Savunma hattında bir gevşeme: Pasif ahlak

  • GİRİŞ13.09.2024 09:25
  • GÜNCELLEME13.09.2024 16:43

Diyarbakır’da yaşanan ve öyle anlaşılıyor ki sadece masum bir çocuğun cinayeti ile -ki o bile yeterince acı iken- izah edilemeyecek bir toplumsal travmayla yüzleşiyoruz.

İfade tutanaklarına yansıyanlar; gerçekten tahammülü zor, mideleri bulandıran çok ciddi ahlaki yozlaşmaları -ancak Herodot tarihinde okuduğum ve pagan toplumlara özgü- andırıyor.

Bugün sonuçlarıyla yüzleştiğimiz ve Anadolu irfanımızın asla kabul etmeyeceği bu hâl ve tutumların sebepleri konusunda çok daha derin düşünmeye, tahliller yapmaya acil ihtiyacımız var.

Narin kızımızın hiç de adil olmayan bir şekilde, hatta ailesinin ve en çok güvendiklerinin eliyle ölüme gitmesinin yıktığı perdenin arkasından ortaya saçılanlar asla hafife alınamaz.

Palu ailesiyle yaşadığımız o travmayla bile gereken yüzleşmeyi yapamamışken böylesi bir sosyolojik tablo, her birimizin karşısına çok büyük sorular ve sorumluluklar dikiyor.

Pasif bir ahlak anlayışıyla, “Bana ne kardeşim. Ben kendi ahlakımdan sorumluyum. Her koyun kendi bacağından asılır.” dersek o zaman bu kötülükler, bir gün kendi kapımızı da çalabilir, Allah korusun.

Oysa İslam bize aktif bir ahlakı öneriyor.

Peygamberimiz, “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin. Ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin ki bu da imanın en zayıf noktasıdır.” diyor.

Bugün masum bir kız çocuğunun aile içi bir katliama kurban gitmesi kadar, şahitlerinin susması da vicdanları yaralamıştır.

Narin, bir insan yavrusu olarak geldiği ve koşup oynaması gereken dünyadan bir zalimin zulmüyle ve yine bir insan olarak gitti ama tanıkların susması insanlığı öldürdü.

Bugün bu konunun bu kadar gündem olması, işte tam da bu sebepledir.

İnsanlığı düştüğü yerden kaldırmak için samimi ve aktif bir ahlak anlayışı ile bütün toplumun kenetlenmesi gerekiyor.

Toplumsal yapımızın tahkimatlarını yeniden gözden geçirmek zorundayız.

Aile bir çocuğun en korunaklı, en müstahkem yeri iken ölümün buradan gelmesidir travmatik olan.

Bugün beylik laflarla konuyu sadece iktidarın sırtına yüklemek, gereken dersin alınmadığı anlamına gelir.

Bu, Kur’an’da da dikkat çekilen ve insanın temel zayıflığına işaret eden, “İyi ise ben yaptım, kötü ise ya Allah’tan geldi ya da başkası yapmıştır.” mantığına işaret eder.

Sorumluluktan kaçmak, bahanelere sığınmak gerçekleri değiştirmeyecektir.

İBB Başkanı da her zamanki gibi şov yaparak konuya girdi ve “Bir çocuğu yaşatamayan sistem değişmeli.” mealinde bir söz söyledi.

Bu o kadar altı boş, mantıksal kurgusu yıkık bir bakış açısı ki aslında…

Zira kendisinin de altından kalkamayacağı soruları akla getirdi doğal olarak.

Yönettikleri belediyelerin ihmaliyle ölenlerin acıları ortada iken ve henüz bunların hesabı da verilmemişken bu cümleyi kurmak, hakikaten çok büyük bir aymazlık gerektiriyor.

İBB Başkanı, acaba yönettiği belediye sınırlarında bütün ailelerin yanına birer refakatçi mi tayin etmiştir ki orada, ailesinin korumasında olan çocuklarla ilgili bu denli büyük laflar edebilmektedir.

Dünyanın hangi ülkesinde ya da hangi tarihte devletler, genel politikaları dışında, aileleri varken çocukları korumakla kendini yükümlü saymıştır.

Bu elbette devletin hukuki altyapıyı ihmal edeceği ve şiddeti masum görmesi gerektiği anlamına gelmiyor/gelemez.

Fakat mantık ilkelerinin dışına çıkan ifadeler, önce söyleyeni kendi sorumluluğu nispetinde mağdur edecektir.

“O çukuru açmasaydın o çocuk ölmeyecekti.” derler adama. 

Burada asıl mesele, toplumsal ahlakı yüceltmek ve yaymaktır oysa.

Her eve, her mahalleye ya da her insanın yanına bir koruma koyamazsınız ama onlara iyi bir eğitimle bir vicdan polisi verebilirsiniz.

Bugün yapılan bir başka aymazlık da seküler bir dünyanın, laik eğitim modellerinin ortaya çıkardığı sorunların suçlusu olarak İslam’ı göstermektir.

Sanki her şey İslam’a göre yapılıyormuş da suçlu da İslam diniymiş gibi.

Savundukları şeyin arkasında bile duramadıklarının en büyük ispatı da budur.

Hiç kusur yakıştıramadıkları seküler anlayışlarının dökülen taraflarını İslam’a atfederek sahte bir mutluluk yaşıyorlar bir yandan da…

Oysa gereken şey topyekûn ve vicdanlı bir arınma ve sonra da yeniden imar olmaktır.

Yapılması gereken, pasif ahlaktan aktif ahlaka terfidir…

İsmail Öz / Diriliş Postası

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat