Erdem aramızdan uzaklaşırken
- GİRİŞ12.10.2018 09:20
- GÜNCELLEME12.10.2018 09:57
Geçenlerde çok sevdiğim birkaç arkadaşıma, “Bize ne oldu? Neyi kaybettik de bunlar oldu” diye sordum. Soruyu bir kısmı taca attı. Bir kısmı uzun uzun “Dindarlıktan, Allah korkusundan, etrafımızdaki yozlaşmadan” filan söz etti.
İyi de sahi “Bize ne oldu? Neyi kaybettik de birbirimize olan özencimiz yok oldu?”
Biz derken, neredeyse 40 yıldır içinde bulunduğum mahalleyi, memleketi, milleti hasılı hepsini birden kast ediyorum. Hatta bırakın memleketi, milleti, İslam dünyasını ve hemen hemen insanlığın tamamını da…
Bize ne oldu? Biz neyi kaybettik? Kaybettiğimiz şey neydi ki birbirimize ne tahammülümüz, ne hürmetimiz kaldı?
Kaybettiklerimizle ilgili, ne olduğuyla ilgili kendimce gözlemlerim var. Kendimce cevaplarım var.
Onları paylaşmak niyetindeyken dün Hürriyet’te bir röportaj okudum.
Ayşe Arman, Romancı Nermin Yıldım ile röportaj yapmış ve benim çevreme sorduğum soruların bir kısmını sormuş.
O röportajın ilgili bölümlerini burada sizinle paylaşmak istiyorum. Bakın şahsen hiç tanımadığım yazar Nermin Yıldırım bu sorulara nasıl cevaplar vermiş:
“(…)Nezaketi, zarafeti, bir günaydının gücünü, elimizi birbirimizin omzuna koymanın büyüsünü unuttuk. (…) hatır sormayı, iki tatlı söz etmeyi unuttuk. Dostluklarımızın, aşklarımızın içine bile öfkeli, haset, mukayeseli, kötücül duygular girdi. Çok bencilleştik bir kere... Mutluluğun tek başına yaşanabilir bir şey olduğuna inandırdılar bizi. Satın alınabilir bir şey olduğuna da. Hayır, değil!
- Ne eksildi hayatımızda en çok?
- Galiba merhamet ve şefkat! Biliyor musun, ben artık sosyal medyaya bakamıyorum. Oradakilerin birbirine davranış biçimine dayanamıyorum. (…) Artık normalleşen, sıradanlaşan o zehirli dile katlanamıyorum. İnsanların kendi zekâsını başkalarının aptallığı, kendi iyiliğini başkalarının kötülüğü, kendi güzelliğini başkalarının çirkinliği üzerinden tarif edişini, kendini başkaları üzerinden temize çekişini izlemekten yoruldum. Yaygın bir alaycı dil var, bunu zekâ pırıltısı sanıyoruz, ama değil. Sadece muhatabına değil, sahibine de zarar veren kötücül bir ses o. Bu kadar öfkeyle, hırsla, telaşla yaşanmaz. Durmadan içeride fokurdayan o zehirli duygular sahibine yük olur en çok...
- Peki, ne yapılabilir?
- Birbirimize karşı daha merhametli, hoşgörülü olmayı öğrenmemiz, daha doğrusu hatırlamamız gerekiyor bence. (…)” (11.10.2018 Hürriyet)
TAHAMMÜLSÜZ BİREYLER TOPLULUĞU OLDUK
Kaybettiğimiz nezaketten, zarafetten hayatımızdan eksilttiğimiz ve yok ettiğimiz merhamet ve şefkatten ötürü bugünlerde birbirimize tahammül edemez olduk.
Dindarlarımız arasında ahlak sorunu yaşanıyor. Bencillik hepimize sirayet etti.
Bir işadamı arkadaşım geldi dün tam yazıyı yazarken. Çay, kahve içerken yazdığım konuyu söyleyince dönüp dedi ki “En çok kazığı, bizim çevremizden yedim. Ne sözlerinde duruyorlar, ne hak hukuk tanıyorlar.”
Ben de ona “Demek ki bir şeyleri kaybettik” diye fısıldayabildim.
Kaybettik! Bir şeyleri kaybettik. O kaybettiklerimizin başında, birbirimize olan özencimiz, nezaketimiz.
Bir de ahlakı kaybettik. Alnı secdeye değen de kaybetti, değmeyen de…
O kadar kaybettik ki bırakın ticari ilişkilerimizdeki yozlaşmayı, sokakta yürürken ya da trafikte bile birbirimize tahammülümüz, özencimiz kalmadı.
Sanki bir cinnet hali yaşıyoruz. Her gün birbirimizin hakkını gasp ederek yaşıyoruz. Neredeyse birbirimizin yaşam hakkına bile tecavüze kalkışıyoruz.
“Biz neyi kaybettik” sorusunun cevabını şimdilik burada keseyim. Devam edeceğiz.
Erdem aramızdan hızla uzaklaşıyor, bu kadar!
Kaşıkçı vak’asında sorular, sorular…
Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı olayının aydınlatılması bir polisiye roman kıvamında ilerliyor.
Anladığımız o ki Türkiye’nin elinde “cinayete ilişkin” epeyce bir malzeme var. Zaten Suudilerin de geliş gidişte “pervasızca” davranmaları konsolosluk içinde yaşananlar konusunda bize yeterince şey söylüyor.
Cinayetin nasıl işlendiğine ilişkin enformasyon bombardımanı arasında sizlerin dikkatinizi çekmek istediğim birkaç husus var.
Bunları soru olarak ortaya atayım, kim ne cevap verirse artık…
Sorulardan biri şu:
Amerika günler sonra neden bu kadar iştahlıca bu meselenin üzerine gitmeye karar verdi?
Yine Cemal Kaşıkçı aynı zamanda Amerikan vatandaşıysa (buna ilişkin haberler de çıktı) bu belgeyi neden Amerika’daki her hangi bir Suudi konsolosluğundan almadı?
Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı hanımefendi neden meseleyi Suudi Arabistan ile Cemal Kaşıkçı meselesinden çıkartıp, Türkiye-Suudi Arabistan meselesine çevirme gayretinde?
Ve yine, Türkiye’de toplaşmış Arap muhalefeti neden Türkiye’nin dış politikasına bu mesele ile bu kadar müdahil olma heveslisi?
Suudi Arabistan’daki yönetimin fütursuzluğu aşikar, ama bizden de serinkanlılığı bırakmamızı istemek en az o fütursuzluk kadar tehlikelidir.
Bunu da kayıtlara geçirmek isterim.
Takipteyiz..!
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol