Alman Ergenekonu ve Deniz Feneri
- GİRİŞ12.08.2011 08:07
- GÜNCELLEME12.08.2011 08:07
Size bu gün 3 yıl önce sevgili dostum İbrahim Karagül’ün Yeni Şafak gazetesinde yazdığı çok önemli bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum. İbrahim Karagül, Deniz Feneri e.v davasının neden o dönem için bir yıl sonra başladığını sorgularken aynı zamanda Almanya’da o dönemde yaşanan meşum vakayı da hatırlatıyor.
Hani o Türklerin evlerinin yakıldığı, bebeklerin camlardan atıldığı ve sonunda tabutların Almanya’dan Gaziantep’e taşındığı o soru işaretleriyle dolu kötü hadiseyi…
Şimdi isterseniz 9 Eylül 2008 tarihinde Yeni Şafak’ta yayınlanan İbrahim Karagül’ün yazısının bir bölümünü okuyalım hep birlikte:
“…
Davanın (Deniz Feneri e.v H.Ö) bu denli gürültü koparmasının sebebi sadece; Türkiye'de iç siyaseti etkilemesi, içeride birilerinin bunu birilerine karşı kullanılması değildi elbet. Davanın kendisi, böyle kurgulandı. Yolsuzluk davası olarak değil, Türk iç siyasetini etkilemeye, belli bir siyasal çevreyi yıpratmaya dönük olarak kurgulandı.
…
Tartışmanın tarafları da sadece Ak Parti ya da Başbakan Tayyip Erdoğan'la Aydın Doğan ya da Doğan Grubu değil. Almanya gerek davanın hazırlanış biçimi, gerek kamuoyuna sunuş biçimi, gerekse Türkiye'nin iç siyasetini etkileyecek hatta bir hınç kampanyasına dönüştürecek şekilde pazarlanması açısından tartışmanın en önemli tarafı oldu. Hatta tartışmayı yönlendiren taraf durumunda. Türkiye'de kendine yakın olanlar üzerinden Türk siyasetine bir derin "Alman müdahalesi" izliyoruz.
İşte burada bizim de söyleyeceklerimiz var.
Alman yargısı ile Alman dış politikası arasındaki bağ bugünlerde oldukça kaba bir şekilde kendini hissettiriyor. Sadece bu olayda, Deniz Feneri davası üzerinden Ak Parti iktidarını hırpalama girişiminde değil, çok acı bir olayda daha gördük bunu biz.
Almanya'daki yangınları hatırlayın. Hani Ludwigshafen'dan Gaziantep'e uzanan acıyı, beşi çocuk dokuz kişinin nasıl yakıldığını, pencereden atılan bebeği hatırlayalım. Ardından Almanya'nın her köşesinde, her kentinde, her kasabasında Türklerin oturduğu evlere yönelik kundaklama faaliyetlerini hatırlayın. Hatta bu saldırıların Viyana'ya kadar yayıldığını..
Yangınlar son derece sistematikti. Belli bir haritaya göre saldırılar gerçekleşiyordu. Bildiğimiz neonazi saldırılarına hiç benzemiyordu. Ne tuhaf, saldırganlar, Türkiye'de bile hemen her sokakta olan, kameralar tarafından bile görüntülenmiyordu.
Dokuz kişinin can verdiği Ludwigshafen olayıyla ilgili elli uzman aylarca çalıştı. Görgü tanıkları nedense ifadelerini değiştirdi. Hiç kimse yakalanmadı, gözaltına alınmadı, tutuklanmadı, yargılanmadı. Sadece bu olayda değil, hemen sonrasında başlayan kundaklama olayları ile ilgili de (belki sayısı yüzü geçmiştir) hiç kimse yakalanmadı, sorgulanmadı, yargılanmadı. Diyelim yüz tane ev yakıldı. Alman polisi kimseyi bulamadı. Alman savcılığı hiç kimseyi mahkemeye sevk etmedi. Böyle adalet teşkilatı, böyle polis teşkilatı, böyle istihbarat teşkilatı mı olur? Oysa böyle olmadığını, Almanya'nın bu kurumlarının ne olduğunu biliyoruz. Aynı adliye sistemi bakın Deniz Feneri Davası'nda ne kadar becerikli. Neden? Çünkü bu davanın başka hedefleri de var.
Alman Federal savcılığı doğru dürüst hiçbir açıklama yapmadan dosyaları kapattı. Hem de büyük bir pişkinlikle. İşin daha da tuhafı, kimse; "yahu neler oluyor" diye sormadı.
Ben Almanya'nın bu tuhaf tutumunu sorgulayan yazılar yazdım.
… Olayı "Alman Ergenekonu" olarak niteledim. Yangınların; Türkiye'deki Ergenekon davasından bir hafta sonra başlamasına dikkat çektim.
Şimdi "Alman Ergenekonu" kavramını yeniden düşünüyorum. Türkiye'deki Ergenekon operasyonu sonrasında Almanya'daki sistematik derin devlet operasyonlarını yeniden düşünelim. Türkiye'deki Ergenekon operasyonunun taraflarını da bir kez daha hatırlayalım. Her hangi bir yolsuzluk davası üzerinden, Ergenekon tasfiyesinin de içinde bulunduğu, nasıl bir siyasi kampanya yürütüldüğünü, bu kampanyanın Türkiye'deki iktidar aygıtlarını ne yöntem sarsma hedefinde olduğuna özellikle dikkat edelim. Ama özellikle taraflara, hangi operasyonun hangi ülkeleri rahatsız ettiğine bakalım derim ben.
…”
Okudunuz…
3 yıl önce yazılmış bir yazının bugünlere de ne denli ışık tuttuğunu fark ettiniz sanırım benim gibi siz de ne dersiniz?
Bu yazının öncesinde İbrahim Karagül Alman Ergenekonu ile Türkiye’deki Ergenekon yapılanmasını konu alan yazılar da yazdı ve birçok soruyu köşesine taşıdı. İbrahim bu yaptığı ile bazı çevreler tarafından eleştirildi. Ancak o iddialarında ve rahatsızlık veren yazılarında ısrar etti.
Israr ettiği konuların çoğunda zaman İbrahim’i haklı çıkardı. Deniz Feneri e.v meselesiyle ilgili yazdıklarında da haklı çıkacağını düşünüyorum ben.
Sadece zamana ihtiyacımız var…
Sizce de öyle değil mi?
Gizlilik kararına ne oldu? |
Deniz Feneri e.v soruşturması kapsamında Ankara’daki süreçte dikkatinizi çeken bir şey olmuştur elbette. Ancak ben yine de hatırlatmak istiyorum. Bugünlerde, candaş medya müthiş bir gazetecilik (!) başarısına imza atıyor. Neredeyse her gün savcılar tarafından sorgulananların ifadelerine ulaşıyor! Ve gizlilik kararı bulunan dosyadaki belgeler ne hikmetse gazete sayfalarını süslüyor! Sahi bu dosya üzerinde gizlilik kararı olduğunu ve bu gizlilik kararının titizlikle (!) uygulandığını her fırsatta dillendiren merkez medya bu duruma ne diyor? Ya da bu gizlilik kararını titizlikle uygulayan (!) değerli savcılarımız bu duruma ne diyor? Yoksa “Radikal bir kararla aydınlık yarınlar için birgün dahi taraf tutmamak gerekmediğini bilmiyorlar mı?” Biliyorlar elbet… Lakin benimkisi sadece merak! |
Kalın sağlıcakla.
Hasan Öztürk - Haber 7
hasan.ozturk@ulketv.com.tr
Yorumlar10