Yeniden sathı müdafaa dönemine girilmelidir
- GİRİŞ25.09.2011 09:16
- GÜNCELLEME25.09.2011 09:16
Bu top yekun bir savaştır artık!...
“İyi şeyler olacak” diyen devletin tepesine rağmen!...
Ve ardından başlayan “kardeşlik projesi” ile “açılım”a rağmen!
Tartışma, konuşma, müzakere…
Ara sıra biraz kütürtü patırtı…
Bazen Reşadiye...
Bazen İskenderun.…
Ardından Ilgaz!..
Şehitler, ölüler…
Gaziler…
Teslim olanlar, evini arayanlar…
Kaybolup yitenler…
Hepsine rağmen!
Kamuoyu yönetimi, halkla ilişkiler başarısı...
Arkamızdan esen güzel rüzgara rağmen..
Bir süreç…
Açıkçası sancılı fakat “umut dolu” günlerdi!
Neredeyse son üç yılın özeti yukarıda söylediklerim.
Oysa şimdi onca acı tecrübemiz…
Yaşadıklarımız bir tarafa…
Terör örgütünün “taşeron olarak kullanıldığının” sanki tam da “iz düşümü” bir süreç..!
(Suriyeli Fehman Hüseyin’e bağlı terör örgütü PKK’nın yan unsuru TAK… İsrail ile Doğu Akdeniz’de bilek güreşine tutuşmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni köşeye sıkıştırmak için hem başkentte hem bölgede şiddet. Burada taşeronluktan bahsetmeyeceğiz de ne zaman bahsedeceğiz. HÖ)
Bu kadar da olmaz dedirten bir süreç bu...
Bu kadar da olmaz!...
Gerçekten de maksat eğer yanlış olduğunu bildiğimiz halde “Bu memleketin Kürtleri için daha yaşanabilir bir hayat talebi” için silahlı mücadele idiyse…
Tam da 1 Ekim’e (Meclis’in açılış tarihi) az bir süre kala…
Yeni Anayasa tartışmalarının alevlenmesine ramak kala…
Başta Ankara’daki infial uyandıran saldırı…
Ardından 4 genç kadının katledilmesi.
Ve yazımı yazdığım şu saatlerde ekranlara düşen son dakikalarla “Pervari’de karakola baskın: 5 şehit” Diyarbakır Hani’de jandarma ve polise yönelik ağır silahlarla saldırılar…”
Bunun adı belli: Top yekun savaş!
Dişe diş... göze göz!...
Bir BDP’li ne demişti geçenlerde, “Kıyamet kopacak! Kötü şeyler olacak!”
Süreç Ak Parti’yi 6 ay içinde iktidardan uzaklaştırmak üzerine kurgulanmış.
Bunu da BDP’lilerden öğrenmiştik hatırlayın!
TEKRAR DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA MODELİ
Şimdi serinleyip size “Düşük yoğunluklu çatışma” modelini hatırlatmak istiyorum.
Zira, son günlerde özellikle polis merkezlerine ve jandarma karakollarına yapılan saldırılar tıpkı 1980’li yıllardaki karakol baskınlarıyla neredeyse birebir örtüşen saldırılar.
Hatırlayın, o yıllarda derme çatma karakollara doldurulmuş askerler hakim tepelere konuşlanmış ağır silahlı terör örgütü militanlarınca kurşun yağmuruna tutuluyordu…
Kahkahalar atarak karakol kurşunlayan teröristler bunu bir de kamera ile kayıt yapıyorlardı.
Ancak o tarihten sonra alınan radikal kararla güvenlik güçleri “düşük yoğunluklu çatışma” modeliyle alan hakimiyetine geçirilmişti.
1990’lı yılların başından itibaren düzenli birlikler sabit yerlerini terk etti.
PKK terör örgütünün sınır içindeki kampları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst bölgeleri oldu.
Terör örgütü militanları dağlarda rahat hareket edemez hale geldi.
Bu çatışma modelinin temelinde, küçük timlere ayrılan düzenli ordu “alan hakimiyetini” sağlamak maksadıyla sürekli hareket halindeydi.
Arazide, her hakim tepede; her kritik geçitte asker kontrolü ele geçirmişti.
Bu modelle birlikte bir çok sorun da ortaya çıkmıştı.
Köy boşaltmaları ve faili meçhuller gibi.
Ancak bunlar o dönemin devletin doğrudan “inkar” politikasıyla ilgiliydi.
Düşük yoğunluklu çatışma modeli ile o “inkar politikası”nı karıştırmamak gerekir.
Konuya dönecek olursak.
Bu gece yaşananlardan sonra ben devletin ve özellikle güvenlik güçlerinin tekrar alan hakimiyeti kurmak maksadıyla “düşük yoğunluklu çatışma” dönemini başlatmasını öneriyorum.
Zira karakollarda ve polis merkezlerine doldurulmuş asker ve polisler keklik gibi avlanırken…
Ankara’nın orta yerinde bomba, patlarken…
Polis sanılan 4 kadın kurşun yağmuruna tutulurken…
Bu memleketin evlatlarının “tedirgin” olmamasını beklemek biraz haksızlıktır.
Devlet devletliğini yapmak ve vatandaşlarının can güvenliğini sağlamak durumundadır.
Süleyman Çobanoğlu dostumun Ramazan Bayramı akşamı Ülke TV’de Aslında Ne Oldu programında bana şunu söylediğini hatırlıyorum:
“Türk Silahlı Kuvvetleri Güneydoğu’da kesin bir zafer kazanmak zorundadır!”
Sahi sizce de elinde silah olan ve kan dökmekten çekinmeyen terör örgütüne karşı böyle bir zafer bekleme hakkımız yok mu?
Terör örgütü ile top yekûn mücadelenin yöntemi Mustafa Kemal’in "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır” sözünde saklıdır.
Terörle mücadele demokratik açılımı sekteye uğratmasın istiyoruz.
Lakin terör örgütünün bu kadar kolay, bu kadar rahat, bu kadar cüretkar; saldırmasını da hazmediyor olamayız!
Kalın sağlıcakla.
Hasan Öztürk / Haber 7
hasan.ozturk@kanal7.com
Yorumlar12