‘Vakıa sükut etmek daha bir yakışık alır iken ne idi o celal, o nutuk'
- GİRİŞ27.11.2013 08:52
- GÜNCELLEME27.11.2013 08:52
“La havle” çektiğim vakitten, çok zaman geçmedi henüz..!
“Elhamdülillah rüyaymış” dediğim zamanı geçireli sanki bir ikindi vakti kadar yakın bana..!
Lakin nedendir, yorgun ve bitkinim!
Nedendir, göğüs darlığı çektiğim?
Astım krizine tutulmuşluk hissiyle hızlı nefes almışlığım…
Nedendir?
Bilirim ki, bensiz olmaktadır olan!
Bilirim ki, ben ne olup bitenin öznesi, ne de nesnesiyim..!
Rüyadan uyanalı…
Uyanıp da soluma üç kez tüküreli…
Çok zaman olmadı biliyorum..!
“Elhamdülillah rüyaymış” dediğim vakitten bu yana sanki bir ikindi kadar zaman geçti hatırlıyorum..!
Göğsüm darlanmış da darlanmıştır…
Astım krizine tutulmuşçasına hızlı nefes almaktan başım dönmüştür.
İmdadıma bakın ne yetişmiştir:
“Çocukla birlikte değirmene girdik.
İhtiyarın buğdayını öğütmeye başladık. Taşlar arasına düşen her buğday tanesi bize dünyada başımdan geçen kısacık macerayı anlatıyordu…
Ben de kendi hikayemi nakletmeye başladım.
Şöyle ki, hani efendim beni bir dağda bulmuştu. Dizinin dibine oturtmuş, mübarek eli ile sırtımı sıvazlamış, kalp gözümü açmıştı. Sonra beni posta layık görmüştü.
Ondan sonra neler oldu? Kitaplar da yazılıdır.
Efendimin elini tutup da onun görklü nazarını tevarüs etmiş değil mi idim? Hani nerde o baktığımı gören bakış? Efendimin mübarek parmağını dilime sürtmesi ile hak söylemeye başlamış del mi idim? Hani nerde o ifade, o lisan?
Vakıa sükut etmek daha bir yakışık alır iken ne idi o celal, o nutuk?
Etrafımı kesret halkası almış, kalabalıklar ağzımın içine bakar olmuştu. Güneşin göğsümün kıllarına nakşettiği beyazlık, atlası dibalar altındaki kirli sarıya evrilmişti. Bu ne tombul ve parlak yüz. Bu hanımeli parmaklar benim mi acaba? Ya bu seksen okkalık vücut!...
Değirmene kelebekler, tarla fareleri, nazlı üveyikler, çilekeş yük katırları, dulkarı yetimleri, seferberlik kalıntıları, kabına sığmayan delikanlılar, yanakları güz alması gelinler, borçlular -alacaklılar, iyimserler-kötümserler, hastalar-sağlar, hırlılar-hırsızlar girip çıkıyordu.
Çocuğun izni ile sağları bırakıp hastaları, işleri yolunda gitmeyenleri, yüzleri bir gün olsun gülmeyenleri, hırsızları, ipsiz sapsızları, kenarda köşede kalmışları, yıldızı kaymışları ben karşıladım.
Yük altın girdim, dert dinledim, göz yaşı sildim, ayak kiri temizledim, naz çektim; boynu büküklerin boynunu, kalbi kırıkların kalbini sağaltmaya çalıştım. Terimin damladığı topraklar en nihayetinde mis kokmaya başladı. Bir leylek gelip başımda yuva yaptı. Sövene dilsiz, dövene elsiz oldum. Mağrur kalbi yumuşattım. Elif haddimi dala evirdim.
O zaman çocuk benim elime de bir tutam çamur verdi.” (Mustafa Kutlu, Sır Sayfa 67-68 Dergah yayınları)
Sükut!
Kalın sağlıcakla.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol