Papatya falı; saldıracak, saldırmayacak!..
- GİRİŞ06.08.2024 08:29
- GÜNCELLEME06.08.2024 08:29
Bazı televizyon kanallarına kalmış olsaydı, İran çoktan İsrail’e intikam saldırısında bulunmuş olacaktı… Trajikomik bir durum gerçekten. Her biri elinde cep telefonuyla son dakika bilgisi veren strateji uzmanları!
İran’ın muhtemel bir misilleme ve intikam saldırısına karşı, niçin bu kadar şüphe ve tereddüt söz konusu? Âdeta papatya falına bakar gibi bir durum yaşanıyor; Saldıracak… Yok saldırmayacak… Saldırı bu defa çok büyük olacak… Hayır, yine sembolik seviyede kalacak… İnanınız bu tartışmalar bile tek başına rahatsız edici ve İran adına acınası bir hâl! İran bu hâllere nasıl düştü? Nasıl oldu da, kendisine yönelen saldırı ve sızmalara karşı bir nevi kevgire dönüştü? Son yıllarda, İsrail tarafından İran’a karşı gerçekleştirilen sayısız suikast ve sabotaj, işlenen onlarca cinayet ve ülkenin en kritik, stratejik tesislerinde verilen devasa zararın tam olarak tespiti bile yapılabilmiş değil!.. Mayıs ayında düşen (belki de düşürülen) helikopterde İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı hayatını kaybetti. Aradan geçen zamanda, İran toplumunu ve dünya kamuoyunu tatmin edecek inandırıcı bir açıklama yapılmadı, yapılamadı. Yapılabilir mi? Çok meşkûk… Hiç şüphesiz, İran çok sıkışmış bir vaziyette. İçeride ve dışarıda ciddi mesele ve tehditlerle karşı karşıya. İran’ı bu duruma sokan sebepler çok çeşitli ve geçmişte gelen derin etkenler var. Humeyni devrimini yani 1979’daki büyük alt –üst oluşu başlangıç olarak alırsak, en azından kısmen olup bitenlerin bir analizini yapmak mümkün olur…
Tek cümle ile özetlenirse, Humeyni devrimi İran’ın kimyasını bozdu… Evet, İran devrimi başka ülkelerde meydana gelen devrimlerden birçok yönlerden farklı oldu. Devrimin kan ve şiddet bölümünü ayrı bir yere koyalım. En az üç yüz bin kişinin kurşuna dizildiği, darağacına çıkarıldığı bir ülkede, insanlar can güvenliği ve hayatta kalma endişesini iliklerine kadar hissetmez mi? Bu kadar büyük bir tehlike karşısında yerini yurdunu bırakıp bilmediği beldelere doğru kaçmaz mı? Öyle oldu… Milyonlarca İranlı evini barkını bırakıp yabancı ellere kaçtı. Dünyada, kendi yurdundan uzakta yaşayan insanların en kalabalık gruplarından biri de İranlıdır. Gurbetteki, sürgündeki İranlıların sesini duyurmak için kurduğu radyo ve televizyon kanalları ile internet siteleri, bunun dikkat çekici bir yansımasıdır… Ancak son kırk beş yılda, İran’ı hayli derinden değiştiren ve dönüştüren faktör, Humeyni devriminin başa getirdiği, Şii inancına dayalı siyasi rejimin özellikleri ve üslubudur. Her vesileyle bu köşede de, mükerreren dile getirdiğimiz üzere; İran’daki paralel iki yapı arasındaki zıtlaşma ve iç iktidar rekabeti ile bugüne kadar yaşanan zaaflar, ülkeyi çoktan tıkanma noktasına getirmiştir! Bu tıkanmayı, iç sistemdeki baskı unsurlarıyla; yönetim ve otorite gücünün aslan payını ele geçirmiş veya zaten en başta üstünlüğü peşinen edinmiş bulunan dinî – hiyerarşik düzen, despotik karakteri ile sürdürmeye çalışmakta… Gelgelim bu ikilik içinde yaşanan mücadelenin, bizatihi devletin güç ve işleyişine büyük sekte vurduğu açıktır. Son kırk beş yılda devam ettirilmeye çalışılan “devrim ruhu”, sonu belirsiz ve çok yüksek ihtimalle menfi bir neticeye varacak mahiyette. İran’daki mevcut düzenin savunucuları bunu kabul etmek istemiyor bittabi… Gerçeklere gözünü yummak veya hariçte düşmanlar peydahlayarak içeriyi birlik içinde tutmaya çalışmakla, durumu idare edebileceğini düşünmek çok sakil bir düşünce! Gelinen noktada, İran rejimi savunucularının çok ciddi bir öz eleştiri yapması gerekiyor. Velakin öyle bir hava sezilmiyor…
İran çok fena hâlde sıkışmış vaziyette dedik… Sadece son iki üç yılda dışarıdan maruz kaldığı, daha çok da ABD ve İsrail’den gelen hamlelere karşı içine düştüğü acizlik ve çaresizlik bunun en açık delili. İran her seferinde, Lübnan’daki Hizbullah veyahut Yemen’deki Husiler gibi dış unsurlarla ve vekâlet savaşları yoluyla karşılık vermeye çalışıyor. Ne var ki, İran kendi toprakları içinde meydana gelen saldırılara karşı büyük acizlik yaşıyor ve güçlü devlet refleksi veremiyor. Son olarak, HAMAS Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye’nin Tahran’da suikasta uğraması, bu ülkeyi büyük bir çıkmaza soktu. Hiç şüphesiz Heniyye suikastı İran’ın bir şeref meselesi hâline gelmiştir. İran bu yükün altından kalkabilecek midir? Normal şartlar altında İran gibi köklü bir devlet geleneğine sahip devletin, ona göre siyasi ve askerî bir karşılık verebilmesi gerekir. Fakat yukarıda işaret ettiğimiz üzere, bizzat devleti yöneten düzen ve rejimin mahiyeti sebebiyle güçlü devlet özelliğini yansıtamıyor. Büyük bir bocalama içinde, sadece hamasetle işi götürmeye çalışıyor. Bakınız Kasım Süleymani, Nükleer Fizikçi Muhsin Fahrizade suikastları, Şam’daki diplomatik misyon binasına yapılan ve yedi İran askerinin ölümüyle sonuçlanan saldırı ile son olarak İsmail Heniyye’nin sözde en güvenli bölgede ve çok kısa bir zaman zarfında öldürülmesi… Bütün bu ve bunlar gibi ciddi hadiselerin akabinde, İran cenahından aynı minval üzere laf-u güzaftan ileriye geçemeyen açıklamalar duyduk… Özetlersek; İran derin zaaflar içinde ve bu hâliyle büyük meselelere karşı güçlü duruş gösterecek iktidardan mahrum görünüyor!.. Evet, soru ortada: İsrail’e saldıracak mı, saldıramayacak mı?
İsmail Kapan / Türkiye Gazetesi
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol