Raşit Küçük Hoca İle Hayat Hikayesini Konuştuk - 5
- GİRİŞ05.01.2025 08:16
- GÜNCELLEME06.01.2025 09:06
“Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli ilim insanlarımızdan Prof. Dr. Raşit Küçük Hoca, Hadis konusu başta olmak üzere çok yönlü bir alim olarak birçok alana damgasını vurmuş, mebzul miktarda insan yetiştirmiştir.
Bugün ülkemizi yöneten en üst düzeydeki şahısların gerek yetişmesinde, gerekse onlara danışmanlık yaparak yönetme başarılarında önemli pay sahibidir.
Hocanın hayat hikayesine dair kendisi ile yaptığımız konuşmalarımızı burada her pazar sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
Bu konuşmalarımızı, “Raşit Küçük, Hatırımda Kalanlar” adı ile Hayat Yayınları kitap olarak yayımladı.
İnşallah bu vesile ile kitap gündeme gelir ve umuyor, diliyoruz ki, Hocamızın; Türkiyenin en ücra köylerinden birinden başlayan, başarılarla dolu hayat hikayesi genç nesillerimize yol gösterici olsun”.
FK: Oylama falan mı Yapılıyor köyde.
RK: Hayır, hayır. Çoğunluğun istemediği zaten belli oluyor.
Köylülerimiz istemeyince bu da kabul edilmedi.
Köyü fetheden komutanın adıyla anılıyor şu anda: Menteşbey.
Orada mezarlığı da var Menteşbey Mezarlığı diye.
Köyde çok fazla okuyan insan olduğu için, Eski Kadı Efendilerin Köyü de denir.
Hatta bu sebeple, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de rical-i devletten olanlar vardı.
Özellikle İbradı döneminde.
İbradı ilçedir ve şimdiki adı da Aydınkent’tir.
Aslında küçük bir yer ama Osmanlı döneminde devlete çok yönetici yetiştirmiş bir köydür bizim köyümüz.
Mesela çok meşhur olanlardan biri, Kandilli Rasathanesi’ni kuran Fatin Gökmen benim köylümdür.
FK: Allah rahmet etsin, Fatin Gökmen Bey önemli bir eser ortaya koymuş. Bugün bile hala çok aktif olarak hizmet veriyor. Faydalı bir eser.
RK: Çok faydalı tabi.
Ayrıca şunu da söylemek isterim, bizim köyümüz hiç cinayet işlenmiş bir köy değildir.
Mesela gayr-i Müslim mezarlığı yok köyde.
O zaman insan diyor ki “Demek buranın halkı ne kadar ise, hepsi Müslümanlaşmış”.
Ondan sonra çok uzun bir tarihi vardır.
Bu uzun tarihinde özellikle Osmanlı döneminde yetişmiş insanları, benim bile bilebildiğim, rahmetli babamdan, nenemden duyduğum çoğu Kadı olan kimseler vardır.
Köyde, aşağı yukarı herkes kendi kökeninin nereden geldiğini bilir.
Bir de köyde bu Kadı Efendilerin getirdiği hizmet ehli varmış.
Mesela şöyle ev adları var köyde; Gürcü evi, Çerkes evi, Arap evi.
Çünkü Kadılık yaparken Arap hizmetçiyi getirmiş, köye yerleştirmiş. Zenci var, muhtemelen zenci, çünkü çok siyahtır.
Zaman zaman o siyah damar yine o ailede hâlâ var.
O zaman Akseki’de ortaokul vardı, lise yoktu. Lise okumak için muhakkak Antalya’ya gidilirdi. Gerçi daha sonra lise de yapıldı. Benim kardeşlerim de Akseki’de ortaokulu okudular, Akseki’de okumak kolaydı ama Antalya’da okumak zordu.
FK: Neden Akseki’de kolay da, Antalya’da okumak zordu?
RK: Çünkü okumanın bir de ekonomik tarafı var elbette, özellikle öğrenci yurtta kalmazsa, aileler o yönden büyük sıkıntı çekerdi.
Köyün aristokrat aileleri köyde oturmazdı. Zengin olanlar İstanbul’da, İzmir’de, Söke’de, Aydın’da, Manisa’da, Turgutlu’da, Salihli’de, Antalya’da, Konya’da oturuyorlardı. Zaten köyde zengin olma imkânı yok, olanlar da ya toprak zenginidir veya ticaretle zengin olmuştur. Çiftliği olan aileler Söke’de oturur, mesela büyük çiftliği olan Göktepe ailesi vardı. Ne bileyim bir Nusret abi vardı, onun ailesi... Bunlar önceden Kadı aileleridir. Göktepelerin babası, İsmet İnönü hükümetlerinde milletvekilliği, bir ara da Tarım Bakanlığı yapmış. Danıştay üyeleri, Sayıştay üyeleri, müsteşarlar, milletvekili olanlar... Köyden çıkan böyle insanlar var.
Köyün yolu bozuktu, hatta yoktu.
FK: Bu da çok ilginç geldi bana Hocam. Köyünüzde oldukça fazla üst düzey bürokrat, hatta bakanlar bile olmuş ama köyünüzün yolu bile yok.
RK: Haklısınız, doğru dürüst bir yolumuz yoktu. Köylüler, senelerce çalışarak imece usulü yaptılar. Onlara malzeme verdi devlet. Gidemeyen bedelini verir, birini tutar gönderirdi. Yol yapımı uzun sürdü çünkü çok kayalık, taşlık, zor yerlerden yapılmış bir yoldur.
Köyümüzde hemen herkesin keçisi vardı. Köy dışından tutulmuş çobanlar olurdu. Köyden de çobanlar vardı bazı kere. Diyelim yukarı mahallenin 1500 keçisi vardır, aşağı mahallenin 800 veya 1000 keçisi vardır. Bunları çobanlar güder, onların ücreti verilirdi.
Bazen sığırların da sırayla güdüldüğü zamanlar olurdu.
Özellikle ekim dikim olduğu zamanlar, hani “tarlalara girmesinler, muhafazalı olsun” diye, özellikle o zamanlarda sığırlar asla dışarıda başıboş bırakılmazdı.
Muhakkak, uygun olan yerlerde “Keşik” denilen nöbetle güdülür ve herkesin malı mülkü korunurdu. Korunmazsa, birinin bahçesine girse veya ekinine zarar verse, köyün ehl-i vukufu zarar tespit eder ve ödetirler.
(Devam Edecek)
Ferman Karaçam
YouTube : youtube.com/c/Ferman Karaçam
Twitter : twitter.com/fermankaracam
Instagram : instagram.com/fermankaracam
Facebook : facebook.com/karacamferman
E-mail : fermankaracam@gmail.com
Web Sitesi : fermankaracam.com
Yorumlar1