Anneme Veda
- GİRİŞ06.09.2023 09:39
- GÜNCELLEME06.09.2023 13:21
Bu sene benim için hüzün yılı oldu. Bu yazı da yazdığım en zor yazılardan biri olacak. Bitirebilir miyim bilmiyorum. Yakın zamanda babamı kaybettim. Bir kuş gibi uçtu gitti aramızdan. Babamın yokluğu da en çok annemi sarstı.
Annem, babamdan sonra adeta kolu kanadı kırılmış öksüz bir çocuk gibi mahzunlaştı. Bütün neşesi gitti. Bundan sonra bizim için yaşayacaksın, sakın kendini salma desem de 63 yıllık hayat arkadaşının yokluğuna alışacak gibi durmuyordu.
Biz eski günlerine dönmesi için elimizden geleni yapsak da o çoktan içine çekilmişti. Her gün telefon açıp neşelendirmeye çalışsam da onun gündemi daha çok babamın yapılacak mezar taşı, kırkında verilecek yemek ve evde okutulacak 41 Yasin’di.
Ufak tefek şikayetler dışında tehlike arz edecek bir hastalığı yoktu. En son göz doktoruna kontrole götürmüştüm o kadar.
ANİ GELEN HASTALIK
Gece aniden hastalanıyor. Develi Devlet Hastanesi serum takıp tekrar eve gönderiyor. Abimler de hafif bir üşütme ya da sıcak geçmesi zannediyor.
Bir gün sonra durumunda değişiklik olmayınca Kemal Tekden Bey’i arayıp Tekden Hastanesine yatırmalarını rica ettim.
Sağ olsun, Kemal Bey yakından ilgilendi. Kısa bir süre sonra annemin durumunun ağır olduğunu, Başhekimi arayarak Şehir Hastanesine naklini aldırdığını belirtti.
Bunu beklemiyordum. Ağır olduğunu duyunca şaşırdım kaldım. Kafamdan kaynar sular döküldü. Olduğum yere yığıldım kaldım.
YOĞUN BAKIMIN KAPISINDA
Kayseri’ye gittiğimde annem yoğun bakımdaydı. Dilleri suskun, gözleri kapalıydı.
Sen her geldiğinde ben bayramı yaşarım derdi. Ben gelmiştim ama göremedi. Annem diye seslendim ama duymadı, uyanmadı…
Bağrıma bıçaklar saplanmış gibi acı duydum... Hıçkırıklarımı tutamayınca doktorlar dışarı çıkmamı söyledi. Yoğun Bakımın kapısında saatlerce gözyaşlarımı tutamadım. Ağladım… ağladım… ağladım...
Ağzı dualı kişileri arayıp annem için dua istedim. Maneviyat ehli bir dostumuz, telefonda gönlüme inşirah veren bir sohbet yaptı.
Annenin en çok yaptığı dua neydi, diye sordu. “Ele ayağa düşürme, oğlum kızım dedirtme,” diye dua ederdi dedim.
Çırpınmayı bırak dedi. O ânın duygusallığıyla, en azından yoğun bakımdan servise çıksa, son kez vedalaşsak, sarılsam anneme dedim.
Geldiğimi görse, yanında olduğumu bilse, bir kez daha oğlum dese... “Hep birlikte dua edelim, inşallah servise çıkar,” dedi.
SERVİSTE SON GÜNLERİ
Birkaç gün sonra gerçekten de servise çıktı. Gözünü açar açmaz kardeşimle bana yorulmayın eve gidin dinlenin karnınızı doyurun dedi.
O halinde bile evlatlarının açlığını tokluğunu düşünen şefkat ve merhamet abidesinin ellerini elime alıp defalarca öptüm.
Bu süreçte hizmetinden bir an bile geri durmayarak anne duasına sınırsız şekilde muhatap olan bütün evlatları ziyaretini yaptı.
Yanına gelen herkesi tanıdı. O kadar ki iyileşecek ümidim galip gelmeye başladı. Gençliğinde, hastanede yattığı zamanlarda dertli türküler söylerdi.
Gece refakatçi olarak yanında kalan kardeşime, burada türkü söyledi mi diye sorduğumda, perdeyi açarken “Aman açtım perdeyi de turnamı gördüm / Günbegün artıyor efkarım derdim” diye mırıldandı dedi.
Gülistana çevirdiği bahçemizin domateslerini çok severdi. Domates isteyince abimler yedirmiş.
Ziyaretine gelen bir akrabamız şeftali ikram edince bu sene şeftalinin fiyatı 40 TL oldu demiş. Bilinci gayet yerindeydi.
Servise çıkması Rabbimizin bir ikramı oldu. Annemin bizden razılığını yinelemesi hepimizi mutlu etti. Ben de defalarca helalleştim.
Daha ilk gençlik yıllarımdayken kendime kariyer planı olarak anne babamın duasını ve rızasını alma hedefi koymuştum.
Şükürler olsun ki hem dualarını hem rızalarını aldım. Böylelikle hedefime ulaştım bir anlamda kariyerimi başarıyla tamamladım.
TAHLİLLER
Servisteyken tahliller devam etti. Tanıdığım bütün doktor arkadaşlarıma sonuçları gönderdim.
Bir umut arıyordum. Yeniden sağlığına kavuşur, evine döner demelerini bekledim.
Üzülmemem için olsa gerek, çoğu umut verici konuştu. Değerleri normal dediler.
İyi bir doktor iyi bir dost ve gönül adamı olan Dr Mehmet Aslan dostumuz her gün arayarak moral verdi destek oldu.
Son konuşmamızda her şey normal olsa da yaşlılık dolayısıyla her şeye hazır olmamı söyledi.
Hastalanmadan bir hafta önce dayıma bu sene ben vefat ederim demiş. Mehmet beyin telkini üzerine dayım da bunu anlatınca bir tuhaf oldum.
O gece babamı takım elbise giymiş ve mutlu bir şekilde rüyamda gördüm. Rüya beklediğine kavuşacak olarak yorumlandı.
GARİP BİR DÜNYA
Dünya çok garip bir yer. Hastanedeki misafirliğimizde sayısız hikâyeye şahitlik ettim. Anlamsız gerekçelerle anne babasının ziyaretine gelmeyen hayırsız evlatları da duydum oğlu kızı olmayan yaşlı hasta komşularına nöbetleşerek refakat eden gönlü güzel mahalleleri de.
Dünya benim edasıyla kibirlenen insanların mutlaka arada bir yoğun bakımları ziyaret etmesi gerekir. Hastane insana bolca tefekkür etme imkânı sunuyor.
Lüks bir arabayla hastaneye getirilen şehrin en zenginlerinden olan bir vatandaşın nefes alıp verebilmek için çırpınması aslında bize çok şeyler anlatıyor.
Kırmadan dökmeden incinmeden incitmeden bir ömür sürebilmenin iç huzuru başka hiçbir şeyde olmasa gerek.
İBRETLİK BİR DURUM
Hastaneler gerçekten ibretlik yerler. Biz hasta yakınları olarak çaresizlik içinde garip bülbül gibi çırpınırken nöbetçi doktorlar ve hemşireler doğum günü kutlamaları yapıyor düğün planlarını anlatıyor son aldıkları elbisenin güzelliğini paylaşıyor sevdikleriyle gittikleri tatil anılarını anlatıyorlar birbirlerine.
Onların hayatları diğer insanların acılarının ortasında geçiyor. Başkalarının ölümleri gözyaşları bağırışları çağırışları artık onların rutini haline gelmiş. Bir yanda düğümlenen boğazlar bir yanda koridoru dolduran kahkahalar. Hayatın özeti aslında. Düğün alayının arasından geçen cenaze arabası gibi dünya.
KIYAMETİ YAŞAMAK
Servisteki bir haftalık misafirliğinden sonra annemi apar topar tekrar yoğun bakıma aldılar.
Yakını olarak bana, okuma fırsatı bulamadığım metinlerin altına imza attırdılar.
Muhtevasını tahmin ettiğimden hızla imzaladım. Dışarıda beklememi söylediler.
Bir kat aşağı indim, biraz yürüdükten sonra telefonum çaldı. Anneniz entübe oldu, dediler.
Ben şaşkınlıkla doktor yeğenimi arayıp, entübe olanların kurtulup kurtulamayacağını sordum. Yeğenim, telaş ettiğimden olsa gerek entübeden çıkan çok sayıda hasta olduğunu söyledi.
Ama benim içime bir ateş bırakmışlar gibi yanmaya başladı. Benzer bir ateş babamın vefatında da içimi yakmıştı.
Annemin ebedi yolculuğa hazırlandığını hissettim. Kayseri Şehir Hastanesi’nde gözyaşımın dökülmediği yer kalmadı.
Çaresizlik içinde kıvrandım durdum. Sonrasında aynı telefon bir kez daha çaldı ve annemin vefat haberini verdi. Kıyameti yaşadım…
DUA HAZİNEM
Herkesin annesi özeldir güzeldir ama benim annem yaşama sevincimdi. Dua hazinem, manevi dayanağımdı.
Çetin zamanlarda sığınağım, fırtınalara karşı barınağım, kötülere karşı korunağımdı; kucağı cennet, sözleri rahmetti.
Erciyes yürekli mübarek bir kadındı. İslam sevincini içinde yaşardı. Peygamberimize yürekten bağlı, hakiki bir mümindi; dini bilgisi çok yoktu ama dinimize sınırsız sevgisi vardı.
Hikmet ve iffet sahibiydi. Cenazesini yıkayanlar mutmain ve mütebbesim bir çehreyle öbür aleme göçmüş dediler. Ve içimizi ferahlatacak bir çok güzel şeyler anlattılar.
KİTAP GİBİ YAŞADI
Annem benim sırdaşım sohbet arkadaşım muhabbet yoldaşımdı. Gözyaşımızı gözümüzden gizli silenimizdi.
Çok kitap okuma kafan ağrır derdi. Annem ne zaman elimde kitap görse acır gibi bakardı.
Henüz okuma zevkini kazanma peşinde bir çocukken kitap alacağına şeker al ye derdi.
Köyün bakkallarında cıncık şekeri dediğimiz bir şeker satılırdı. Babama cıncık şekeri yer gibi kitap okuyor, kitap da ona tatlı geliyor demek ki demişti.
Annemin kuşağının kitaba romana ihtiyacı hiç olmadı. Onların bizzat hayatları roman oldu.
Kâinat kitabını doya doya okudular. İnsan eserlerini satır satır hatmettiler. Okumuşlardan olmadılar ama okunmuşlardan oldular. Okumuşlara lazım olan irfan onlarda fazlasıyla vardı.
ÜÇ CEVİZ BİR DÜNYA YÜREK
Eskiden kavun karpuzlar korunaklı bir yerde saklanır, kışın da yenirdi. Annem yazdan kalma meyveleri benim için saklar, varınca hemen sofraya getirirdi.
Özellikle gevrek ve yoğurt sevgimi bildiğinden, ne kadar tok olursam olayım gecenin saat kaçı olursa olsun mutlaka yedirir; ben yerken de keyifle seyrederdi.
Bir seferinde bahçemizdeki daldan koparılmış üç ceviz verdi. O yıl soğuk aldığı için ceviz olmamış, dalda kalmayı başaran birkaç cevizi de benim için saklamış.
İstanbul’a getirdim, aylarca masamda tuttum, annemin sevgisinin tezahürü olarak cevizleri öptüm, kokladım.
Üç ceviz bir dünya bir yürek annelik budur işte sınırsız sevmek sınırsız vermek. Ah ki ah…
YOKSULU GÖZETMEK
Cenazeden sonra abim anlattı. Bahçemize pırasa ekmek istemiş. Annem ekmemesi yönünde telkinde bulunmuş. Abim, elinde tohum olduğunu bahçenin de uygun olduğunu söylese de gönlü olmamış. Meğerse akrabalardan birisi bahçesinde pırasa ekip anneme satarmış. Annem de ona destek olmak için fazlasıyla ödeme yapıp pırasasını alırmış.
Akrabanın elinde kalmasın, ekonomik olarak dara düşmesin diye bahçeye pırasa ektirmemiş. En sonunda ısrar eder ekerseniz, ben yine satın alacağım yerden gider satın alırım demiş. Kalplere dokunmayı sever yoksulları gözetirdi.
ANNEMİN DİLİ
Annem bazan gündelik meseleleri konuşurken hikmetli anekdotlar anlatırdı. Bu anekdotlar, merhum Emin Işık Hoca’nın sohbetlerinde Mesnevi’ye atıfta bulunarak anlattığı anekdotların aynısıydı.
Emin Işık Hoca’yı televizyonda dahi dinlememiş, zaten okuma yazması olmadığı için Mesnevi’yi okumamıştı.
Annemin dili Erenceydi; erenlerin pirlerin diliyle konuşurdu. Kadere teslimiyeti yüksekti. Geleceğe dair çok konuşmayı sevmezdi, acele etmeyin, hele o gün gelsin ne yapacaksanız yaparsınız diye bizi uyarırdı.
GÜZEL BAKMAK
Herkesi evliya gibi görenlerdendi. Güzel bakar güzel yorumlardı. İnsanın kimin eseri olduğunun sırrını çözenlerdendi. Kabağa söz söylemenin kabağın sahibine söz söylemek olduğunun derin şuuru içindeydi.
Negatif yanları çok olan birinin bile mutlaka pozitif bir yönünü bulur onu dile getirirdi.
Herkesin iyi-güzel yanlarını öne çıkarırdı. Bir seferinde köyde çok sevilmeyen insanlara zararı dokunan birisinin vefat ettiği duyuldu.
Hiç kimse üzülmemesine rağmen annemin hüzünlendiğini gördüm. Kimse sevmiyor neyine üzüldün dediğim de onun da annesi var annesinin nazarından bakmak lazım, annesine üzüldüm dedi.
Sevdiklerine asla laf söyletmezdi. Bir dönem teyzemin oğluyla ters düşmüş, anneme şikâyet etmiştim. Bekliyordum ki canım annem benim tarafımı tutsun, yeğenine kızsın. Ne mümkün!
Bana bir saat teyzemin oğlunu övdü, küstüysem hemen barışmamı söyledi. Kendisi kaynanasının şiddete ve hakarete varan sert eylemlerine muhatap olduğu halde, hiçbir gelinine kaynanalık yapmamış, oğullarına gelinlerini överek aralarındaki muhabbetin ve sevginin artmasına vesile olmuştu.
Kızları ne zaman kaynanalarından şikâyet etse hep onlara karşı kaynanalarını kayırırdı. Burada irfani bir dengeyi gözetir kızlarının kaynanalarına kinlenmesini istemediği için böyle yapar onlara saygıdan ödün vermemelerini öğütlerdi. Bu dengeyi herkese karşı korurdu.
Damatlarına öz evlatları gibi şefkat besler, onlar da her zaman saygıda-sevgide hiçbir eksiklik göstermezdi.
Halamın haksız şekilde kendisine hiddetlenmesini bile alttan alır cevap vermezdi. Biz müdahale edecek olsak babanızın hatırı var halanıza saygıda kusur etmeyin diye yalvarırdı.
Dövene elsiz sövene dilsiz kalmayı başaran bir derviş gibi yaşadı.
Yaradılanı yaradandan ötürü sevenlerindendi. Onun sevgi halkasının ne denli geniş olduğunu, taziyeye gelenlerin gözyaşlarından bir kez daha görmüş olduk.
Büyükle büyük, küçükle küçük olurdu. Sözü sohbeti çok severdi, herkesle çabucak dostluk kurardı. Kapısı cümle aleme açıktı. Evi tekke gibiydi. Muhabbetle gelen muhabbetle dönerdi.
Elindekinden verir evindekinden yedirirdi. Güzel ilahi söyleyen misafirlerine mutlaka ilahi söyletirdi. İlahi okuyan kişinin şaşırdığı yerlerde araya girer düzeltme yapardı. Kendisi de ilahilere eşlik etmekten büyük keyif alırdı.
KOMŞULUĞA ÖNEM VERİRDİ
Mahalle kültürünün yaşatan komşularını akraba gibi gören biriydi. İki gün üst üste görüşemediği komşularına neden görüşemiyoruz diye sitem ederdi.
Komşu teyzelerle arkadaş olduğu gibi teyzelerin kızlarıyla da aynı derecede samimiydi.
Herkesin derdini samimi olarak dert edinirdi. Çocukken camiye gidip komşumuzun evde kalan kızlarına hayırlı talipler çıkması için dua etmiştim. Annemin dertlenmesinden etkilenmiştim.
Bizden yana anneme komşularımızdan hiç şikâyet gitmezdi burada annemin tavsiyelerini etkisi vardı şüphesiz.
İnsanları sevip saymayı öğütledi hep. Ben gurbete ilk çıkarken tek tavsiyesi kendini sevdir olmuştu.
Bunu nasıl başaracağımı sorduğumda ise seven sevilir sen seversen insanlar da seni sever demişti.
İnsanları sevmek bize annemizden miras kaldı.
FEDAKÂRLIK KUŞAĞI
Zorluklar içinde bir ömür sürmesine rağmen hiçbir zaman isyan etmedi. Sabır timsaliydi.
Bir dönem hayatını roman olarak yazmak istemiştim. Hatıralarını anlattırdım ama dinlemeye dayanamadım.
Her karesi kederle dolu bir hayattı anlattığı. O yaşamaya dayanmış ama ben dinlemeye bile dayanamadım.
Eli bereketliydi. O dağıttıkça bizim kilerimizde yiyeceklerimiz çoğalırdı.
O kadar işin arasından ekmeği kendi yapar, turşuyu kendi kurar, yoğurdu kendi çalar ve sofrasını yeryüzüne açardı.
Aynı zamanda tarlayı eker hayvanları besler koyunları sağar, seten döver, hasır yapardı. Ne çamaşır makinası ne bulaşık makinası ne de başka bir şey. Ailenin bütün yükünü tek başına omuzlardı. Bunun yanında köyde kimin yardıma ihtiyacı olsa koşardı. İnsanların düğünlerine nişanlarına yardımcı olurdu. Ebenin hemşirenin olmadığı dönemlerde ebelik de yapardı. Nasıl yetişirdi bunca işe bilmiyorum.
Bütün bunların üstüne yokluğun yoksulluğun çilesini de çekmek zorunda kalmış. Çay şekerinin bile kahvaltıda sayılı verildiği günleri yaşamış.
Şimdi düşünüyorum da bu dünyanın bütün yükünü annelerimiz çekmiş. Ömürleri harmanda tarlada bağda bahçede dağda bayırda yaylada geçmiş.
Hamileyken bile çalışan hatta doğumu bile harman yerinde yapan analarımızın hakkı nasıl ödenir bilmiyorum.
Annemin hikayesiyle Anadolu’daki bütün annelerin hikayesi ortak aslında. Sevdikleri için gece gündüz demeden çalışan cefakâr fedakâr analar.
Bir keyif çayı içemeyecek kadar kendilerine vakit ayırmayan şefkat kahramanları. Onların kuşağına fedakârlık kuşağı desek yeridir.
KEDERLİ TÜRKÜLER
Annem farkında olmasa da iyi bir edebiyatçıydı, sadece yazmıyordu. Sözlü kültüre mükemmel derecede hâkimdi.
Orta Anadolu yöresine ait bütün türküler ezberindeydi. Kadınlarla bir araya geldiklerinde bu türküleri söylerlerdi.
Hep hüzünlü, hep kederli türküler duydum annemden. Ağır acılarını türkülerle anlatabilmiş Anadolu insanı.
Gurbeti, hasreti, kederi ve derdi hep türkülere yüklemiş. Muharrem Ertaş’ın, Neşet Ertaş’ın, Hacı Taşan’ın, Çekiç Ali’nin bütün türkülerini kasetlerinden değil, annemden dinledim.
Bozkırın hüznü daha çocukluk yıllarımda doldu yüreğime. Söylediği türkülerle içimizi yakan annem, kendi de türkülerini yakardı. İçine attıklarını türkülerle dışarı atardı.
Bazen de bilindik türküleri o anki ruh haline göre değiştirerek söylerdi. Hastanede yattığı zamanlarda kapısında beklerken mutlaka bir türküye denk gelirdim. Bir seferinde meşhur bir türküyü kendine uyarlayarak şöyle okumuştu:
Trenler gelip de vızılıyor
Yaralarım dinmez sızılıyor
Taburcumu ver doktor
Mahmut oğlum üzülüyor
YA ANNEM ÖLÜRSE
Hayatı imtihanlarla dolu annemin bu dünyada yüzü hiç gülmedi. Kırk yaşına kadar gecesi gündüzü koşturmakla geçti.
Kırklı yaşlarında teşhisi konulamayan hastalıklara müptela oldu. Zavallı babam, zayıf sırtına alıp nerede iyi bir doktor var denmişse oraya taşıdı. Şehir şehir şifasını aradı.
Eskiden kalp krizi falan çok yoktu. Köyde sela verildiğinde kim hastaydı diye sorulur, muhtemel hastalardan biri öldü diye yorumlanırdı.
Ortaokul yıllarımda ne zaman sela verilse, bütün sınıf bana bakardı. bakışlarıyla annemin ölmüş olabileceğini ima ederlerdi.
Ben teneffüste koşarak eve gider, annem hayatta mı diye kontrol ederdim. Ya annem ölürse kaygısı psikolojimi berbat ederdi.
HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI
Çocukluğumun trajik sayfaları çoktur. Evin önüne bir araba yaklaşınca annemin ağrılarının dayanılmaz bir hal aldığını ve hastaneye götürüleceğini anlardım.
Babam annemi uzak şehirlerdeki doktorlara da götürürdü. Kayseri’de çok iyi doktorlara götürülmüş olsa bile komşulardan veya akrabalardan biri, filan yerde çok iyi bir doktor varmış, giden fayda görüyormuş dedikten sonra oraya da mutlaka gidilirdi. Babam kendisiyle ilgilenmiyor düşüncesine kapılmasın diye her yere koştururdu.
O yıllarda babamın cebinde sayısız doktorun kartı veya telefon numarası vardı. Bir seferinde rahmetli babam, annemi yine tavsiye üzere İstanbul’da Ermeni Hastanesi’ne götürmüştü.
O zaman araba imkânı da olmadığı için epey zorlanmışlardı. Babam yolculukta çektikleri çileleri gözleri nemlenerek anlatmıştı.
Altmış kilo olan babam kendisinden neredeyse iki kat ağırlığa sahip olan hayat arkadaşını sırtında uzun yolculuğun çoğu kısımlarında sırtında taşımış. Otobüsten trene trenden vapura vapurdan dolmuşa bütün vasıtaları kullanmışlar.
Bazı aylar evimizden daha çok hastanede kalırdı. Annem ilçenin dışında bir hastanede yattığı zaman sevdiklerini özler, ziyaretine gelen olmazsa çok üzülürdü. O üzüntüsünü de türkülerle dile getirirdi:
Yine yattım hastaneye yüzüm gülmüyor
Doktorlar derdimin dermanını bulmuyor
Yaşlı gözlerim yollara bakıp da duruyor
Âdem gardaşım da ziyaretime hiç gelmiyor
Kimi özlemişse kime üzülmüşse türkülerinde onun ismini geçirirdi. Benim kendisine üzüldüğüme dayanamaz, sen ziyarete gelme, gelirsen de uzun durma derdi.
Beni hemen eve göndermeye çalışırdı. Ben gitmiş gibi yapar ama gitmez hastane dışında beklerdim.
Kısa sürede hastanedeki neredeyse bütün hasta ve hasta yakınlarıyla dost olur onların hikayelerini dinler kendi hikayelerini paylaşırdı.
Bir gün sonra hastaneye gittiğimde herkes sen Şerife Bacının oğlu musun derdi.
Yatağının başında mutlaka beş on kadın bulunur onlarla tatlı tatlı muhabbet eder ilahiler okur türküler söylerdi.
Hemşireler Şerife Teyze diye etrafında pervane olurdu. Hastane Önünde İncir ağacı türküsünü söylemesini rica ederlerdi.
Kaç kere dinledim bu türküyü bilmiyorum ama hâlâ her dinlediğimde o günlere dalar giderim.
‘Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyor zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu’
AĞITLAR YAKARDI!
Çocukların edebiyat sevgisi benden geçmiş olmalı, derdi babama. Babam aksini söylediği zaman, hadi o zaman bir kıta şiir oku, bir türkü adı söyle, senden geçtiğini kabul edelim diye şaka yapardı.
Sevinçli veya acılı günlerinde şiirler söylerdi. Şiiri severdi. Vefat eden yakınlarının ardından ağıtlar da yakardı. Çocukken iyi hatırlıyorum, bir cenaze olduğunda kadınlar hemen çağırırdı.
Cenaze yakınlarıyla söyleyerek ağlarlardı. Babamın cenazesinden sonra, babama ağıt yaktın mı diye sordum. 4 kıtalık bir ağıt yaktım ama ablan söyletmedi, dedi.
Doğuda bir tarikata bağlı olan ablam, ağıt yakmak günah diye söyletmemiş. Keşke söyleyebilse içini dökebilseydi. Düğünde gülmek cenazede ağlamak kadar doğal ne olabilir. Din adına fıtrata aykırı yorumlar getirmek her şeyden önce insanı yoruyor.
Ağıt yakma kültürümüzde olan bir gelenek. Türk dünyasının usta yönetmenlerinden birisinin filmini izlemiştim. Cenazede ağıt yakan kadınları anlatıyordu. Muhtemelen ağıt yakma geleneği Anadolu’ya Orta Asya’dan gelmiş. genç ölen birisinin cenazesinde yakılan şu ağıt zihnimde kalmış:
Günden güne arttı derdim acım
Doktorlarda kalmamış ilacım
Ben gençliğime doyamadım
Ağlasın arkamdan anam bacım
ÇERÇİLER EVE NASIL EKMEK GÖTÜRECEK
Bir gün köye gittiğimde annemle babamı tartışırken buldum. Tartışmanın sebebini sorduğumda, annemin çerçilerden yaptığı alışverişler sebebiyle olduğunu öğrendim.
Babama, annemin alışveriş yapmasının doğal olduğunu söyledim. Babam da oğlum ben alışveriş yapmasına bir şey demiyorum, ihtiyaç olmayan veya evde bir benzeri olan ürünleri alıyor, dedi. Annemi iyi tanıdığım için ben sebebini anladım ama bir de kendisine sorayım dedim.
Niye böyle yaptığını sorunca, oğlum dedi, ta uzaklardan bu insanlar geliyor, köy köy dolaşıyor, sen almazsan ben almazsam onca garibanlar evine nasıl ekmek götürecek, dedi.
Ayrıca aldıklarım araya gitmiyor, mutlaka eve gelen birisine hediye ediyorum, onları da sevindirmiş oluyorum, dedi. Annemin bu engin gönüllü yanını bilen çerçiler, bizim köye geldiğinde mutlaka evimizin önünde park eder, siftahlarını yapıp moral bularak giderlerdi.
İYİLİK ÖĞRETMENİ
Annem benim iyilik öğretmenimdi. İyilik ve güzellik adına ne varsa hepsini ondan öğrendim.
Sofrası ve gönlü herkese açıktı. Ektiğinden diktiğinden herkes nasiplenirdi. Küçükken tarlamıza bostan ekmiştik. Uzun yolu yaya giderek, sıcağın altında tarlayı alnından şapır şapır akan terlerle ekmiş çapalamıştı. Nihayet karpuz ve kavunlar olgunlaşmış, söküm zamanı gelmişti.
At arabasının tamamını tıklım tıklım doldurmuş, evimize doğru yola çıkmıştık. Yol boyunca kimi görmüşsek annem arabayı durdurdu, birer ikişer kavun karpuz ikram etti. Yanımızdan arabasıyla hızlı geçen bir komşumuz için de yolun kenarına bıraktı. Dönüşte görürler alırlar, dedi. Buna gerek olmadığını, bizi fark etmediklerini söylediğimde, göz hakkı var, biz görmediler zannederiz ama görmüşlerse hakları geçer, dedi.
Eve geldiğimizde arabanın üstündeki karpuz ve kavunlar yarıya inmişti. Sonradan öğrendim ki o kalanların çoğu da o yıl bostan ekmeyen akrabalara ve fakir fukaraya pay edilmiş.
İlginç bir adalet anlayışı vardı. Dağıtacağı her ne olursa olsun, kendi akrabalarına ne kadar verirse mutlaka babamın akrabalarına da verir, onları hiçbir zaman ihmal etmezdi.
Buna rağmen son nefesine kadar bazı yakınları kendi akrabalarına pozitif ayrımcılık yaptığını söyler, o da Allah görüyor der geçer, polemiğe girmezdi.
CÖMERTLİK USTASI
Cömertlik nedir nasıl yapılır, hepsini annemden öğrendik. Asr-ı saadetteki cömertlik sahnelerini okuduğumda, tasavvuf menâkıbnamelerindeki cömertlik bahislerini dinlediğimde aklıma hep annem gelirdi.
Sahabe ahlakını günümüze taşıyan bir karaktere sahipti. Vermekten dağıtmaktan ibadet aşkı duyan, veremediği zaman hasta olan bir insandı. Elindeki avucundaki her şeyi herkese verirdi.
Kederli yüzüne yayılan bir mutluluk görmüşsem bilirdim ki o gün infakta bulunmuş, mesut olmuştu. Hayatta hiçbir duamda mal mülk dilemedim fakat onun bu saf duru mutluluğunu görünce, milyonlarım olsa hepsini anneme versem ve onun infak ederken ki vecd hâlini seyretsem, derdim.
Elim para görmeye başlayıp maaşa bağlandığımdan beri anneme ufak tefek gönderirdim. Her seferinde sıkı sıkıya tembihler, mutlaka kendi ihtiyaçları için harcama yapması konusunda hatırlatmada bulunurdum.
Ama o bildiği ve sevdiği şeyi yapmaktan geri durmaz, o günün akşamında, bak senin para kaç kişiye nasip oldu, diye tatlı tatlı anlatırdı.
GÜNDEMİ TAKİP EDERDİ
Alakasız gibi dursa da ülke gündemini yakından takip eder, bir araya geldiğimizde ayrıntılarıyla anlatırdı.
Televizyonun başında sanki duyacaklar gibi muhalefet liderlerine kızar, memleket hayrına bir şey yaptıkları yok, derdi. Okuma yazması yoktu ama okumuşların muhtaç olduğu derin bir ferasete sahipti.
Çoğu zaman kararsız kaldığım noktalarda ona sorar, ne yapmam gerektiğine karar verirdim.
Çocukluğumuzda yapmayın dediği bir şeyi yaptığımız, gitmeyin dediği yere gittiğimizde, o gün mutlaka bir kaza atlatır ya da bir belaya muhatap olurduk.
Sezgileri çok açıktı. Doksanlı yıllarda Samanyolu TV’de FETÖ elebaşının sohbetleri olurdu.
Sevimli bir vaiz olarak propagandasının yapıldığı zamanlarda, annem bu pis hiç hocaya benzemiyor, demişti. Kalp gözü açık mıydı bilmiyorum ama irfan ehli olduğu kesindi.
AŞI OLMADI
Salgın döneminde aşı tartışmaları başladığında ne aşı reddiyecilerini ne de aşı militanlarını dinledim.
Hemen annemi arayıp aşıyla ilgili kanaatini sordum. Ben olmayacağım içime yatmadı, dedi ve bütün dayatmalara rağmen olmadı. Ben de annemin sezgilerine güvendiğimden dolayı aşı olmadım.
ANNELİK ZOR ZANAAT
Çeşitli vesilelerle yol yürümek zorunda kaldığım bazı insanların fotoğraflarını gösterir, nasıl biri diye sorardım. İyiye benziyor dedikleri iyi çıktı, hayırlı çalışmalar yaptık, gözüm tutmadı dedikleriyle de mutlaka imtihan yaşadık.
İrfanî sezgilerinin güçlü olmasından mı annelik refleksinden mi bilmiyorum ama her hâlimiz ona âyân olurdu.
Kimsenin bilmediği ve bilmesinin imkânı olmadığı bazı imtihan dönemlerinde geceleri uyuyamazdım.
O gecenin sabahında aradığımda, gece sebebini bilmediği bir sıkıntı hâli geldiğini ve sabaha kadar uyuyamadığını söylerdi. Ben üzülmesin diye hiçbir derdimi kederimi ona yansıtmasam da o benim çektiğim her sıkıntıyı benimle beraber çekerdi.
Annelik zor zanaat, Allah köpekleri bile anne yapmasın, annelik acısını yaşatmasın, derdi. En büyük dualarından biri ‘acılarınızı görmeyeyim’di. Evlatlarından birinin kendisinden önce ebedi yolculuğa çıkması düşüncesine bile dayanamazdı. Abla ve abilerine nasıl gözyaşları döküp yandığını görünce, ben de duasına yürekten
âmin demiştim.
DEVLET SEVGİSİ
Annem, Anadolu irfanının vücut bulmuş hâliydi. Bin yıllık kültürümüzün özgün bütün hususiyetlerini üzerinde taşırdı. Allah devletimize zeval vermesin sözü, onun dudaklarında kalıplaşmış bir söz olmaktan samimi bir duaya dönüşürdü.
Her türlü acıyı yaşamış eski kuşak Anadolu insanının duasında devletin olması, boşuna değildir. Devletsizliğin ne demek olduğunu anlamakta zorlanan yeni kuşaklara eskilerin şuurunu kazandıramazsak, istikbalimiz adına ağıt yakmaya başlayabiliriz.
Devletin malını deniz olarak görenlerin, kamunun kaynaklarını hovardaca tüketenlerin çoğaldığı bir zamanda, eski kuşağın taşıdığı yüksek ahlaka yeniden dönmek gibi bir mecburiyetimiz var. Bu hususta annemin şu hatırasının önemli olduğunu düşünüyorum:
Kahramanmaraş depreminden sonraki günlerde, bir vesile ilçeden gelen memurlar anneme kendisine maaş bağlanabileceğini, bu hakkının olduğunu söylemişler. Bunun üzerine annem, devletimiz zor durumda, deprem bölgesine yardım yapıyor, bir de biz yük olmayalım, benim ihtiyacım olursa oğlum bana gönderir, demiş.
SEVGİSİNİ İZHAR ETMESİ
Eskiden eşler arasında sevgi cümleleri ulu orta kullanılmazdı. Birbirlerine aşkla bağlılardı ama herkesin içinde aşkım aşkım diye kavramları kutsiyetinden sıyırmazlardı.
İçlerinde buhur buhur tüten kutlu bir sevda taşırlardı da seni seviyorum demekten imtina ederlerdi. Bu sene babamın vefatından bir ay önce ziyaretimde video çekmiştim.
Anneme, duygu ve düşüncelerini paylaşır mısın demiştim. Annem de babamın duyacağı şekilde, en büyük dileğim yârimin iyi olması, şifa bulması, demişti.
Ben de ne güzel bir dilek, siz birbirinize seni seviyorum diyemeyen bir nesilsiniz dedim; yok dedi tebessüm ederek, geçen ay kendimi zorladım, babana seni seviyorum da diyebildim şükür, demişti.
Annem bir yandan babamın çektiği acılara dayanamıyor, bir yandan 63 yıl aynı yastığı paylaştığı hayat arkadaşına hizmet edebilmek için çırpınıyordu. Benim de olduğum ortamda defalarca helalleştiler. Birbirlerinden razı olduklarını ifade ettiler.
YUSUF KAPLAN’I DİNLEMİŞ
Annem latifeyi severdi. Sohbetleri tatlıydı. Her ziyaretimde, bırak şu telefonu da muhabbet edelim, buraya telefona bakmaya mı geldin, derdi. Sık aramalar olduğunda, bir konuşturmadılar diye arayanlara kızardı.
Bir seferinde annemle sohbet ederken, biraz önce sizin adamlarınızdan birisi televizyonda konuşuyordu, onu dinledim, dedi. Ben de nereden anladın bizim adamlardan biri olduğunu diye sorunca; gülümseyerek, ne bileyim, nefes nefese kültür medeniyet deyip duruyordu, diye konuştu.
Kanalın yayın akışına baktığımda, az önce konuşanın Yusuf Kaplan Ağabey olduğunu öğrendim.
KENDİNİ YORMA
Benim katıldığım televizyon programlarını Kanal7’nin Hint dizilerine denk gelmezse izlerlerdi.
Babam her seferinde, çok iyi konuştun oğlum, anlattığın konular önemliydi, diyerek programın muhtevasına atıfta bulunur; annemse, takımı yeni mi aldın, gömleğin de güzelmiş, çok çalışma, kendini yorma, biraz yorgun görünüyorsun, derdi.
Aslında ilgisiz gibi görünse de benim sevdiklerimi sever, kızdıklarıma kızardı.
SEZAİ KARAKOÇ’UN CENAZESİ
Sezai Karakoç vefat ettiği gün, anne ve babamı ziyaret etmek için Ankara’dan bir taksiyle yola çıkmıştım. Geleceğimi de kendilerine haber verdim.
Ben yoldayken, haberlerden üstadın vefat ettiği haberini görmüş annem. Yanındakilere, ‘Mahmut, Sezai Karakoç’u çok sever, şimdi gelir elimizi öper, biraz durur, cenazeye yetişmek için tekrar hemen döner,’ demiş. Gerçekten de gittim, ellerini öptüm, durumu arz ettim. Annem, tamam oğlum tahmin etmiştim zaten, dedi.
SÖNMEYEN ATEŞ
O kadar çok hatıra birikmiş ki gözyaşlarıyla birlikte zihnime hücum ediyorlar. Babamın vefatından sonra çok üzüldüğümü gören bir dostum ne mutlu ki annen hayatta Allah uzun versin anne acısı daha zor demişti.
Şimdi bu acıyı bütün hücrelerimle yaşıyorum. Anne acısı gerçekten zormuş. Geceleri bağrımda yakıcı bir ateşle uyanıyorum.
Sönmesi mümkün olmayan bu ateş yakıp kavuruyor beni. Annesi vefat arkadaşlarıma sordum bu ateş nasıl söner diye. Boşuna uğraşma yıllar geçse de bu yangın sönmez dediler.
Ondan geriye kalanlara baktığımda acım katlanıyor. Her şey bomboş geliyor. Eşyalar, odalar, evler, mahalle, köy, şehir bütün evren.
Yıllar önce Büyük şair Yavuz Bülent Bakiler halime tercüman olmuş.
Bütün odalar sessiz, dualarda adım yok.
Sabrım bir dirhemden az,
Çilem kırk batmandan çok
Senden sonra tadım yok,
Kolum yok, kanadım yok!
Seni arıyorum deli divâne:
-Anne! Anne! Anne!
İÇİMİZ HEP BİR HOŞÇA KAL ÜLKESİ
Şimdi doğup büyüdüğüm annemle babamı ahiret yurduna uğurladığım evden bu yazıyı bağlıyorum. Evi yuva yapanlar yuvaya mutluluk saçanlar şimdi yoklar. Kolum kanadım ve kalbim kırık. Allah’ın emrine boynumuz kıldan ince ama ayrılığın acısına dayanmak çok zor.
Onların olduğu yer sıla onların uzağı gurbetmiş. Şimdi dünya bize gurbet yeri. Kavuşmak ahirete kaldı. Bir daha hiçbir zaman bu evde annemi babamı bulamayacağım.
Belki de ışıkları bir daha yanmayacak kapıları açılmayacak. Bütün güzel günlere ve hatıralara kilit vurup dağılacağız birer birer.
Annemin şen sohbetleri babamın sessiz gülüşleri bir daha beni kucaklamayacak. Türküler öksüz ilahiler sessiz menkıbeler kimsesiz. Acımız büyük.
Şair ne güzel demiş:
“İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi’’
Hoşça kal canım annem
Hoşça kal canım babam
Hoşça kal çocukluğum
Hoşça kal aziz hatıralar…
Teşekkür;
Annemin vefatı sebebiyle taziyede bulunan Fatihalar Yasinler gönderen Hatimler indiren bütün dostlarıma şükranlarımı sunuyorum. Cümle geçmişlerimize rahmet olsun. Annesi hayatta olanlara Rabbimiz hayırlı uzun ömürler versin.
Yorumlar61