Akseki’de nüfus kaydında “Şahitli Şehit” yazıyor, yani herkes onun şehit olduğunu görmüş. Tabii bu Mehmet amca da gaziydi. Bana Kur’an harflerini ilk öğreten, Osmanlıca okumayı öğreten kişidir. Bir gün, İmam Hatip üçüncü sınıftayken, müftü amca Osmanlıca bir kitaptan ödev verdi ve “Bunu okuyacaksın, gelince imtihan edeceğim” dedi. Verdiği kitap hiç de sıradan bir kitap değil. Filibeli Ahmet Hilmi Efendi’nin “Tarih-i İslam”ı. Bu kitabı yaz boyunca gazi Mehmet amcaya giderek onunla birlikte okudum. Diyebilirim ki, İmam Hatipte, yani kendi sınıfımda, o yaşta Osmanlıca okuyan tek talebeydim. Vakti gelince müftü amca beni imtihan etti. Şöyle böyle okudum ama beğendi.
Allah rahmet eylesin.
Bu Mehmet amca vücudunda kurşun olan bir insandı, biz de “Sen gaziymişsin Mehmet amca” derdik. Şiirler falan da okuyan biriydi. Göğsünde kurşun olan bir başka gazi de vardı, hem de tam kalbinin üstünde. Göğsünü açar, “Bu benim gazilik beratımdır” derdi. Doktorlar, “Kurşunu çıkarırsak ölme tehliken var, orada dursun.” demişler, arada gösterirdi bizlere.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar5