Vefât yıldönümünde İstanbul’un mânevî fâtihi Akşemseddin Hazretleri (15 Ocak 1459)
- GİRİŞ11.01.2025 13:41
- GÜNCELLEME11.01.2025 13:44
1 Mart 1389 Pazartesi günü Ehlullah’ın büyüklerinden Şâh-ı Nakşıbend Hazretleri (k.s.) Buhâra Kasr-ı Ârifan’da dünyasını değiştirdiklerinde, Şâm-ı Şerifte zâhiri ve bâtınî ilimlere mazhar olmuş Horasan erenlerinden Şeyh Hamza Efendi’nin bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti. İsmini Mehmed Şemseddin koydular.
Müridlerince; Kutb-ul Meşâyih’in Şeyh Şerafeddin Hamza-i Şâm-i bin İsa diye zikredilen Şeyh Hamza Efendi, 1397 senesinde Amasya’da vefât eden ve Savâdiye Mahallesi Çilehâne Camii yanında Pirler Türbesi’ne defnedilen Gümüşlüzâde Pîr Sücaeddin İlyas Hazretleri’nin halifesiydi. Şeyhinden aldığı işaretle ailesini de yanına alarak Anadolu’ya göçmüş ve Amasya’nın Kavak Nahiyesine (şimdiki istasyon mevkii) yerleşmişti. Küçük Şemseddin başladığı hafızlık eğitimini burada tamamlayarak 7 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti. Bir taraftan da babasından ders alıyor, sohbetlerinden istifâde ediyordu.
Pir İlyas Hazretlerinin 1397’de vefât etmesiyle onun yerine Şeyhlik mâkâmına Mehmed Şemseddin’in babası Hamza Efendi geçti.
Ancak 5 yıl gibi bir süre sonra 1402’de babası Şeyh Hamza’da vefat edince, genç Şemseddin biraz bocaladıysa da kendisini toparlayarak tahsilini bırakmadı. Babasının yerine geçen babasının şeyhi Pîr İlyas Hazretleri’nin oğlu Pîr Celâleddin Abdurrahman Çelebi üzerinden tahsiline devam etti. Zâhiri ilimleri bitirdi Osmancık’a müderris oldu.
İlim tahsili esnasında gerek babası, gerekse babasının Halifesi etrafında olan önemli âlimlerin sohbetlerine katıldı, onlardan ders aldı. Bu arada hekimliğe merak sarmıştı. Başta Amasya Darüşşifa’sın baş hekimlerinden Sabuncuzâde İlyas Bey olmak üzere ünlü hekimlerin sabahları bulan tartışmalı sohbetlerini uyumadan takip etti, notlar aldı. Bu çalışkanlığı ona hem bitkilerden hemen her hastalık için ilaçlar yapmayı öğrenmesine vesile oldu, hem de dünyada ilk mikrobu bulma başarısı kazandırdı.
“Hastalıkların insanlarda, teker teker ortaya çıktığını sanmak hatalıdır. Hastalık, insandan insana bulaşma sûretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemeyecek kadar küçük, lâkin canlı tohumlar vasıtası ile olur” diyerek mikropların varlığını bütün dünyaya duyurdu, bunu da “Maddetü’l Hayat” adlı eserinde yazdı. Böylece Akşemseddin, Louis Pasteur’un yaklaşık 400 yıl sonra deneyle keşfettiği mikrobu bulduğunu açıklamış oldu.
Pasteur’un teknik aletlerle Akşemseddin’den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyaya ilk defa o duyurdu. Buna rağmen mikrop teorisi Pasteur’a mal edilmiştir. Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından birisi de yine Akşemseddin olmuştur. O devirde “Seratan” denilen bu hastalık üzerinde çok çalışmalar yapmıştı…
Onun bir diğer ismi de “Tabib-i Ervâh” yâni “Ruhların doktoru” idi. Mehmed Şemseddin’e bu unvânını kazandıran “Seyr-i Sülük” çalışmalarını ve babasından aldığı mânevî terbiyeyi tamamlamak üzere kendisini yetiştirecek mürşit arayışına girmesiyle kazandı. Nihayet mânevi tasarrufâtı bütün Anadolu’yu kuşatan zamanın en büyük Allah Dostlarından Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine talebe olmak üzere Ankara’ya gitti.
Hacı Bayram Velî Hazretlerini fakir-fukara, garip- guraba için müritleriyle birlikte yardım toplarken gördü. “Bir Allah dostu bunu nasıl yapar, yapmamalı” diye nefsine yenik düştü, intisap etmekte tereddüt etti. Başka arayışlara yöneldi.
Tavsiye üzerine bu defa da doğduğu topraklara Şâm yollarına düştü. Şâm-ı Şerif’te bulunan Şeyh Zeynüddin Hâfi Hazretlerine intisap etmek istiyordu. Şâh-ı Nakşibendi Hazretleri’nin vefâtından önce hacca giderken Herat’a uğrayarak Zeynüddin Hâfi Hazretleriyle görüştüğünü duymuştu. Ayrıca ileride Fâtih Sûltân Mehmed Hân’ın önemli hocalarından olacak Molla Fenâri Hazretleri de Zeynüddin Hâfi Hazretleri ile Kudüs üzerinden hacca gitmişti.
Bütün bu duygular içinde Şâm-ı Şerif’e doğru yoluna devam etti. Haleb’e geldiğinde konakladığı han’da gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye mürid olmak üzere yeniden Ankara’ya döndü. Çünkü rüyasında; boynuna bağlı bir halka ve halkaya takılı çok uzun bir zincir, zinciri takip ettiğinde ucunun da Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin elinde olduğunu görmüştü.
Ankara’ya geldiğinde Solfasol’da Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin burçak tarlasında müritleriyle çalıştığını öğrenince oraya yöneldi. Ancak hiç kimse kendisiyle ilgilenmedi. O da eline bir orak alarak çalışmaya koyuldu. Yemek için ara verildiğinde kendisini kimsenin çağırmadığını gördü. Buna aldırış etmedi, koyunları bekleyen çoban köpeklerinin yalındaki yemekleri yemeye başladı. Bunu gören Hacı Bayram Velî Hazretleri, gönlüne girmeyi başardığını söyleyerek, Mehmed Şemseddin’i çağırdı. Ona, “Zincirin ucunun elimizde olduğunu görmeseydin gelmeyecektin” diye şaka yaparak müritliğe kabûl etti. Şemseddin, hocasının sohbetlerinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli’den icâzet aldı, Gönüller Sûltânı “Akşeyh” oldu…
Mânevî hâli bütün coğrafyayı sarınca Sûltân II. Murad’ın dâvetiyle Edirne ve Bursa’da bulundu. Şehzâde Mehmed’e (Fâtih) hocalık görevini üstlendi. Fâtih’in pek çok hocası olmasına rağmen Akşemseddin diğerlerinden çok farklıydı.
Çağ açıp, çağ kapayan Fâtih Sûltân Mehmed Hân’a hocalık yapan ve üzerinde emeği olanlara şöyle bir göz atacak olursak; Ebesi, Bursa Muradiye’de Ebe-Hâtun Türbesinde yatan Ebe Hâtun’dur.
Dadısı, Edirne’de mahallesi, İstanbul’da iki camisi olan Cemâleddin Beyzâde Ahmed Bey’in kızı Hând Hâtun’dur. Lala’sı, aynı zamanda eniştesi olan, Vezir Zağanos Paşa’dır.
Devlet geleneği olarak, her şehzâdeye öğretilen Çağatay Lehçesi, Farsça ve Arapça’dan başka özel gayretleriyle Yunanca, Latince, Sırpça, İbrânice ve İtalyanca da öğrenmiştir. Her türlü eğitiminden sorumlu baş hocası, Şemseddin Ahmed Molla Gürâni’dir.
Ayrıca, kendi adını taşıyan mahallede medfûn olan Molla Zeyrek, Şâh Ismâil’in büyükbabasının da hocası olan Molla Hayreddin, 1461-1480 arası Şeyhülislâmlık yapmış Molla Hüsrev, İbnü Temcid ve Molla Ayas, Molla Sirâceddin ve Hasan Çelebi, Müderris Kınalı Abdülkadir Hamîdi, Hatipzâde Mehmed Efendi, Kazasker Veliyyeddin Efendi’nin oğlu Bursalı Vezir Ahmed Paşa, İstanbul’un ilk Kadısı ve Belediye Başkanı Hızır Bey Çelebi’nin oğlu olan Vezir Hoca Yusuf Paşa, 1474’te İstanbul’da vefât edip Eyüpsultân’a defnedilen meşhûr astronomi âlimi Baş Müderris Ali Kuşçu (dünyanın 23.30 derece eğilimini bulan) Fâtih Sultân Mehmed Hân’ın başlıca hocalarındandır.
Fâtih’in pekçok Bizanslı ve İtalyan hocaları da vardı. Meselâ İtalyanca hocası, Ciriaco Anconitano ile 1526’da ölen meşhur İtalyan tarihçisi Giovanni Maria Angioello başlıca bilinenleridir.
Emir Âdil Çelebi Efendi’ye de bir dönem intisaplı olan Fâtih Sultân Mehmed Hân, ilime ve âlime büyük önem vermiştir. Yapacağı her önemli iş için istişâre ederek karar vermiş, istihâre namazları kılarak her dâim en doğrusunu yapmaya çalışmış ve bunun için de Cenâb-ı Allah (c.c.) İstanbul’un Fethini ona nâsib etmiştir.
Ancak İstanbul’un fethinin hangi gün ve saatte müyesser olacağını söyleyecek Akşemseddin’den başka kimse çıkmadığı gibi, Hazreti Hâlid bin Zeyd radıyallahû anhüm’ün (Eyüpsultân) kabrinin yerini eliyle koymuş gibi bulan da odur.
Cenâb-ı Allah’tan çağ açıp, çağ kapayacak yeni Fâtih’ler bizlere nâsib etmesini dilerken, Fâtih’ler yetiştirecek Allah dostlarının da sayılarını artırsın inşaallah…
13 yıl aradan sonra kucaklaşmaya geldiğimiz Türkmeneli Halep’ten Selâmlar.
Halit Kanak / Yeni Akit Gazetesi
Yorumlar2