Artık anladıkları dilden konuşuyoruz
- GİRİŞ03.03.2020 11:29
- GÜNCELLEME03.03.2020 11:50
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçen cumartesi günkü konuşmasında gözden kaçan çok önemli bir mesaj verdi. Benim dikkatimi çekmesinin sebebi aşağıda.
Erdoğan konuşmasının bir yerinde Vladimir Putin’le görüşmesini aktarırken aynen şöyle dedi:
Dün Sayın Putin’e de söyledim. “Sizin orada ne işiniz var? Üs kuracaksanız üssü yine kurun. Ama şu anda siz bizim önümüzden çekilin, rejimle baş başa bırakın. Biz gereğini yaparız” dedim. E tabii onlar da “Biz çekildik” diyemiyorlar. Menfaatleri nedir? İnanın bunu çözebilmiş değiliz. İki üç tane üs ise, ee kurun. Bununla bizim bir derdimiz yok.
Cumhurbaşkanı Putin’e açıkça “Senin Esad’ın arkasında durma sebebin eğer üslerinin ve senin oradaki varlığının sürmesi ise problem yok. Sana sıkıntı çıkarmayız” diyor.
Peki, Erdoğan 7 yıldır neden bu olguyu dile getirmemiş ve Putin’e garanti vermemişti?
İşte geçen haftaki yazımda(*) tam da Rusya ile kurulacak diyalog ve yapılacak pazarlıklarda üs meselesini örnek olarak vermiştim:
“Türkiye sorunları aşmak için Rusya ile ÇÖZÜM ORTAĞI olmak zorunda. Bunun için de Rusya’yı iyi tanımak gerek.
Bir laf vardır, Ruslarla münakaşa edilmez, pazarlık edilir diye.
Diplomatik beceri uzlaşma yollarını bulmaktan geçiyor.
Bir örnek:
Tartus ve Hmeymim üsleri bu kadar hayati önemdeyken ve Rusya sırf bu nedenle Esad rejimini elinin altında tutuyorsa bizim yapmamız gereken nedir?
Biliyoruz ki Esad filan Rusya’nın umurunda değil. Türkiye’nin bu iki üs ile ilgili olarak Rusya’nın geleceğe yönelik kaygılarını bertaraf edecek, yeni projeler üretmesi gerekmez mi? Misal Esadsız bir anayasal demokratik Suriye hükûmetinin, Rusya ile bu 99 yıllık anlaşmayı yeniden imzalayacağının garantisinin verilmesi gibi.”
Aklın yolu bir. Erdoğan’ın bu önermeyi Türkiye’nin rejim güçlerini tam da duman ettiği dönemde yapması durumu daha da anlamlı kılıyor.
Evet, büyük devletlerle onların anladığı dilden konuşacaksın ama kolay lokma olmadığını da hissettirerek.
Erdoğan’ın Putin’in ardından ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı konuşmada bunu net olarak görebiliyoruz:
Trump: Putin’in derdi ne?
Erdoğan: Kamışlı’daki petrol olayı.
Trump: Orada o kadar petrol var mı?
Erdoğan: Var ama Deyrizor kadar değil.
İşte ilgi alanları bu. Oysa bizim ilgi alanımız yine Erdoğan’ın belirttiği gibi ne toprak ne de petrol. Yalnızca GÜVENLİK derdimiz var bizim.
Ama güvenlik deyince de burada duralım.
Karşımızda şu an için Rusya bile olsa, Türkiye ve TSK’nın görevi artık Batı için “Güvenlik Üretmek” değil…
Turuncu devrimlerin mimarı, Gezi Vandalizminin kurgucusu George Soros, 2002 yılının Mart ayında verdiği bir mülakatta “Türkiye’nin en iyi ihracat ürünü ordusudur” demişti.
28 Şubat darbesinin alt rütbeli lideri Orgeneral Çevik Bir de bir toplantıda Türkiye’nin görevini “Batı için güvenlik üretmek” diye tanımlamıştı. Yahudi kuruluşlarının “Üstün Liderlik” ödülü verecek denli vasıflı bulduğu bir elemandı kendisi.
Yani, Batı’nın çıkarlarını koruyup kollamak, onun istediği yerlerde, işaret ettiği düşmanlara karşı vekâleten savaşmak. Böylelikle Batı tarafından korunduğunu sanmak.
