“Ben Necib’ime laf söyletmem”
- GİRİŞ14.05.2022 09:27
- GÜNCELLEME17.05.2022 09:41
Mayıs ayı Necip Fazıl’ın hem doğduğu hem hem de vefat ettiği bir ay. Bu sene büyük şairin vefatının 39. Yılı. Otuz dokuz yıl geçmesine rağmen okunmaya anılmaya konuşulmaya devam ediyor. Türkiye’nin bütün şehirlerinde programlar tertip ediliyor liselerde üniversitelerde kültür merkezlerinde şiirleri yankılanıyor.
Edebiyatımızda ve mücadele hayatımızdaki silinmez izler bırakan Üstad her zaman gündemde her daim gönüllerde.
Onu yeni nesilleriyle bütün yönleriyle anlatmamız gerek.
Üstadın ömrünün her evresinde gerilimler gelgitler dalgalanmalar ve savrulmalar mevcut.
Filmlere romanlara sığmayacak dolu dolu yaşanmış bir hayat var karşımızda.
Necip Fazıl Kısakürek’in hikâyesi ülkenin hikâyesi aslında.
Kaderi yaşadığı toprakların kaderiyle benzer. Bitmek bilmez bir mücadele var ikisinde de.
Yangın yerine dönen yüreklere su taşımayı kendisine vazife edinen insanların özel hayatı olmaz bu memlekette. Onlara göre nefesi boşa harcamadan gençlere ulaşılmalı vatan kurtarılmalıdır.
Son yüzyılımızdaki bütün öncüler vatan kurtarmak konusunda öne atılmış çetin savaşlar vermişlerdir. Şüphesiz bunların en önünde Necip Fazıl vardır.
Şairliği ve mücadele yönüyle öne çıkan Çile şairini anlamak için mutlaka onun ruhuna şifa sunan mürşidiyle olan ilişkilerini de anmak gerekir.
Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin kapısını keşfetme şerefine eren şairin hayatını öncesi ve sonrası diye ayırmak mecburiyetindeyiz.
Çünkü Arvasî’nin huzuruna vardığı 1934 senesi tam bir dönüm noktasıdır.
“Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” diyerek yaşadığı manevi tesiri kelimelerle resmetmiştir.
Necip Fazıl mübarek kapıya ulaşmadan önce de büyük şairdir. Fakat menzile vasıl olduktan sonra artık hayatına da edebiyatına da bambaşka bir güzellik eklenmiştir.
Abdulhakim Arvasî’yi tanımadan önceki şiirlerine baktığımızda karamsarlık bunalım halinin yansımalarını açıkça görürüz.
Tanışıklık sonrası büyük şairde bir yenilik ve dinginlik başlar. “Her şey yeni ve bambaşka. O güne kadar gururların ve nefs istinatlarının en küstahlarıyla müdafaa ettiğim ahmak emniyetler bir tarafa; merkezinde Allah bulunmak üzere, ruhumda ve namütenâhi bir daire şeklinde inşasına mecbur olduğum bütün kâinat bir tarafa…”
Bu yeni dünyadan sonra usta şair eskiden kaleme aldığı bazı şiirleri değiştirir bazılarını ise sahiplenmez bir nevi imzasını çeker.
Üstad gönül ustasıyla tanıştığında ateşten harflerle beynine nakşettiği ilk fikir: “Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?” fikridir.
Usta ve çırak arasındaki diyaloglar destansıdır.
Talebesinin kalitesini ilk bakışta anlayan kamil öğretici ulvi yola, “Bizdensin!.. Seni mensup ve mahsuplarımızın arasına alıyoruz! Yola kabul edildin!” der.
Beyni zonk zonklayan büyük şair artık yoldadır. Büyüklerin yolunda iyilerle yoldaştır. Fakat bu yol uzun menzili çoktur.
Derin sularda kaybolmakta vardır. Engin vadilerde kurda kuşa yem olmakta imkân dâhilindedir. Yolda kalmanın ya da yolun uzağına düşmenin korkusunun yaşandığı bir dönemde gönlüne inşirah yayacak müjdeyi alır.
“Sen gemidesin! Ayak silmeye mahsus bir paspas olsan yine gemidesin! Seni bırakmazlar! Aldıklarını bir daha bırakmazlar.”
Necip Fazıl, Efendisiyle olan büyük buluşmasını ruhunun zelzelesi olarak ifade eder ve şöyle tanımlar: “Tanrı kulu Tanrı kulu; onu nasıl tanıdım?
Ve işte ruhumun büyük zelzelesini, bir yıkıntı âlemi içinde, Tanrı kuluna açılan gizli kapıyı meydana çıkarmış bir sâik diye haber veriyorum!”
Yanlış bilinenin aksine tasavvuf sosyal hayattan çekilmeyi değil sosyal hayatta diri ve dik durabilmeyi öğütler.
Necip Fazıl da bu öğüdü doğru okuyanlardandır. Mistiklikle miskinliği karıştırmaz. Meydanın tam tam ortasında ruhi motivasyonunu kuşanarak çetin kavgalara girer.
Kavgası kutsal bir kavga öfkesi kutsal bir öfkedir. Allah adamlarına olan sevgisi de Allah düşmanlarına olan nefretinde de hep samimi hep en öndedir.
Öfkesinden sadece din düşmanları değil Müslümanları Ehli Sünnet çizgisinden saptırmaya çalışanlar da nasibini alır.
Necip Fazıl’a şeyhi, “Keşke bu kadar zeki olmasaydın” der. Zaman zaman aklın sınırlarını aşarak çok uzaklara kulaç atar.
Aklın terazisinin tartmadığı meselelere daldığında çıkış yolu ararken zaman zaman bunalımlara girer.
Bunalımlardan çıkış yolunun şeyhinde olduğunu bilir ve şifa kapısına gider. “Sık sık gelin, sohbet sizi açar, inşallah feraha kavuşursunuz!” sözlerine muhatap olur.
Necip Fazıl mürşidi tarafından herhangi bir tarikat ritüeli içine dâhil edilmemiştir.
Efendisinin ondan istediği iki önemli husus dışında somut bir arzusu da yoktur. Bu arzuların birincisi namaz bir diğeri ise evliliktir.
Namaz mevzuundaki hassasiyeti ise 1960’lardan sonra kuvvetli hale gelecektir. Bununla birlikte Necip Fazıl, sürekli onun sohbetlerine iştirak etmiş ve ondan feyz almıştır.
Bereketli eserlerin ortaya çıkmasında Arvasî’nin manevî katkıları inkâr edilemez boyuttadır.
Necip Fazıl, tarikat ritüelleri bağlamında müridi ile bir ilişki kurmamakla birlikte sanat ve fikir dünyasında büyük bir etki altındadır
İnsanlardan kaçıp çocuk safiyetiyle şeyhine sığınır. Arvasî Hazretleri edebiyat ustasını kimseye ezdirmez onu üzmelerine müsaade etmez. Hakkında ileri geri konuşanlara “Ben Necib’ime laf söyletmem” diyerek koruması altına alır.
Şehir tiyatrosunda oynanan “Bir Adam Yaratmak” piyesine talebelerini göndererek destek verir.
Necip Fazıl bazı şiirlerinde de Arvasi Hazretleri’nin tavsiyeleri doğrultusunda ekleme çıkarmalar yapmıştır.
Üstad şeyhiyle yaşadıklarını kaleme alarak ebedileştirmiştir.
Abdülhakim Arvasî’nin sohbetlerini Tanrı Kulundan Dinlediklerim adıyla kitaplaştırmıştır.
Bu kitap bir manada Abdulhakim Arvasî Hazretleri’nin tasavvuf anlayışını keşfetmemiz için önemli bir eserdir.
Necip Fazıl Arvasî’ye muhabbeti Mevlâna’nın Şems’e olan muhabbetinden izler taşır. Bu ulvi muhabbet ona şu şiiri yazdırır: “Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben,/ Üçayakla seken topal köpeğim!/ Bastığınız yeri taş taş öpeyim./ Bir kırıntı yeter kereminizden! Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben…”
Menemen meselesinde sürgün cezası alan tekke ve tarikatların yasaklandığı yıllarda yıldırıcı ve yıpratıcı baskılarla karşılaşan Abdülhakim Arvasî’yi Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları kitabında da işlemiş yaşadığı zulümleri ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Tasavvufta nazar önemli bir eğitim metodudur. Necip Fazıl nazar halini şöyle anlatır: “Bu büyük manevi buhran (metafizik) kıvranış, yepyeni bir kuruluşa doğru temelinden sarsılıştı; en kısa zamanda sezdiğime göre onun Efendi Hazretleri’nin tez nazarıdır ki beni bu hâle getirmişti.
Avlanmıştım. Beni avlamışlardı. Adî sinir hastalıklarıyla yahut marazî ruhiyât kitaplarının çerçevelediği basit ve süflî ruh ihtilallarıyla alâkası yoktu bu hâlin... Ulvî mi ulvî bir çile…
Belki aklın verasına çıkıp çıldırma noktasına gelmenin ve sonra kudsî bir nur, bu ruh feyziyle kanat ve muvazene kazanarak oradan geriye dönmenin hâliydi bu… Ve aklın, akla güvenmenin sefaletini anlama hâli.”
Nazarla birlikte tasarruf da başlar. Tasavvufta tasarruf görmek de nasibi olduğu kapıyı bulmakla mümkündür. Necip Fazıl, şeyhini nasiplendiği manevi tasarruf için şöyle der: “Beni bu hâle getiren ne geçirdiğim kasırga, ne şu veya bu fâniye bağlanışım, ne bir şey…
Onlar hep miskin vesileler… Ben onu ilk gördüğüm günlerden beri manevi tasarruf altındayım. Beni bu hâle getiren onun tek bir nazarı… Dünyamı yıkan o, bana yeni bir dünya hediye edecek olan da yine o…”
Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasî’yi tanıdıktan sonra hayata bakışı değiştiği gibi sanat anlayışı da topyekûn değişmiştir. Kısakürek yeni sanat anlayışını şu mısralarla net şekilde ifade etmiştir: “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;/ Marifet bu gerisi yalnız çelik-çomakmış…”
Şeyh ile yola çıkmanın yolculuğun selameti açısından ne denli büyük bir etkisi olduğunu iyi bilen Necip Fazıl, hakikat yolunda mürşid-i kâmil’in manevi desteği olmadan herhangi bir ilerleme kaydedilemeyeceğini şu ifadeleriyle dile getirmiştir: “Bir irşad ediciye varmadan olmaz! Yollara düş, bucak bucak ara ve irşad edicini bul!”
Necip Fazıl, Arvasî’nin etkisiyle ile Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Esselâm, Velîler Ordusundan 333, O ve Ben gibi çağdaş tasavvufi eserler kaleme almıştır. Diğer eserlerinde de tasavvufun etkisi gözden kaçmayacak kadar yüksektir. Yine Abdülhakim Arvasî’nin Râbıtâ-i Şerîfe ve Tasavvuf Bahçeleri isimli kitaplarını sadeleştirerek önemli bir hizmete imza atmıştır.
Arvasî’nin rehberliğinde tasavvuf okyanusuna dalan Üstad, Bâyezid Bistâmî, Abdülhâlık Gücduvânî, Şâh-ı Nakşibend, Mevlâna Hâlid Bâğdâdî, İmâm-ı Rabbânî, Hallâc-ı Mansûr, Mevlâna ve Yunus Emre gibi tasavvuf ulularından da sağlıklı bir beslenme yoluna gitmiş eserlerinde bu büyük isimlerin fikirlerini tasavvuf anlayışlarını ve hayata bakışlarını yansıtmıştır.
1943’te mürşidinin dünyasını değiştirmesi Necip Fazıl’ın iç dünyasını sarsmış, onun bıraktığı boşluğu hiçbir şey dolduramamıştır.
Efendisi dünyadan göçtükten sonra onunla ilgili duygularını şöyle ifade etmiştir. “Yirmi dokuz yıl değil, iki bin dokuz yüz yıl değil, sayılar boyunca devirler gelip geçse üzerinden zaman geçmeyecek velilerdensin sen…
Ruhun gibi kalbin de mahfûz… Kalıbın orada; fakat ruhaniyetin Allah’ın izniyle her tarafta ve benim yanımda…
Benim güzel Efendim! Başucumdasın biliyorum; ama ben ne yapayım ki dünya zindanı içinde, ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım ve seni göremiyorum.”
Veli kulların vefatlarından sonra da tasarruflarının devam ettiğini iyi bildiğinden kalbini açık tutar.
İçindeki özlem yangınlarını Bağlum’daki mezarlığı ziyaret ederek dindirmeye çalışır. Mürşidinin kabrini ziyaretlerindeki ruh halini şu cümlelerle kalıba döker: “Hayatlarında eteklerine yapışıp bir daha kendilerinden ayrılmamak cehdini gösteremeyen ben, bu mezara kaç kere taşındım ve ruhaniyetleri huzurunda ne türlü yalvardım ağladım, Allah bilir.”
Mevlâna-Şems ilişkisi ne kadar yakıcıysa Necip Fazıl Arvasî arsındaki ilişki de o kadar sarsıcıdır.
Necip Fazıl’ın en büyük arzularından birisi Abdülhakim Arvasî’nin mezarının kenarına defnedilmektir. Ömrünün son demlerinde “Hâlim” adlı şiirde bu arzusunu şöyle dile getirir: “Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar;/ Bana da hayat yeri,/ ‘Bağlum’ köyünde bir mezar…”
Necip Fazıl Efendisinin mezarına defnedilmez ama bu isteğine yakın bir yere Abdülhakim Arvasî’nin sohbetlerini verdiği Kaşgarî Dergâhı’nın civarına defnedilir.
Ruhları şad mekânları cennet olsun İnşallah.
Yorumlar7