Kültürel hamle ve sivil toplum

  • GİRİŞ18.10.2021 11:54
  • GÜNCELLEME19.10.2021 08:35

Tarık Buğra’nın da dediği gibi “kültür” diye bir şey vardır ve kültür bir toplumun olmak ya da olmamak meselesidir.

Bu var olma savaşında sivil toplumun yapacağı kültürel çalışmalar tarihî öneme sahiptir.

 Ülke olarak içinden geçtiğimiz çetrefilli süreçler, sivil toplumun önemini bize net bir şekilde göstermektedir.

Özellikle sorunların dillendirilmesinde kültür politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında STK’ların sesini ve sözünü yükseltmesi ülke için bir kazançtır.

TÜRKİYE’Yİ MERKEZE KOYMAK

STK’lar da politika üretirken binlerce yıldır içindeki her türlü farklılığı hoşgörüyle buluşturan Anadolu’nun medeniyet birikimini, irfanî zenginliğini, kültürel değerlerini ötekileştirmeyen; aksine birleştiren yönlerini göz ardı etmemelidir. Yerli bakış açısıyla evrensel ufku yakalamalı, pergelin ucunu bu topraklara sabitleyerek dünyaya açılmalıdır.

“Türkiye benim adesem, ölçüm ve realitemdir. Kâinata, insana, her şeye, oradan, onun arasından bakmak isterim.” diyen Tanpınar’ın ölçüsü örnek alınmalıdır.

Evrensel manada bir şey söylense bile Türkiye gerçeğinden uzak durmak sözü daraltır, eylemin etki alanını sınırlandırır.

Türkiye’yi merkeze koymadan yapılacak çalışmaların bu ülkeye hiçbir faydası olmaz.

GÜÇLÜ KURUMLAR

Türkiye’deki en büyük problemlerden birisi devlete yön gösterecek nitelikte, güçlü ve kültürel STK’ların az olmasıdır.

Millî bir duruşa sahip, bu milletin öz değerleriyle barışık bir gelenek oluşturan sivil kültür kurumlarının etkinliği artırılmalıdır.

Muhafazakâr camialar, sistemin uzun yıllar süren tasallutundan kurtulup ayakta kalabilmek için dayanışmayı, yardımlaşmayı öncelemişler ve bu alanlarda sivil toplum çalışmalarına yönelmişlerdir.

 Kültürel alandaki mücadelenin önemi çok geç fark edilmiştir ve bugün hâlâ bu geç fark edişin sıkıntıları yaşanmaktadır.

Diğer bir açmaz da muhafazakâr camianın sivil toplumda belli bir alana odaklanmak yerine dağınık gitmeyi yeğlemesi, farklı temalardaki çalışmaları tek çatı altında yürütmeye çalışması, bu sebeple bir alanda uzmanlaşamaması ve sözünü tesirli hâle getirememesidir.

HEM ETKİLİ HEM YERLİ

Kökü dışarıda olan ve yabancı sermaye tarafından fonlanan oluşumlar, kültür politikalarını belirleyecek ve gündem oluşturacak güce sahip olmuşlar; Türk milletinin kültür ve medeniyet değerlerini bir yana bırakıp küresel emperyalist güçlerin anlayışlarını, hayat tarzlarını topluma kültür-sanat yoluyla yansıtma yolunu seçmişlerdir.

Kültür-sanat aracılığıyla batı propagandası yapmak ve batıcı hayat tarzını dayatmak için bütün kaynaklar önlerine cömertçe sunulmuştur.

Filibeli Ahmet Hilmi “Batı’yı taklit ile alacağımız medeniyet bizi ıslah ve ihya etmeyecek, az çok milletin elinde kalmış olan yüksek ahlâk bakiyelerini de yok ederek bizi ölüm uçurumuna götürecektir.’’ diyerek ta o zamandan manidar bir durum tespiti yapmıştır ve maalesef haklı çıkmıştır.

 Bugün hâlâ o çukurdan çıkmaya ve bir düzlüğe ulaşmaya çalışıyoruz.

Türkiye’de milletin değerleriyle barışık, tamamen yerli sivil toplum örgütlerinin etki alanını artırmayı da konuşmamız gerekiyor.

Muhafazakâr siyasetin yönetim mekanizmasına geçmesinden sonra, ülkenin öncelikli kronikleşmiş sorunlarıyla mücadele etmeye yönelik harcadığı yoğun mesai sebebiyle istenilen düzeyde kültürel atılım henüz gerçekleşmemiştir.

YENİ BİR HAMLEYE HAZIR OLMAK

 Önümüzdeki yıllar için kalıcı bir kültür politikası ve kültür hamlesini milletimiz beklemektedir.

Bu beklentinin gerçekleşmesinde en büyük rol zamanın ruhunu yakalamış, dünü ve yarını doğru okuyan millî STK’lara düşecektir.

Her şeyden önce sivil toplum bu hamleye hazır olmalı devletlileri de harekete geçmeye zorlamalıdır.

Bu sebeple STK’lar kendini yenilemeli; sivil, şeffaf ve özgürlükçü yönlerini diri tutarak bağımsız ve bağlantısız bir duruşla Türkiye’nin menfaatine uygun kültürel projeler üretmede öncü olmalıdır.

VATANÎ VAZİFE

STK’ların kültürel direnişte en önde olması, vatanî bir vazife olarak değerlendirilmelidir.

Çünkü küreselleşme, millî kültürü tehdit eden en büyük unsurdur ve kültürümüz her zamankinden daha büyük bir tehdit altındadır.

Sivil toplumun karar alma ve karar verme aşamalarına dâhil olması sağlanmalıdır.

Millî kültür bilincinin devlet eliyle değil, sivil toplum yardımıyla daha canlı tutulacağı hakikati göz ardı edilmemelidir.

İçeride ve dışarıda diz çöktürülmeye çalışılan Türkiye’nin, kültür alanında yeni bir hamleye her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

 Türkiye artık kültürel birikimini dünyaya sunmalı, sınırlarını genişletmeli ve yazarlarımız, sanatçılarımız STK’lar üzerinden dünyaya açılmalıdır.

Kültür-sanat alanında özgün çalışmalar öne çıkarılmalı acilen kültür kadroları yetiştirilmelidir.

Devlet, kültür alanında faaliyet yürüten sivil inisiyatifi dikkate almalı, yumuşak güç kaynaklarını doğru bir şekilde kullanmalıdır.

Samiha Ayverdi vatan müdafaasını bir toprak ve coğrafya davası olduğu kadar; kültür, sanat ve medeniyet davası olarak da görür.

 Bu davanın kahramanları da sivil çalışmalar yapan kültür cephesinin ordularıdır. 

Sanatçıların ve aydınların tuttuğu kültür nöbetine cephe vazifesi gören kültür kurumlarının önemi her geçen gün artmaktadır.

Bu noktada yürüyüşe mani olan sorunların çözülmesi gerekmektedir.

Sorumluların sorumluluklarının şuuruna varmaları sorunların çözümünde ilk adım olacaktır.

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat