D. Mehmet Doğan’ın üzerimizdeki emeğine dair…
- GİRİŞ12.08.2024 09:18
- GÜNCELLEME12.08.2024 09:55
1986 yılının Eylül ayıydı. 12 Eylül’den sonra ilk defa geniş bir yelpazeden gazeteci, münevver, edebiyatçı bir araya gelmişti. Zaman gazetesini kurmak için kadro oluşturuluyordu.
Fehmi Koru’nun Genel Yayın Yönetmeni olduğu… Nabi Avcı’nın Genel Yayın Danışmanı, Adnan Tekşen’in Yazı İşleri Müdürü, D.Mehmet Doğan’ın Araştırma Servisi Müdürü, İstanbul Temsilcisi’nin Ali Bulaç olduğu, sayfa sekreterinin Ahmet Kekeç olduğu bir gazeteydi bir zamanlar Zaman. (Bunu niye söylüyorum. Çünkü daha sonra Fetullahçılar gazeteyi ele geçirdi. Benim gibi yeni yetme, asistan/muhabirler dahil herkesi kapının önüne koyup Zaman’ı operasyon gazetesine çevirdi. Tabii ki bu bahsi diğer konu.)
Devam edelim.
***
Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun birinci sınınıfını bir ders yüzünden tekrar etmek zorunda kaldığımda, soluğu Rüzgarlı Sokak’taki Zaman Gazetesi’nin genel merkezinde almıştım.
Saatlerce danışmada bekledikten sonra Fehmi Koru’yla koridorda konuşabilmiştim.
Bana “Ne iş yaparsın” dediğimde “Her işi” cevabı vermiştim de “Bana bir tek iş yapan lazım” diye çıkışmıştı. “O zaman tek bir iş yaparım” diyerek kıvrak bir cevap verdiğimde… “Peki söyle o tek iş ne” diye ısrarlı bir soru daha sordu. O ara zun ve dönemeçli koridorları hızlı hızlı adımlıyorduk. “Üniversite gençliğinde yükselen dini düşünceyi araştırabilirim” diye kocaman iddialı bir cümle kurdum, durduk yerde!
Durdu, yüzüme baktı. “Gel” dedi. Yürüdük, koridorun sonundaki kapalı kapıyı hızlıca açtı. Kapının solunda üstünde daktilo ve teksir kağıtları olan masanın ardında siyah düz saçlı, pos bıyıklı birine seslendi. “Mehmet, bu çocuğun gözlerinde ışık var. Heyecanlı, meraklı. Bana bir şey önerdi. Sen bir konuş” dedi ve arkasını dönüp gitti.
Karşımdaki düz siyah saçlı, pos bıyıklı adam elini uzattı, “Gel kardeşim” dedi. Karşısına oturttu. “Ben” dedi, “Mehmet Doğan. D.Mehmet Doğan.”
Dedim, “Sizi tanıyorum. Batılılaşma İhaneti kitabınızı okudum.”
Tebessüm etti. Ağızlığını aldı. Sigarayı ağızlığına koydu. Yaktı. “Anlat bakalım” dedi.
Ben de Fehmi Koru ile yaptığımız görüşmeyi baştan sona ona da bir daha anlattım.
Geriye yaslandı. “Sana 1 hafta mühlet” dedi. “Hazırlan. Taslağını oluştur. Araştırma konunu sınırlandır; gel” dedi.
Gittim bir hafta sonra yanına vardığımda. O da hazırlanmıştı. Beni karşısına aldı. Dinledi. Sonra da anlattı.
Ve ben o araştırmayı 2.5 ayın sonunda Ankara Üniversitesi’nin dilekçemi kayıttan çıkardığı için tamamlayamadan yeniden yanına vardım.
Dedi ki “Hasan, bu da bir haberdir. Biz senden üniversite öğrencileri arasındaki dini düşüncenin ne boyutta olduğunu araştırmanı istedik, ama seni üniversite engelledi. O zaman bunu haber yapalım. Yaz, getir.”
Daktilonun başına geçip, tecrübeli ve yaşı büyük muhabirlerden yardım alarak ilk haberi yazdım.
Mehmet Doğan ağabeye götürdüm. Okudu. Buruşturdu. Basket atar gibi yapıp çöpe attı.
“Olmamış, yeniden yaz” dedi.
Bu olay tam 5 kez tekrar etti.
Sonuncusunu da çöpe attıktan sonra, “Gel” dedi. Yanına oturttu. Masanın üzerindeki bir teksir kağıdını daktiloya yerleştirdi. Haberi kendisi yazdı. Yazarken ağızlığındaki sigaradan birkaç nefes çekti. Kağıdı daktilodan çıkarttı, “Al bunu dizsinler” dedi.
Habere baktım. Sadece mahreç olarak ANKARA ibaresini görünce, “Ama ağabey 3 aydır ben buna uğraşıyordum ismimi yazmamışsın” diye laf edecek oldum. Ayağa kalktı, hafif kızgın bir edayla, “Hem haberi bana yazdırıyorsun hem de imza mı istiyorsun. Git dizdir haberi” diyerek yanından uzaklaştırdı. Sonradan hatırlıyorum yüzünde muzip bir tebessüm vardı. Öfkesi yoktu. Çünkü o öyle mizaçlı biri değildi.
Haberi dizdirdim. Dizilmiş haberi sayfa sekreterine verdim. Mizanpajı yapılırken başında bekledim. Gazetenin basılacağı matbaaya kadar gittim. İlk baskılardan birini alıp gece yarısı eve vardım. Haberin olduğu sayfayı duvara bantla yapıştırdım. Tek sütuna 20 cm’lik haberimi kırmızı kalemle işaretleyip yanına “Bunu ben yaptım. Mehmet ağabey yazdı” diye not düştüm. Ve yatağıma uzandım. O gün çok mutluydum. O gazete haftalarca duvarda asılı kaldı.
O mutluluğuma sebep olan isim D.Mehmet Doğan’dı.
Bugün çok üzgünüm. Üzgünlüğüme sebep olan, D.Mehmet Doğan ağabeyin vefatı.
Onu bugün Hacı Bayram-ı Veli’nin yanı başından ahirete yolculayacağız.
Çok sevdiği Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı yazdığı Tacettin Dergahı’nda Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanı başında toprağa vereceğiz.
Allah gani gani rahmet etsin. Cennetiyle şereflendirsin. Cemalini göstersin. Bizi de ona komşu etsin.
Çünkü, Mehmet Doğan ağabeyin kişisel hayatımda, düşünce dünyamda büyük bir yeri var, fakat…
Türkiye’nin son 40 yılındaki büyük yeri çok daha önemli.
Türkçeye, Türk diline, Türk edebiyatına çok büyük emeği var.
Mehmet Akif Ersoy’un, Nurettin Topçu’nun yeniden ve bir daha keşfedilmesinde çok büyük emeği var.
İstiklal Marşı’nın kıymetinin anlaşılmasında çok ama çok mücadelesi var.
Defalarca yazdıklarım konusunda usulünce beni uyarmıştı. İyi ki de uyarmıştı.
Benim gibi birçok arkadaşı da uyardığını biliyorum.
Yüksünmez. Tembellik etmezdi.
Biz onun küçüğüydük ama o hep arar, sorar takip ederdi.
38 yıl önce tanış olmuştuk. Ben bıyığı yeni terlemeye başlamış 18 yaşında bir toydum. O, bizim hatalarımızı örten, yarenlik eden büyüğümüzdü. Bazen çok uzak kaldık. Bazen uzaktan, haberleşir olduk. O zamanlarda bile nice “atarlı” halimizi, tolere etmişliği oldu. Nice yazdığımız hatalı cümleyi düzeltmişliği oldu.
Şimdi onu yolculuyoruz.
Rabbim merhametiyle mukâbele etsin kıymetli ağabeyim, saygı değer büyüğüm… D.Mehmet Doğan ağabey.
Ahirette bulununcaya kadar Allah’a ısmarladık.
Yorumlar22