Bazı mihraklar, bu ülkenin tapulu arazi olmasını istemiyor
- GİRİŞ10.04.2010 13:06
- GÜNCELLEME10.04.2010 13:06
Çünkü tapulu arazinin, tanımlanmış bir hukuku ve aynı zamanda, bu hukuku takip edecek bir sahibi vardır.
Bir mafya oluşumu, gözüne kestirdiği bir araziyi korumak için çok yüksek gerilimli hassasiyet politikası uygular. Araziyi elde tutmak içinde bunu devam ettirir. Çünkü; arazinin tapusu yoktur, hukuksuzdur, her an bir başkasının eline geçme ihtimali vardır.
Şöyle bir düşünecek olursak; bir kişinin, hukuku belli olan tapulu arazisine ne yapılırsa yapılsın, eninde sonunda, hak ve hukuk, toprak ve hukuk sahibinin lehinde tecelli eder. Bu hakkı korumak içinde kimsenin uykuları kaçmaz.
Hukuk sistemi oturmuş devletler tapulu araziye benzer. İnsanlar arasında sınır sorunları yaşanır ama hiç bir zaman bu küçük ihlaller kıyamet koparmaz
Avrupa devletlerinde anayasa, hukuk, hürriyet ve konuları tartışılırken kimse devletin yok olacağı kaygısına kapılmaz, çünkü arazileri tapuludur. Bizde ne zaman bir hukuk talebi ortaya çıksa, hazine arazisini koruyan mafya celalleniyor ve her durumu “yeni tehlike” olarak vazediyor.
Tek parti zihniyeti ve bürokrasisi, hukuku tanımlanmamış keyfiliğe açık bir sistem kurdu. Süreç içerisinde keyfilikler o kadar kanıksandı ki, hukuksuzluğu yapan insanlar kendilerini hukuk sandılar. Çünkü, bu güne dek hiçbir keyfilik cezasını bulmadı. Konu hakkında derinlemesine bilgi aktarmaya gerek yoktur. Her vatandaşımız yaşanan bu hukuksuzlukların canlı şahididir ve çilesini kendisi çekmiştir.
Tek parti döneminden beri ülkemizi yönetenler kendilerini devletin ta kendisi saymışlardır. Bu paranoya Türkiye’nin yenilenmesinin önünde en büyük engeldir. Bu güne kadar devlet onların devleti, hukuk onların hukuku, zenginlik onların zenginliği olmuştur. Tıpkı Güney Afrika siyahları gibi, halk bu hukukun yeniden tanımlanmasını istiyor. Ne zaman, milletin, hak hukuk talebi belirginlik kazansa, bir grup insan bu durumu kendileri ve aynileştikleri devlet için tehdit saymışlardır. Bu talep sahiplerini ise hainlikle, solculukla veya gericilikle suçlamışlardır.
28 Şubat sürecinde yürütülen dış destekli Türkiye’yi cüceleştirme operasyonunun canlı şahidiyim. Özal dönemiyle başlayan “özgür Türkiye” arayışları, kısa sürede yerini, baskıcı, hasta ruhlu paranoyak, darbe peşinde koşan adamların kol gezdiği “korku imparatorluğuna” terk etti.
İktidar hırsından neye saldıracağını şaşıran güruh, siyasileri, gazetecileri dindarları, vakıfları, dernekleri vs. önüne gelen herkesi devlet düşmanı ilan edip karşısına aldı. Büyük hukukçularımız bu kanunsuzlukları engellemek yerine brifinglerde militan demokrasi retoriği talimi aldılar. Medya, “çanağı” en iyi nasıl tutarım derdine düştü. Siyasiler aşağılanıp darbeciler yüceltildi. Devlet vatandaşı ezen bir canavara dönüşmüştü. İnsan, otorite karşısında her zaman zayıftır. Onu otoriteye karşı koruyacak olan kanundur, hukuktur. Maalesef o gün kimse hukukun varlığından dolayı bir güven duygusu yaşayamadı.
28 Şubat sürecinde kızılca kıyamet koptu. Sonunda olan hazine arazisine oldu. Paşalarımızın çoğu bankaların ve büyük şirketlerin yönetim kurullarına üye oldular. Süleyman Demirel, medya ve askerlerin eliyle kurulan hükümetler bankaları hortumladı. Türkiye 200 milyar doları bulan zararlara uğradı. Hiç kimse yaptığından ötürü bir zarar görmedi, olan yine Türk halkına oldu.
Devleti koruma refleksinde olan elitlerin durumu, göz koyduğu hazine arazisini koruyan mafyanın durumuna benzer. Çünkü, bu, hakkaniyete dayalı olmayan bir durumdur.
Ez cümle, bugün anayasa tartışması tekrar gündemimizde. Vatandaş hak ve hukuk istiyor. Hazine arazisinden vazgeçmek istemeyenler feveran ede dursun, hürriyet namına atılan her adım Türk halkının lehinedir, vesselam… Biz istiyoruz ki, arazimiz tapulu arazi olsun.
İhsan AKTAŞ / Haber 7
iaktas@genar.com.tr
Yorumlar3