Filistin topraklarını Yahudilere peşkeş çeken Balfour deklarasyonunun ilânı (2 Kasım 1917)
- GİRİŞ02.11.2024 09:16
- GÜNCELLEME02.11.2024 09:16
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour, Filistin topraklarında Yahudiler için bir yurt vaat eden deklarasyonu imzaladığında takvimler 2 Kasım 1917’yi gösteriyordu. İngiltere tahtında 1910 yılından beri Anglikan kilisesine bağlı Kral George Frederick Ernest Albert, “V. George” sanıyla oturuyordu.
Başbakanlık koltuğunda ise; Çanakkale harekâtının başarısızlıkla sonuçlanması ve İrlanda’da başlayan Paskalya Ayaklanmasını bahane ederek Yahudi basının aleyhine başlattığı sert kampanya sonucunda Aralık 1916’da istifa etmek zorunda kalan Herbert Henry Asquith’in yerine, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekleyen ve hedefinde büyük sempati duyduğu Yahudilere Filistin’de devlet kurdurma fikri olan David Lloyd George bulunuyordu.
Ayrıca Birinci Dünya Savaşı başladığı günden beri hızla hazinenin boşalması İngiliz Hükümetine bu kararı almaya mecbur bırakmıştı. İngiltere, tarihte olduğu gibi Yahudi bankerler ve iş adamlarından maddi destek alacak hem bozulan ekonomiyi düzeltecek, hem de Filistin toprakları üzerinde İslâm Coğrafyası içine ileri karakol kurarak fitne merkezini faaliyete geçirecekti.
Geçmişte Napolyon Bonapart da aynı amaçla 19 Mayıs 1798’de Fransa’nın Toulon Limanından 450 gemiyle hareket ederek Mısır’ı işgâl etmişti. Bu işgâlin temelinde de yukarıda belirttiğimiz gibi Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak vardı. Onu bu düşünceye sevk eden ise Avrupa’da yaşayan zengin Yahudilerin Napolyon’dan bunu talep etmeleri olmuştu. Bunun için Napolyon’un önüne göz kamaştırıcı servetler döktüler. Dünyanın en büyük komutanı sıfatıyla Napolyon, Mısır’ı işgâl ettikten sonra azınlıktaki Filistinli Yahudilerle buluşmak için Filistin topraklarını işgâl edecek ve Yahudi devletinin temellerini atmış olacaktı.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Her ne kadar Filistin topraklarına ayak bastığı Yafa’da şimdiki İsrail’in Gazze’deki zulmünü aratmayacak şekilde 10 bin sivili kılıçtan geçirse de, Akka’da Cezzar Ahmet Paşa’dan okkalı bir Osmanlı tokadı yemiş, kuşattığı Akka’da 64 günde perişan olmuştu. Aldığı üst üste yenilgilerden sonra da bütün ağırlıklarını çöle gömerek gecenin karanlığında kaçıp gitmişti.
Bu durum Avrupa’daki Yahudileri sükût-u hayâle uğrattı. Ancak hiçbir zaman Filistin’de devlet kurma emellerinden vazgeçmediler. Bunun için büyüklü küçüklü toplantılar düzenleyip, makaleler kitaplar yazdılar. Bu kitaplardan bir tanesi de Viyana’da yaşayan Yahudi Theodor Herzl tarafından yazılan “Der Judenstaat” yani “Yahudi Devleti” adlı bir kitaptı.
Bu kitabın içeriği üzerinde tartışmak üzere 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde bir kongre yaptılar. Dünya Siyonistlerince Filistin’de bir Yahudi devleti kurma fikri bu kongre ile kesinlik kazanınca ilk olarak Filistin’in yüzyıllardır Türk toprağı olması sebebiyle Sultan II. Abdülhamit Hân’a gidilmiş, ancak istenilen netice elde edilememişti.
Üstelik Yahudi hacıların Filistin’deki ziyaret süresine sınırlama getirilerek, oldu-bitti ile “De facto” bir yerleşimin önüne geçilmişti. Siyonistlerin beklediği fırsat I. Dünya Savaşı esnasında savaş ekonomisini sürdürmekte zorlanan İngiltere’nin çare arayışları esnasında ortaya çıktı. Bu fırsatı kaçırmayan Yahudiler kendileriyle uyum içerisinde çalışacak David Lloyd George’u Başbakanlığa getirmekte gecikmediler.
1916 yılında Başbakanlık görevini üstlenen Lloyd George bir Siyonist taraftarıydı ve dünya Siyonist hareketi liderlerine Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına yardım edeceği ve bütün organizasyonu bizzat kendisinin yapacağı sözünü verdi. Ancak “Yahudi Devleti” için öncelikle Filistin’in Osmanlılardan alınması lâzımdı ve bunun için Yahudi bankerlerinin ellerini ceplerine değil hazinelerine atması icabediyordu. Nitekim öyle oldu ve Yahudilerden oluk oluk para akışı gecikmedi.
Tabi ki parasızlıktan Mısır’da çakılıp kalan devâsa İngiliz ordusunun ilerlemesi de gecikmedi. Azılı Türk düşmanı Lloyd George, Başbakanlık görevine başlar başlamaz Mısır’daki birliklerine her türlü destekle birlikte saldırı emri de vermişti. Hâlbuki Mısır kuvvetleri başında bulunan General Morray, 2. Kanal muharebesi sonrası çekilen Türk Ordusunun ardından, Mısır ve Süveyş’in artık bir saldırıya uğramaması için savunma tedbirlerini almakla yetinmişti. Ancak yeni imkân ve destekle ilerleme emri alan İngiliz Birlikleri Gazze sınırına dayandı.
General Murray, Türklerin 1917’nin Mart ayı başlarında savunulması kolay olmayacak Şelâle Bölgesinden çekilerek daha mukavemetli savunma hattı olan Gazze-Birüssebi hattında sağlam cephe oluşturan Türk Askerini imha etmek maksadıyla bu kez Gazze’ye 26 Mart 1917’de saldırı emri verdi. Birinci Gazze Muharebesi denen bu savaşta kazanan taraf biz olmuştuk. Yoğun çatışmanın ardından yaptıkları taarruz karşısında İngilizler savaş bölgesinden kaçırmayı başardık.
Genelkurmay’dan şiddetli bir azar işiten General Murray aldığı emir üzerine Gazze’ye 17 Nisan 1917’de yeniden taarruza geçti. Bu kez daha kalabalık birliklerle çılgınca saldırdı. İki gün süren gözü dönmüş saldırı Mehmetçiğin göğsüne çarparak geri döndü. İkinci Gazze Muharebesinin gâlibi de biz olmuştuk. Ağır kayıplar veren İngilizler geri çekildi. Olayı an be an takip eden dünya Siyonist hareketi yöneticileri İngiltere hükümetine akıttıkları servetlerinin karşılığını görmek istiyorlardı. Baskıyı artırdılar.
Bu baskının ardından 25 Nisan 1917 tarihinde İngiliz savaş kabinesi yeniden karar almak zorunda kaldı ve Başbakan David Lloyd George, General Edmund Allenby’yi çağırarak kendisini Filistin Cephesinde görevlendirdiğini söyledi ve talimatlarını peş peşe sıralayarak ondan Gazze’yi ardından Filistin’i almasını, sonrada Noel hediyesi olarak Noel’den önce ne yapıp edip Kudüs’e girmesi talimatını verdi.
1917 Haziran’ında General Murray’dan görevi devralan Allenby hazırlıklarını tamamladıktan sonra 100 bini aşan ordusuyla 31 Ekim 1917’de taarruza geçti. Bu taarruz Birüssebi, Gazze ve Yafa’nın düşmesiyle sonuçlandı. Bununla Kudüs’ün ele geçirilmesinin yolu açılmış oldu. Bunun üzerine İngiltere hükümeti Yahudilere verdikleri Filistin’de devlet kurma sözünü artık belgeye dökebilirlerdi.
