Yakın tarihe uzak nesiller
- GİRİŞ31.03.2022 13:40
- GÜNCELLEME02.04.2022 10:37
Bazı yarışma programlarında sorulan sorulara verilen cevaplara kahrolmamak elde değil. Her bölümde tarihinden kültüründen uzaklaştırılmış bir milletin trajik hallerini seyrediyoruz.
Birçok konuşmamda okullarda tarih bilgisi kadar tarih şuuru da vermeliyiz diyordum.
Maalesef geldiğimiz noktada tarih bilgisi de veremediğimizi görmüş olduk. Bu böyle gitmez, gitmemeli. Mutlaka bir şeyler yapmalıyız.
Tarihe uzak nesillerle ne istiklalimizi koruyabilir ne de istikbale emin yürüyebiliriz.
Tarihsiz nesiller talihsiz nesillerdir.
Tarih, ruhuyla inancıyla faziletleriyle bugüne can verir heyecan katar nasihatte bulunur.
Öyle de hassastır ki bakmazsanız korumazsanız hakikatle bağlantınız zayıflar.
TARİHTEN KOPARILDIK.
Tarihimizden koparılmamız elbette birden bire olmadı. Köksüzlük projesi acımasız bir şekilde üzerimizde uygulandı.
Ayrık otunun bile kökü varken koca bir millete köksüz ve öksüz olarak yeni bir kafa kağıdı çıkarılmaya çalışıldı.
Bütün izler birbirine karıştı. Üstad Sezai Karakoç’un ifadesiyle bir ‘babalar ve oğullar’ savaşında kimden yana olacağını şaşırmış torunlar gibi kaldık ortada.
Babadan kalan fotoğrafın sağ tarafı kesilmiş; resmin bütünü göremiyoruz bunun için.
Oğul bilinçli fakat asi idi, torun daha itaatkar ama o da cahil ve gafil.
Dedesine ait kara bir lekeye rastlarım diye talihine ve yakın tarihine küsmüş, tuttuğu takımın taraftarlığıyla aidiyet ihtiyacını gidermeye çalışıyor.
Bu ‘skor’a odaklı zihinlerimize şunu anlatmalıyız ki yenilgi daima zaferden daha fazlasını söyler.
Eğrisiyle doğrusuyla yaşanan yaşanmıştır, kimse bundan sonra yaşanacağın önüne de geçemeyecektir.
TARİH BİZE SAFIMIZI ÖĞRETİR
Tarihini bilme, bir safını belli etme yarışıdır.
Hangi safta olduğuna dair bir kayıt da ben düşeyim davasıdır.
Ayağa kalmak ve dik yürümek istiyorsan, nerede düştüğünü bileceksin; nerelerde daha çok tökezlemişim ince eleyeceksin.
Bizim artık düştüğümüz yerden ayağa kalkmamız tarihle bağımız koparan her türlü engelden kurtulmamız gerekiyor.
Yersiz yurtsuz köksüz birileri varsın bize yakın tarihimizin sahasını terk etmemiz için kırmızı kartlar göstermeye devam etsin.
Bizi köksüz bir millet yapma planına sadık kalanlara aldırmadan yeni bir yol ve yöntem bulup yeni nesillerle tarihimiz arasında sağlam köprüler kurmalıyız.
Biz yeter ki haktan yana tavrımızı koyalım batıl ne yaparsa yapsın sonunda mutlaka zail olacaktır.
Varsın sahte kahramanları bize kahraman diye sunsunlar varsın gerçek kahramanları hain göstersinler.
Varsın küllenmemiş kinleriyle birileri Abdülhamid Han’a kızıl sultan demeye devam etsin.
Biz kendi asrının bu küresel aktörünün can pahasına mücadelesinin hüznünün asaletinin ve stratejik dehasının dehlizlerine inmeye çalışalım.
Sultan Abdülhamid dönemini anlamaya çalıştığımızda onun devleti yaşatmakta gösterdiği inanılmaz mücadeleye şahit oluruz.
