Taksim’i kime veriyoruz, kimden kurtardık?
- GİRİŞ30.05.2021 09:07
- GÜNCELLEME30.05.2021 09:07
Soru şu: Taksim’e bir cami lazım mıydı? Cevapsa şu: Evet, lazımdı. Boydan boya İstiklal Caddesi’ni ve meydanı hesaba kattığımızda Taksim’de güzelim Ağa Camii ve birkaç mescit dışında namaz kılınabilecek bir yer yoktu.
Diğer yandan, Taksim’de bir meydan camii ihtiyacı, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan “Müslüman olmayan azınlıkları azaltma” politikası ile yakından ilgili. Pera’da, nüfus hızla Müslümanlaşınca ibadethane ihtiyacı da kaçınılmaz hale gelmiş seneler içerisinde. Yani “Taksim’e bir cami lazım mıydı?” sorusunun ilk cevabı fiziki benim açımdan. Evet, kesinlikle lazımdı.
Diğer yandan, 1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim Meydanı projesini açıklamasından beridir “Taksim Meydanı’na cami yapılması” siyasi bir meseledir de. Türkiye’de herhangi bir noktaya, herhangi bir mahalleye, herhangi bir meydana cami yapılmasıyla “geri kalmak” arasında bir bağlantı olduğunu varsayan ve bunu “mücadele edilmesi gereken bir alan” olarak belirleyen Türk sekülerleri için affedilmez bir girişimdi Taksim’e cami projesi.
Yazık ki Türk modernleşmesinin ürettiği seküler tipinin seneler içerisindeki değişimi “negatiften pozitife” değil, “negatiften daha negatife” bir yolculuk. Dolayısıyla neredeyse 25 yıldır Taksim Camii meselesine verdiği tepki bu negatif yolculukla alakalı. Türk seküleri zannediyor ki Taksim’e bir cami inşa edildiğinde kendi hayat tarzı yerle yeksan olacak, rahatlıkla yapmak istediği şeylerin hiçbirini yapamayacak. Oysa son yirmi yıldır “hakikat” bu beklentinin gerçek olmadığını ortaya koyuyor. Seküler hayat tarzına hiçbir şey olmuyor memlekette. Sekülerlerin hayat tarzı üzerinde bir belirgin baskı falan da görmüyoruz.
“Türkiye Malezya olacak mı?”, “mahalle baskısı” ve benzeri tartışmaların gölgesinde “aha şimdi alacaklar hayat tarzımızı elimizden, işte birazdan bizi mahvedecekler” beklentileriyle ilerliyor sekülerlerin hikayesi. Üstelik, kelimenin gerçek anlamıyla konuşmak gerekirse “hiçbir şey olmuyor” hayat tarzlarına.
Madalyonun diğer tarafında ise Taksim Camii’ni açılmasını “Ayasofya’nın açılması ile eşdeğer” gören muhafazakarlık var. Bunu devasa bir politik zafer olarak kutluyorlar ve bu kutlamaya coşkuyla katılmaya davet ediyorlar herkesi. Oysa Ayasofya, Türkiye’nin bağımsız ve kendi kararlarını verebilen bir ülke olduğunu göstermesi bakımından hayati önem arz ediyordu. Aynı önemi Taksim Camii’ne atfetmek, hem bu güzel camiye hem de Ayasofya’ya haksızlık etmek anlamına gelir.
Taksim’i kimseden almadık, Taksim’i fethetmiyoruz da, orası net. Ne var ki Taksim Camii’nin açılışı sekülerler tarafından bu denli siyasallaştırılınca cami açılışı muhafazakarlarda bir “fetih duygusu” oluşturuyor. Kaçınılmaz olarak oluşan bir sarmal bu.
İşte benim kendi adıma “tehlikeli” bulduğum yer de burası. Türkiye’deki seküler-muhafazakar çatışmasının “semboller” ve “gündelik politika” üzerinden derinleşmesini, kökleşmesini, dal budak salmasını Türkiye’nin geleceği açısından sağlıklı da bulmuyorum, sürdürülebilir de.
Ben, Türkiye’nin varoluş ve var kalış mücadelesinde feda edebileceği tek bir insan olmadığını düşünen taraftayım. Bütünüyle Batı değerleriyle hareket ederek modern dünyanın inşa ettiği kültürel iktidara köle yazılan sekülerlerin de, Taksim’e cami yapılınca Fetih Marşı okuyan muhafazakarların da, hatta olana bitene belirli bir mesafeden bakabilme kabiliyetini muhafaza etmeye çabalayan bazı diğerlerinin de bu varoluş ve var kalış mücadelesinin bir parçası haline getirilmesinin hayati olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda sık sık dillendirdiğim ve başkalarından da sıklıkla duyduğum “yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacımız var” cümlesini buradan ve böylece anlamaya, anlatmaya çabalayışım da bu yüzden.
Ve bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek üzere ifade etmeliyim ki önerdiğim şey “hayat tarzlarımızı değiştirmek” değil. Tam tersine “hayat tarzlarımızı bir kavga alanı olmaktan çıkarma cesareti”ni gösterebilmek.
2023’e “yeni anayasa” tartışmalarıyla girip, yıl içinde yeni bir anayasayı oylamış olacağız anladığım kadarıyla. Bu anayasanın bahsettiğim “toplumsal mutabakat”a ve “cesaret”e kesin bir katkı vermesi en büyük umudum.
Taksim Camii, hayırlı olsun. Banisine kıyamete dek ecir versin. İçinde nice namazlar kılınıp nice güzel dualar edilsin. Dualarımızın ortak noktası Türkiye olsun. Çünkü Türkiye “kabul edilmiş bir dua” olursa dünyanın hikayesi güzelleşecek.
Yeni Şafak
Yorumlar1