Barack Obama, 2014’te bir gazeteciye verdiği röportajda “Ben Erdoğan’dan güçlü ordusunu Suriye’ye sokmasını istedim ama o beni dinlemedi” deyip Erdoğan’ın ismini nasıl çizdiğini anlatırken tam da bunu söylemek istemişti.
Son zamanlarda Cengiz Özakıncı’nın “Türkiye’nin Siyasi İntiharı-Yeni Osmanlı Tuzağı” adlı araştırma eserini okuyorum. Batı için güvenlik üretme fikrinin köklerini, çöküş dönemindeki Osmanlıda bulabiliyoruz.
1830’larda Osmanlıyı paylaşmak amacıyla kurulan Avrupa Devletler Konseyi’nin üyesi olan Rusya, açgözlülük edip tek başına İstanbul’u ele geçirmeye kalkışınca, Konsey’in diğer üyeleri olan İngiltere ve Fransa İstanbul’u Ruslara kaptırmamak için ayaklanmıştı. Padişah Abdülmecit Han ise kurtuluşun Avrupa Konseyi’nin askerliğini yapmaktan geçtiğini sanmıştı. Padişah Abdülmecit Han, Ruslar 1853’te Sinop baskınıyla Osmanlı donanmasının büyük bir bölümünü imha edince Fransızca olarak “Onlar senin için öldüler Avrupa/Sinop 1853” yazılı madalyalar bastırmıştı.
Bir yıl sonra Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı tiyatro eserine ilham veren Silistre Zaferi geldi. Silistre’deki 10 bin Osmanlı askeri, 80 bin kişilik Rus ordusunu darmadağın etti. Abdülmecid bu kez “Europe! İls ont vaincu pour toi-Silistrie-1854” yazılı madalyalar bastırdı. Yani “Senin için yendik Avrupa-Silistre 1854” deniyordu. Ama Abdülmecid’in çabaları İngiliz ve Fransızlardan beklediği karşılığı görmedi. Birlikte Ruslara karşı savaştıkları Osmanlıyı, yine Rusya’nın karşısında bir çırpıda harcamaktan çekinmediler.
Lüzumsuz biçimde Kırım savaşına sokuldu Osmanlı. Oysa Silistre ile kazandığı zaferden İngilizlerden ve Fransızlardan bir kuruş bile borç almadan yararlanacaktı. Sivastopol kuşatmasının ardından Osmanlı 33 yılda ödenmek şartıyla büyük bir borç yükünün altına girdi. Dahası bu savaştaki rolü İngiliz ve Fransızlar tarafından yok sayıldı. Osmanlı 35 bin askerini kaybetmişti. Fransızlar dediler ki: “Bizim 90 bin askerimiz öldü.” Doğru 90 bin ama onların 85 bini sömürgeleştirdikleri Cezayir’in Zouaves Berberi kabilelerinden Müslüman savaşçılardı.
Sonuçta Batılılar ve Ruslar, yine Osmanlı karşıtlığında bir araya geldiler.
Çünkü Batılılar yeri gelir birbirlerinin gırtlağına sarılır ama karşılarında Türk ve Müslüman varsa iş değişir.
İkinci Dünya Savaşı’nda karşılıklı on milyonları öldüren Fransa, Almanya ve İngiltere, birlikte Avrupa Birliği’ni kurmadı mı? Şimdi yeniden dağılıyorlar ve yeni düşmanlıklar peydahlıyorlar.
Bir gazeteci dostum İngiltere’de tahsil yapan oğluyla yine bir İngiliz gazeteci tanıdıklarının Leeds kenti yakınlarındaki çiftlik evlerine gitmişler. Şöminesinin üzerinde Kraliçe’nin kabartma resmi bulunan 250 yıllık bir bina. Sohbet esnasında arkadaşım bir ara oğlunun Almanca öğrendiğini söylemiş. İngiliz ev sahibi aynen şöyle demiş:
“Bizim için Almanca, süngümün ucundaki bir Alman askerine onu neden öldürdüğümü söylemek için gerekir ve bu kadarı yeterlidir.”
Bırakacaksın ne hâlleri varsa görsünler. Geç kalsak da açtık kapıları, alsınlar şimdi mültecileri, süreç daha da hızlansın. Karışmayacaksın. Bizi ilgilendiren meselelerde de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyaset ve dış politika literatürüne soktuğu şeyi yapacaksın:
Kendi göbeğini kendi kesmek.
Gerisi kendiliğinden gelir.
Türkiye Gazetesi
Yorumlar1