Bütün gücünü verdiği eğitim faaliyetleriyle sistemi nasıl düzeltmeye çalıştığını görürüz.
Bu dünyada onurlu yaşama azminin ne anlama geldiğini tefekkür etmek istiyorsak Abdülhamid Han portresi bize çok şey anlatmaktadır.
Evet, o çareleri ve çaresizlikleriyle küresel bir aktördü ve tekrar bu kalitede bir deha yetişmemesi için oynadığı bütün filmler imha edilmeye çalışıldı.
Necip Fazıl, “Abdülhamid’i bilmek, aslında her şeyi bilmektir.” diyor. Şüphesiz onu bilmek pek çok şeyi anlamlandırmak anlamına geliyor.
Birinci Cihan Harbi dışında kalmış bir Türk Devleti’nin, sömürgeleştirilmiş İslam ülkelerini zayiatsız kurtarabileceğini ve bu avantajla gücüne güç katacağını iyi hesaplayan bir Avrupa, bu yürüyen tehlikeye kayıtsız kalamazdı, kalmadı da.
YAKIN TARİHE UZAK KALMAYALIM
Bugün içerideki pek çok devlet karşıtı yapılanmada hala bu korkunun yaşattığı bir direnç var.
Ceremeleri hala ödenen Osmanlı’nın en sadık azınlıklarıyla bir anda kanlı bıçaklı olmasının ardında da aynı vehim kol gezmekte.
Öyle ise inadına yaklaşalım yakın tarihimize, kucaklaşalım koklaşalım şanlı şehitleriyle canlı şahitleriyle.
Biz ona bir adım yaklaşsak o bize koşarak gelecektir.
Yakın tarihin sayfaları arasında aydınlatılmayı bekleyen o kadar çok konu var ki.
Hepsi de tashih edilmeyi beklemekte hakikatin ortaya çıkmasını istemektedir.
Mesela bir Menemen’i sahneye koyan dışarıdaki elleri kavramak, darbsız darbesiz arbedesiz bir Türkiye için inanç tazelemek demektir.
Menemen’i ezberler üzerinden değil gerçekler üzerinden irdelemek gerekir.
Gariban asker Şehit Kubilayların değil, arş direği Es’ad Erbili gibi has erlerin toprağa damlayan imanlarının destanıdır Menemen. Okumadan anlamadan geçilmez.
Bir Menderes’i anlamak, bu milletin din iman ezan şehitleri omuzunda yükseldiğini anlamak demektir.
Aynı ellerin aynı ayakların tekrar be tekrar benzer taktiklerle bu milletin saf kan hadimleri üzerine nasıl yürüdüğünü görmek demektir.
Gençlere o günleri tek tek anlatmak gerek.
BUGÜNÜ ANLAMAK İÇİN
Bir Özal’ı bir Erbakan Hoca’yı anlamadan bugün elimizde bulunan nimetin kadrini bilmiş şükrünü etmiş olmayız.
Nice ‘savunan adam’lar omuzlamıştır bu milletin tarihini, hala da öyle olmakta. Hep de olacak.
Bu millet dirilecekse, bir ihya hareketine, kendimize ve insanlığa doğru bilgi, inanç, felsefe, ideal, aşk ve toprağa bağlılıkla şuurlu bir geri bakışa bir duyuşa bir duruşa ihtiyacı var.
Uzak kalınamayacak kadar yakınımızda ‘yatak görmemiş dev gövdeler’ bize iyi haberler vermek için beklemekte.
Yakın tarihimize uzak kalan nesillere kızmaya eleştirmeye hakkımız yok.
Onları tarihimizle buluşturacak kaynaştıracak bir eğitim sistemini acilen oluşturmak gibi bir mecburiyetimiz var. Çok geç kalmadan hemen harekete geçmeliyiz. Çünkü tarih geç kalanların uğradıkları hezimetlerle doludur. Bunu anlamak için de tarih bilmek gerek.
Yorumlar4