Gecikmeden hazırlanan deklarasyon İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour tarafından 2 Kasım 1917’de imzalanarak; Siyonist hareketin liderlerinden ve İngiltere Siyonist Federasyonu’nun da başkanı olan, dünyanın dört bir tarafından hayvan toplamakla ünlü, 4 zebranın çektiği arabasıyla Londra sokaklarında dolaşmasıyla bilinen dünyanın en zengin adamlarından Yahudi Lionel Walter Rothschild’e gönderildi.
Deklarasyonun içeriğinde şu ifadeler kullanılmıştı: “Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır…”
67 kelimeden oluşan bu deklarasyon, 1948’de İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyordu. Filistin halkının varlığını ve en temel haklarını hiçe sayan bu deklarasyonun ardından yapılan girişimlerle Filistin, Yahudi göçmenlerin yerleşimine resmen açıldı.
Deklarasyonun ardından Sûltân Vahidettin, “Filistin’de müstakil bir Musevî hükûmeti kurulması Siyonistlere vaad edildiğinden İngiliz ordusunun Kudüs’e girmesinin engellenmesi” şeklinde bir ferman yayınladı. Fakat bu son fermana rağmen 1. Dünya Savaşında bölge komutanlarının imkânsızlık ve ihmalkârlığı sonucu İngilizler bölgeyi işgal etti.
Böylece işgâl ettiği Filistin topraklarını Yahudilere peşkeş çekmek için bölgede manda yönetimi kuran İngiltere, planlarını sinsice uygulamaya başladı. İlk olarak; işgâlden yaklaşık 7 ay sonra, 24 Temmuz 1918 tarihinde Kudüs’te İbrâni Üniversitesinin temelleri atıldı ve inşaasına başlandı. “Bir bölgeyi kendi toprağın olarak görebilmen için orada okul yapacaksın” fikri siyonizmin en temel prensiplerinden birisiydi ve bu fikir, o güne kadar yaptığı bütün çalışmalarını ve eserlerini İbrâni Üniversitesine bağışlayan Albert Einstein’a aitti.
Temel atma töreni gibi 1 Nisan 1925’teki açılışı da görkemli oldu. Kimler yoktu ki? Başta Balfour Deklarasyonunun mucidi Lord Arthur Balfour, işgâl kuvvetleri komutanı Allenby, bütün dünyanın yakından tanıdığı Winston Churchill, İngilizlerin ilk Filistin Yüksek Komiseri olarak atanan Yahudi Herbert Samuel, Yahudi dünyasının liderleri, akademisyenler ve bir yıl önce rektör olarak atanan ve 1948 yılına kadar üniversiteyi yöneten Judah Leon Magnes başta gelenlerdi. İlk yönetim kurulunda ise Yahudi bilim insanları olan Albert Einstein, Sigmund Freud, Martin Buber ve İsrail’in ilk cumhurbaşkanlığını yapacak olan Haim Weizmann da vardı.
Üniversite kurma çalışmaları devam ederken diğer taraftan da İngilizler 1922 yılında bölgede nüfus sayımı yaptırdı. Toplam nüfusun 750 bin olduğu, Yahudilerin ise İngiliz işgâlinden sonra yaptığı taşımalarla bu sayının 85 binini oluşturduğu görüldü. İngiltere bunu yeterli bulmadı. Yahudileri, Siyonist STK’larla teşvik ederek 15 yıl içerisinde bölgeye 300 bin Yahudi getirip yerleştirdi. Yahudi göçleri devam ederken, 1929’un Ağustos’unda kaçınılmaz olan Arap-Yahudi çatışmaları baş gösterdi.
