Kaza-kader, kulun sorumluluğu

  • GİRİŞ12.07.2020 10:58
  • GÜNCELLEME12.07.2020 10:58

Hocam ben kader konusunda size soru sormak istiyorum. Ben kaderi “İlim maluma tabidir” diye biliyorum; yani Allah’ın bilmesi günü geldiğinde kişinin cüzi iradesi ile onu yapacağı içindir, Allah kula cüzi irade vermiştir, yanlış mı düşünüyorum. Hocam bazı… okuyanlar cüzi irade böyle değil, sadece bir meyil, bir kas hareketi gibi bir şey diyor, bu bana mantıksız geliyor, bu imtihana da ters olur diye düşünüyorum. Bir de hocam bu kişilere soru sorduğunuzda “çok soru sormak iyi değil” diyorlar, neden? İslâm araştırmak sormak; hemen halk tabiri ile kafayı yemek midir?

Hakkınızı helâl edin biraz uzun oldu, cevabınızı dört gözle bekliyorum dua ile.

CEVAP

İslâm felsefesi, kelâm ve fıkıh usulü ilimleri “irade, kaza, kader, kulun fiili, sorumluluğu…” bahsini açmışlardır; bu konularda pek çok hususi kitap, tez ve makale yazılmıştır.

Geniş bilgi için TDV İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddeleri yanında hemen internetten indirip okuyabileceğiniz bir makalenin de adresini vereyim:

(Mahmut Ay, “Eş’arî Kelamında İnsanların Sorumluluğu”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt: 17, sayı: 2, 2004, sayfa: 91-107).

Sayın Ay’ın, makalesinden bu konuya İmam Eş’arî’nin bakışını ve bu bakışın tenkidini özetleyen şu satırları aktarıyorum:

“Eş’arî’nin insanın sorumluluğunu dayandırdığı kesb teorisi, başta bazı Eş’arî kelâmcılar olmak üzere pek çok İslâm bilgini tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Eş’arî kelâmının önde gelen temsilcilerinden biri olan Fahreddin Razi (h.606/m.l209), kesb için, “anlamı olmayan bir isim” ifadesini kullanmaktadır. İbn Teymiyye ise, Eş’arî’nin kesb teorisini, gerçekliği olmayan ve anlaşılamayan bir görüş olarak nitelendirerek, bununla insanların alaya alındığını belirtmektedir. Ona göre, kesb teorisinin savunucu, “insanın, fiili ihdas ve icat konusunda hiçbir etkinliğinin olmadığını söyleyerek” cebir anlayışına eğilim göstermektedirler. Onlar her ne kadar Cebriyye’den farklı olarak, insan için sonradan olma (hadis) bir kudret kabul etseler de, İbn Teymiyye’nin nazarında, gerçekte kesb’i savunanlarla Cebriyye temsilcileri arasında fark yoktur. Eş’arî, insanın sorumluluğunu kesb teorisi ile izah etmeye çalışmış, fakat kesb’i daha çok Allah’ın yaratmasına bağlı kıldığı için, insanın özgürlüğüne herhangi bir etkinlik alanı bırakmamıştır… Eş’arîliğin önemli temsilcilerinden biri olan el-Cuveyni, kesb teorisini eleştirerek, bu teori ile insan hürriyetini sağlamanın mümkün olmadığını belirtmiştir. Cuveyniye göre fiil, her ne kadar takdir ve yaratma bakımından Allah’a nispet edilse de, gerçekte insanın kudretiyle-meydana gelmektedir. Bu durumda insanın sonradan olma kudretinin fiillerinde etkili olduğu ve hakikatte fiillerin bu kudretle meydana geldiği inkâr edilemez bir gerçektir. Cuveyni’nin başlangıçta Eş’arî’nin görüşlerini paylaştığı, sonradan ise bu görüşlerin yanlışlığını fark ederek bunlardan vazgeçtiği ifade edilmektedir” (s. 98-99).

Benim için tatmin edici olan İmam Matürîdî’nin görüşünü şöyle özetlemek mümkündür:

Kulun fiilinin dört mertebesi vardır: 1. Küllî irade, 2. Yapabilmek için gerekli olan donanım ki, bu olmazsa yükümlülük de olmaz, 3. Cüz’î irade, 4. Yapıp etme gücünün (istitâ’tın) yapma (fiil) ile beraber yaratılması.

Kulda, fiilden önce, fiilin iki yönüne (yapmaya ve yapmamaya) harcama eşit derecede müsait olan bir kudret vardır (küllî kudret); bu, fiilden öncedir. Bir de yapmaya veya yapmamaya ait olan ve tam manasıyla oluşta etkili olan kudret vardır ki, bu fiilden önce değil, fiil ile beraber olur, buna istitâ’at (cüz’î kudret) denir. Burada küllî “birçok fiilden birini tercihe müsait”, cüz’î ise birine sarf edilen, birinde kullanılan manasındadır.

Özet olarak insanoğlu bir şeyi yapma veya yapmama için kullanılmaya müsait bir iradeye sahiptir. Bu iradeyi iki veya daha fazla mümkünden birine yönelttiği ve sarf ettiği zaman cüz’î iradesini sarf etmektedir, Allah Teâlâ da kulun, iradesini sarf ettiği şeyi (yani kesb ettiğini) yaratmaktadır. Yükümlü olabilmek için gerekli olan kudret (donanım) fiilden önce kulda vardır, fiili veya terki vücuda getiren kudret ise yapma veya yapmama sırasında Allah tarafından yaratılır.

Cennetlik veya cehennemlik olma yolunu seçme imkânı (ihtiyar) kula verilmiştir; kaza ve kader de kulun bu yoldaki ihtiyarına uygun olarak tecelli eder; çünkü Cenâb-ı Hak, kulunun ihtiyarını hangi tarafa sarf edeceğini ezelî ilmi ile bilir ve ona göre takdir eder. O’nun takdirî ilmine göre olur (ilme tabidir), ilim de malum ve vaki olacaklara göredir (bunlara tabidir; yani bildiği için olmaz, olacağı için bilir), bu sebeple müminlerin kaza ve kadere iman etmeleri, kesbin çeşitlerini elde etmek üzere mübah olan araçları ve imkânları kullanmalarına asla mani değildir.

Dini bilmemek ve inandığı halde günah işlemek

Ben bir şey sormak istiyorum. İnsanlar her türlü günahı işleyip, dinen kâfir gibi yaşayıp sadece Kelime-i Şehadet ya da tevhid getirdi diye cennete gidecekler mi? İnsanlar şu anda bir Allaha bir peygambere inanıyor ama hepsi bu. İbadet yok, kul hakkı ya da diğer günahların hepsi işleniyor. Torpil, iltimas, zulüm her sey var. Cehalet diz boyu. Hiç kimse hiçbir şey bilmiyor, dinle alakalı ve öğrenmek için çaba da yok. O zaman bilmeyip sadece Kelime-i Şehadet getiren bilmediği için her türlü günahı işleyen kârda gibi bir durum oluyor. O zaman ben de bilmeseydim de her türlü hayatı yaşayıp dünyanın her türlü zevkini ya da pisliğini yaşayıp bilmediğim için Kelime-i Şehadet üzere olup cennete gitseymişim. Bilen suçlu mu hocam. Bazı konuları öğrense inkar edip dinden çıkacak durumda insanlar var. O zaman cehalet teşvik edilen bir şey gibi olmuyor mu? Ben Kur’ân’ın her yerinde cennete gidecek insanlar için iman edip salih ameller işleyenler tabirini gördüm. Ama âlimler, “Amel imandan bir cüz değildir” diyerek sadece iman edilse bile cennete gidileceğini söylüyorlar. Bu konu hakkındaki görüşleriniz nedir hocam? Muhalefet olmak ya da itiraz etmek için sormuyorum hocam. Çünkü insanlar tevhid üzere öldüklerinde eninde sonunda cennete gideceklerini düşündükleri için her türlü haksızlıktan, günahtan kul hakkından yalancı şahitlikten korkmuyorlar. Cevabınız için şimdiden teşekkürler.

CEVAP

Ehl-i Sünnet âlimleri birçok ayet ve hadise dayanarak imanı olan günahkârların bir süre cehennemde cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerini söylüyorlar. İnsan psikolojisi incelenirse insanın, inandığı halde başka iç ve dış saikler, baskılar… yüzünden inancına aykırı davranabildiği görülüyor. Şöyle düşünelim: Bu dünyada bir kimseye bir yıl devamlı ateşte yanmayı kabul edersen sana dünyayı verecekler deseler bunu kim kabul eder?! İşte bunu Allah şöyle demiş oluyor;: “Eğer sen dünyada şu haram zevk ve menfaatleri tercih edersen ahirette şu kadar yanacaksın!” Bu ilahi buyruğa gerçekten inanan kimselerin yanmayı göze almaları kolay mıdır? İnandım dediği halde günah işleyenler ya gerçekten inanmıyorlar, ya imanları ve iradeleri zayıf, ya eğitimleri eksik, ya şehvet vb. duyguların güçlü baskısı galip geliyor. Bu durumlara göre de ahirette karşılığını görüyorlar ve sonra cennete gidiyorlar; çünkü Allah’a imandan daha büyük bir ibadet ve Allah’ı inkârdan (imansızlıktan) daha büyük bir günah yoktur.

Bilmemek mazeret midir?

İslâm geldikten sonra onu duyma, bilme, öğrenme imkânı bulunan bütün insanlar bununla yükümlüdürler. ‘Müslümanım’ diyen ve İslâm ülkelerinde yaşayan insanların ise İslâm’ı öğrenmeden ömür geçirmeleri büyük bir günahtır. Bunlar hem dinde cahil kalmanın hem de bu yüzden işledikleri günahların cezasını çekeceklerdir.

Yenişafak

Yorumlar1

  • Kul 4 yıl önce Şikayet Et
    Allah ( c.c ) razı olsun Sn. Karaman. Haddim değil ama bende aklıma gelenleri paylaşmak istiyorum belki bir yararı olur . 1.Soruda aklıma gelenler : Allah (c.c.) zamandan ve mekandan münehzehtir .Zaman ve mekan sonradan yaratılan varlıklar için Allah'ın koyduğu kanunlardır . 2.soruda aklıma gelen ise : Sürekli günah işlemek insanın kalbini katılaştırır ve kişinin inkara sürüklenme ihtimalini yükseltebilir , Allah muhafaza .
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat