Kültüre kim bakacak?
- GİRİŞ08.06.2023 09:32
- GÜNCELLEME09.06.2023 08:49
Türkiye Yüzyılı’nın ilk kabinesi bütün ülkede büyük heyecan uyandırdı. Bakan olarak atananların hepsi de alanlarında büyük işlere imza atan kıymetli isimler.
Görevleri sürecince öncü çalışmalar yapacaklarına inancımız tam. Şimdiye kadar yeni kabineye dair kurulan bütün cümlelerin içinde umut var, coşku var.
Siyaset dehası olduğu artık bütün dünya tarafından kabul edilen cumhurbaşkanımız bir kez daha ustalığını gösterdi. Toplumda sanki ilk kabinesini kuruyormuş gibi pozitif bir hava oluşturdu.
Yeni kabineyle Büyük Türkiye idealine uygun atılımlar yapılacağından şüphemiz yok.
Lakin yıllardır hasretle beklenen Kültür Bakanlığı’nın müstakil olacağının müjdesi de verilse harika olurdu. Kamuoyunun geneli olmasa bile kültür-sanat camiasının beklentisi bu yöndeydi.
Mevcut bakanımızın turizm konusundaki başarısı herkesin malûmu. Zaten bu sebeple emanet ikinci defa kendisine tevdi edildi. Fakat turizmle kültürün artık aynı omuzda yürümeyeceğini kabul etmemiz gerekiyor. Mesele mühim.
“OLMAK YA DA OLMAMAK” MESELESİ
Mesele Türk edebiyatının kudretli kalemlerinden birisi olan Tarık Buğra’nın da dediği gibi “kültür” diye bir şey vardır ve kültür bir toplumun “olmak ya da olmamak” meselesidir.
İçinde ideal barındıran ve iddialı bir söylem olan Türkiye Yüzyılı’nın temeline kültürü koymadığınızda onun dışında yapılacak bütün atılımların eksik kalacağını ifade etmekte fayda var. Türkiye Yüzyılı’nın inşası ancak kültürle mümkün olur.
Güvenlik politikaları kadar kültür politikaları da önemlidir. Savunma sanayine yapılan yatırımlar kadar kültürel alana yatırımlar da hayati önem taşımaktadır. Askeri cephede verilen savaşla kültürel cephede verilen savaş aynı derecede önemlidir.
İHA’LAR VE SİHA’LAR KADAR MÜHİM
Türkiye’nin bu topraklardaki var olma kavgasında İHA’lar ve SİHA’lar kadar sanat da mühimdir.
İç ve dış düşmanlara karşı verdiğimiz büyük savaşta en önemli cephelerden birisi sanat cephesidir. Bu cepheyi boş bırakan bedelini ağır öder. İstiklâl, silahla korunur ama istikbâl de kültürle kurulur.
Kültür ve medeniyetimizin nöbetini onlarca yıl kalemiyle tutan kıymetli yazarlarımızdan Samiha Ayverdi’nin şu tespitini tekrar hatırlatmakta fayda var:
"Vatan müdafaası bir toprak ve coğrafya dâvâsı olduğu kadar kültür, sa'nat, îman, medeniyet ve milleti millet yapan değerlerin korunmasıdır."
Kültür davası, “Ne yaptınız o kutsal emaneti?” sorusunun da cevabıdır aynı zamanda. Savaş burada verilmekte, zafer buradan ilan edilmektedir. Ne zaman ki kabinenin bütçesi ve etkisi en yüksek bakanlığı Kültür Bakanlığı olur, işte o gün gerçekten Büyük Türkiye oluruz.
MANİDAR CHURCHILL ÖRNEĞİ: NİYE SAVAŞTIK Kİ BİZ?
Bu hususta İKSV Direktörü Görgün Taner’in Anadolu Ajansı’nın kendisiyle yaptığı röportajda verdiği manidar bir örnek var.
Taner şöyle anlatıyor: Churchill, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kabineyi toplamış. “Para da yok, Londra’yı da düzelteceğiz. Ne yapalım?” demişler. O bütçeden kes, bu bütçeden kes. Konu Kültür Bakanlığı'na gelince, “Bir dakika.” demiş Churchill. “Biz bütün hayatımız boyunca neler yaptık. Yani biz bütün hayatımız boyunca, bu savaşı bu kültürü korumak için yapmadık mı? Niye savaştık ki biz?” demiş. Artırın, iki katına çıkartın kültürü. Şimdi meseleye bu açıdan baktığınızda girdiğiniz savaşlardan galip çıkmanız mümkün olur.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında idealleri, rüyaları ortak bir millet olarak mı var olacağız yoksa sürekli birbiriyle çatışan, ortak hiçbir yanı kalmamış bir güruh mu olacağız? Bu soru önemli.
Milleti kuru kalabalıklardan ayıran en önemli etken, bir kültürü olmasıdır. Ortak bir kültürü olmayan topluluklar millet olma vasfını taşıyamaz.
Milleti millet yapan kültürel zenginliğimiz diğer zenginliklere eklenmezse gelecek kuşaklara sağlam bir miras kalmayacak.
Kültürde iktidar olamayınca diğer alanlarda muktedir olunmayacağını artık daha iyi biliyoruz.
En büyük darbeyi ihmal ettiğimiz alanlarda yedik.
Kâinat boşluk kabul etmez. Meydanda olması gerekenler mevzii terk ederse meydanı başkaları doldurur. Maalesef doldurdu da. Milletinin bütün değerlerine yabancı kalan adamlar kafalarına göre at oynattı.
Kültür sanatta kurdukları iktidarı her zaman korudular. Batı’nın taşeronu olmayı meziyet sayan bu adamlar, kötü bir taklitçi olmaktan başka bir şey yapamadılar. Buna rağmen yerli ve milli damarın bu sahadaki yokluğu onları var kıldı.
Yerli ve milli çizgide üretim yapan kültür sanat adamlarının çalışmalarına her zaman kaynak sağlanmalıdır.
Doğduğu toprakların manasını yüreğinde hisseden kültür sanat adamları, milletlerin varlık mücadelesinin vazgeçilmezleridir. Çünkü milletlerin duygularının, düşüncelerinin belirginleşmesinde, hayata bakışları ve dünyayı algılayışlarının somutlaşmasında sanatçıların katkısı yüksektir.
Sanatçının ürettiği sözlü ve yazılı eserler, kuşakları birbirine bağlar. Her alanda üretebilen milletler medeniyet kurabilir. Üretemeyen taklit etmek zorunda kalır.
2. Dünya Savaşında Fransız Başvekil Reynaud, kabinesine “Paris ve Fransa büyük bir tehlike altındadır. Topraklarımız düşman postalları tarafından çiğnenecektir ve size verebilecek hiçbir iyi haberim yok. Paris'i kaybettik. Ama size bir müjdem var, Moliere başta olmak üzere, bütün büyük edebiyatçıların eserlerini kurtardık” ifadeleriyle kültür ve edebiyat adamlarının bir millet için ne anlam ifade ettiğini çok güzel özetlemiştir.
Türkiye Yüzyılı’na Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını gediğine koyma bilincinde bir kültür bakanıyla girmemiz gerekirdi.
Milletine adanmış bin yıllık kültür ve medeniyet mücadelemizin şuurunu taşıyan bir kültür bakanı her şeyi değiştiremese bile çok şeyi değiştirirdi.
Bazı dostlarımız “Kültür sanat devlet eliyle şekillenmez, sivil olması gerekir” diyor. Bu konuda biraz farklı düşünüyorum. Devletin açtığı alan ve verdiği destekle devrim yapacak bir kültür sanat ordusu kurulur. Kültürel iklim oluşturulduğunda gerisi gelir.
Kültürü etkinlik olarak görmekten çıkarıp etki alanı görürsek, ilkokul çağından itibaren bu ülkenin çocuklarını kendi kültürel değerlerimize uygun yetiştirebilmeyi de başarmış oluruz.
On yıldan fazla eğitim verdiğimiz evlatlarımıza kendi kültürümüzü öğretemeden mezun etmenin acı faturasını daha ne kadar süre ödeyeceğiz?
Kültürün, eğitim başta olmak üzere her alanla yakın ilişkisi olduğunu unutmamak gerekir.
Kültür, turizmin yanında sığınmacı olmaktan kurtarılmalıdır. Kültür her şeyin önündedir. Gerisinde kalırsa geri kalmaya devam ederiz.
Çünkü kültür bir hayat biçimidir.
Türkiye Yüzyılı’nın bize yüklediği sorumlukların farkında olmamız gerekiyor.
Atalarımızdan miras olarak bize kalan bu toprakların hukukunu ve kültürel dokusunu koruyarak, bizden sonraki nesillere sağlıklı bir şekilde teslim etmek gibi kutlu bir ödevimiz var.
Musikiden tiyatroya, şehirden mimariye, kütüphaneden şiire, sinemadan kitapçılığa, müzecilikten yayıncılığa kadar bütün alanları yerli bir bakışla zenginleştirmekten başka şansımız yok.
Türkiye Yüzyılı’nda bize düşen aziz borç, kültürümüzü yeniden ihya etmek, ayağa kaldırmak ve geleceğe taşımaktır.
Büyük birikimin üstünde mirasyediler gibi oturmak hem geçmişe hem de geleceğe ihanettir. Çok şükür köksüzlerden değiliz. Şairin de dediği gibi kökü mazide olan âtiyiz.
Hülasa, Türkiye Yüzyılı’nda aziz milletimizin büyük kültür mirasını yeni bir ruhla, yeni bir vizyonla harekete geçirecek ve istikbale taşıyacak müstakil bir bakanlığa ve bu ideal uğrunda savaşacak bir bakana ihtiyaç var.
Ben ümidimi hâlâ koruyorum.
Yorumlar64