Günümüzde olduğu gibi Filistinlilerin ev ve topraklarını gaspeden bâzı Yahudi yerleşimcilerin, evini ve toprağını savunan Filistinlilerce öldürülmesi üzerine İngiltere polisi de “sen misin evini-barkını savunan” dercesine 110 Filistinliyi öldürdü. Gergin yıllar başlamıştı. 1936’ya gelindiğinde Arapların İngiliz idâresine karşı tepkileri büyüdü, genel greve dönüştü. İşlerin içinden çıkılmaz hâle geleceğinden endişe duyan İngiltere bir an önce Filistin topraklarını taksim etmeye karar verdi. Bunun için Temmuz 1937’de başkanlığını Lord Peel’in yaptığı “Kraliyet Komisyonu” kuruldu.
Komisyonun teklifi, Yahudilere İngiliz mandasındaki Filistin’in üçte bir topraklarını verme şeklindeydi. Buna Filistin yerel halkının tepkisi büyük oldu ve olaylar durulmadı. Bunun üzerine 1938’te İngiltere’den takviye birlikler gönderilerek olaylar bastırıldı. Ancak Yahudi göçü durmadı. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında yüz binler Filistin’e aktı.
İngiltere, 2. Dünya Savaşının ardından 1947 yılında Filistin topraklarını paylaştırma işini tarafsızlığına bir türlü inanılmayan Birleşmiş Milletler’e devretti. Burada kurulan özel komisyon, bölgeyi iki toplum arasında bölüştürme planını açıkladığında, Filistin’in yüzde 56,47’sini Yahudi devletine, yüzde 43,53’ünü de yerel Filistin Devletine bıraktığı görüldü. Kudüs ise uluslararası bir idare altında ayrı bir statü de yönetilecekti. BM’nin yüzde 56,47 toprak verdiği Yahudilerin canına minnetti. Hemen kabûl ettiler. Ellerinden topraklarının alınmasına rıza göstermeyen Filistinli temsilciler ise haklı olarak teklifi reddettiler.
Buna rağmen konu 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda oylamaya sunuldu. 10 ülkenin çekimser kaldığı, Türkiye dâhil 13 ülkenin karşı oy verdiği plan 33 ülkenin oyuyla onaylandı. BM’de alınan bu karardan sonra kapılar ardında dönen dolaplar aşikâr olarak uygulanmaya başladı. Önce Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948’de saat 16:00’da Siyonist devletin kurulduğu ilân edildi. Ardından hemen ertesi gün İngiltere, Filistin’deki manda yönetimine son verdiğini açıkladı. Dünya ülkelerinden Siyonist devlete destekler gecikmedi. ABD, İngiltere başı çekerken, Yahudiler ellerinde tuttukları tröstler ve holdinglerle ekonomik gücü baskı aracı kullanmalarıyla İsrail’i dünyada tanıyan devletlerin sayısı da hızla arttı.
Ülkemiz ise İsrail’i yaklaşık 1 yıl sonra 1 Nisan 1949 tarihinde resmen tanımış, 7 Ocak 1950 tarihinde de Telaviv’de temsilcilik açarak resmi ilişki başlatmıştı. Tanıma; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak’ın himayelerinde 24 Mart 1949 tarihli ve 35970/115 sayılı Dışişleri Bakanlığının yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar gereği gerçekleşmiş, 1 Nisan 1949’da resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmişti.
Böylece Balfour Deklarasyonu ile başlayan gelişmeler bir Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulması, bugün yaşanan ve daha yıllarca yaşanacak dünyanın en uzun süren, en çözülemez siyasi, iktisâdi ve dîni düğümünün sürecini başlatmış oldu.
Gittikleri her ülkede fitnenin kaynağını oluşturdukları için kovulan Yahudiler 2 bin yıldır yersiz-yurtsuz iken devlet sahibi oldular ve o gün bu gündür dünyanın huzurunu bozmaya başladılar… Birileri bunun önüne geçmezse de yaptıkları katliamlar bitmeyeceği gibi, dünya bir avuç Yahudi’nin serkeşliği yüzünden yaşanılmaz hâl alacaktır.
Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol