Dursun Ali Taşçı'nın duası
- GİRİŞ29.04.2024 17:51
- GÜNCELLEME01.05.2024 13:23
Ömrünü eğitime, kültüre, ilme ve irfana adayan bir güzel adamı daha kaybettik. Muhterem Dursun Ali Taşçı hocamızı mübarek cuma günü Marmara İlahiyat Camii’nden Rabbimize uğurladık. Son vazifesini yapmak için camiye gelen dostların derin üzüntüsü yüzlerine yansımıştı.
Önden gidenler kervanına katılan kıymetli ağabeyimizle yaşadığımız hatıralar birden gözümde canlandı. Maarifte birlikte çalışmış, Türkiye Yazarlar Birliği’nde birlikte görev almış, Haber7’de aynı sayfalarda yazmıştık.
Yazıları üzerine zaman zaman değerlendirmelerde bulunurduk. Güncele takılmaz, polemiğe girmez, çok okunma kaygısı gütmezdi.
Bir gence ulaşsın o bana kâfi, derdi. Kendi belirlediği gündemlere uygun yazılar kaleme aldı. Memleketin temel meselelerine nahif dokunuşlarda bulundu. İnsanımıza kaybettiği değerleri hatırlatmak için adeta çırpındı. “Ağır hasta değilsem yazımı mutlaka yazarım. Hastanede bile olsam yazımı ihmal etmem” demişti.
YOZLAŞMADAN ACI DUYDU…
Vatansever her yürek gibi toplumdaki yozlaşmadan acı duydu. Ülkenin hak ettiği yere gelmesi yönündeki atılımları sevinçle karşıladı. Hemşerisi ve eski arkadaşı olan Başkan Erdoğan’ın başarısı için daim duacı oldu.
İlk gençlik yıllarında benimsediği Milli Görüş çizgisinden sapmadı. Erbakan Hoca’yı her sohbetinde hayırla andı. İlçesinde solcuların ağırlıklı olduğu bir dönemde Milli Gençlik Vakfı gibi mimli kurumlarda görev almasından gururla bahsederdi. Siyasetin kıyısından dönmesini kaderin cilvesine bağlardı.
Dursun Ali Hoca her şeyden önce binlerce talebe yetiştiren örnek bir muallimdi. Kendisinden öğretmenlik hatıralarını defalarca dinledim. Öğretmenlik yıllarını aşkla anlatışından mesleğini aşkla yaptığı belliydi.
Sınıflara sığmayan, görev yaptığı şehrin sınırlarını aşan bir öğretmen portresiydi Dursun Ali Hocanınki. Dönemin bütün edebiyat dergilerini takip eden, oralara mektuplar yazan ve yazılar gönderen bir öğretmen...
Öğrencilerine okuma ve yazma zevkini kazandırmak için yeni çıkan kitapları takip eden, onları sipariş edip öğrencilerine hediye eden bir öğretmen…
Sürgün ve soruşturmalara aldırmadan masum memleket evlatlarına Allah’ı, peygamberi, sahabeleri, Selçukluyu ve Osmanlı’yı anlatan bir öğretmen…
DURUŞUNU HİÇBİR ZAMAN BOZMADI…
Zor dönemlerde dahi duruşundan taviz vermeyen, kimliğinden kompleks duymayan öncü bir öğretmen… Ders kitaplarında bulunan, inancımıza aykırı kısımları tashih eden, o sayfaların zehrinin çocuklara bulaşmaması için inisiyatif alan bir öğretmen…
“Çay Rize’de, Pamuk da Adana’da nasıl yetişiyorsa, insanın da fıtrat toprağında yetişeceğine inandım ve uzun yıllar öğretmenlik hayatımda bunu bizzat gözlemledim ve yaşadım.’’ derdi sürekli.
Dursun Ali Hoca’yla ne zaman bir araya gelsek birinci gündemimiz maarif davamız olurdu. Mahmut Başkan yahu nasıl düzelteceğiz bu maarifi, diye dertlenirdi.
Mesleğinin son yıllarında Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle Bakanlık Müşaviri olmuştu. Başkaları için kafa dinleme, yan gelip yatma yeri olarak algılanan Müşavirlik görevinde de hiç boş durmadı. Okul okul dolaşarak gençlerle ve çocuklarla buluştu.
Milli-manevi değerlerimizi yeni nesillere anlatmaya çalıştı. Karadeniz aksanıyla konuşması, ağır konulara girmemesi, hitabetindeki akıcılık öğrencilere sıcak geldi. Kitap satmak için okul okul dolaşan pazarlamacı yazarları saymazsak, bir misyon çerçevesinde bir dava derdiyle en çok okul dolaşan yazarlardan biri oldu.
Yanımdayken okullardan ararlar, konuşma yapması için davet ederlerdi. Hiçbirisinde ne kitabımı alın geleyim dedi ne de telif bahsi açtı. Nezaketle kabul edip en uzak şehirdeki okul bile olsa gitti konuştu geldi. Gitmediği şehir kaldı mı bilmiyorum.
ÖZLEYEN VE ÖZLENEN BİR İNSANDI
Her zaman şık giyinirdi. Türkiye Yazarlar Birliği’nin toplantılarına ve resmî programlara zamanında gelir, uygun yerde konuşur uygun yerde susardı. Tam bir denge insanıydı.
Çelebiydi. Aramızda yaş farkı olmasına rağmen sanki okul arkadaşımız gibi kendimiz yanında rahat hissederdik. Birbirimize latife yapardık. Samimi ve doğaldı. Çoğu şehre beraber gittik. Yol arkadaşlığı yolun edebine uygundu. Yük olmaz yük alırdı. İkramda bulunur, garipleri gözetirdi. Cenazesinde en çok gözyaşı dökenler, sadakasını eksik etmediği mazlumlardı.
Ümmetçi olması hasebiyle ümmetin bütün derdini gönlünde taşırdı. İslam birliğinin şart olduğunu savunur, Müslümanlara kan kusturan emperyalistlere kin duyardı.
Karadenizli olması nedeniyle Karadeniz’e özel bir sevgisi vardı. Bir mecliste tanıştığı kişilerden birisi Rizeli olduğunu söyleyince, hemen dikkat kesilirdi. Memleketinden bahsederken gözlerinin içi gülerdi.
Emeklilikten sonra memleketinde kalma sürelerini çoğalttı. Telefon açtığında “sizleri çok özledim, Yazarlar Birliği’ni de özledim, anlatın biraz neler yaptığınızı da hasret giderelim” derdi. Özleyen ve özlenen bir insandı.
ÇOK YÖNLÜ BİR ŞAHSIYETTİ…
Son yıllarda epey emek verdiği evinin üst katında, Yazarlar Birliği yönetimini ağırlama sözü vermişti. Ömrü vefa etmedi. Ama biz cennette buluşacağımıza, bizi orada bekleyeceğine yürekten inanıyoruz.
Dursun Ali Hoca’nın hangi yönünü anlatsak yine eksik kalır. Çok yönlü bir şahsiyetti. Mevlevi olmamasına rağmen uzun yıllar Mesnevi okutmuştu. Bir anlamda Mesnevihan’dı.
Hazreti Mevlâna Efendimizin hikmetli nasihatlerini paylaşmaktan mutlu olurdu. Nakşi değildi ama Nakşi büyüklerine de derin hürmeti vardı. Yani Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşmandı.
Bizim için hem ağabey hem yol arkadaşı hem meslektaş hem de dosttu. Bir seferinde Yazarlar Birliği’nin kapısından “seni çok özledim ey dost” diyerek girdik. Biz de sizi özledik efendim dedikten sonra duygulu bir konuşma yaptı. “Yeryüzünde insanı ayakta tutan tek şey dost yüzüdür. O yüzü görmedikçe insan ruhu yeşillenmiyor, filizlenmiyor.’’ dedi. Çok etkilendim.
Hocam dedim, müsaadeniz olursa bu kısmı kayda alayım, sosyal medyada paylaşayım, tekrar eder misiniz dedim. Tekrar söyledi. Kayda aldım. Sosyal medyada paylaştım. İnsanlar etkilendiklerini söylediler. Sanki odama yüz yıllar öncesinden, “Dost yüzünü göremezsem/Bu gözlerim nemdir benim” diyen Bizim Yunus gelmişti.
GÖNÜL İNSANI
Dursun Ali Hoca derviş yürekliydi. Okuduklarını paylaşırken çocuk safiyetine bürünür, heyecanla anlatırdı. “Zor dönemlerde İslami dergiler ve kitaplar çıktığında sevinçten ağlardım” diye söylerdi. Kendisi de çok güzel eserler kaleme aldı. İsimleri özgün, muhtevası zengin kitaplar… Amel defterini açık tutacak güzellikler bıraktı geride. Hikmetli eserleri ve hayırlı evlatları vesilesiyle amel defteri ebediyen açık kalacak.
TYB yönetim kurulunda olması dolayısıyla aralık ayının sonunda gerçekleştirdiğimiz Edebiyat Festivali’nde Mehmet Doğan Ağabeyin karşılanması ve ağırlanması görevi ondaydı. Ben koşturmalar arasında TYB’ye geçtiğimde, ikisini de şen kahkahalar atarak muhabbet ederken buldum. Festival sonrası hem Mehmet Ağabey hem de Dursun Ali Hocam rahatsızlıkları sebebiyle tedavi görmeye başladı. İkisini de sürekli aramaya moral vermeye çalıştım. Mehmet Ağabey dostlarından dua bekliyor. Dursun Ali Hoca göçünü topladı.
Hocanın bacanağı değerli yazar ağabeyimiz Kâmil Yeşil vefat haberini verince dondum kaldım. Ben kurtulacak ümidini taşıyordum.
Dursun Ali Hoca pırıl pırı yaşadı ve tertemiz bir şekilde öbür âleme gitti. Vefatı sonrası sıkça dillendirdiği bir duası aklıma geldi. Şöyle demişti:
“Son nefesimde bana tüm organlarımın şunu demelerini çok isterim:
“Ey güzel kul; sen yaşarken bizi harama bulaştırıp zehirlemedin, özümüzü/fıtratımızı bozmadın. Rabbim seni, “Kulum, hoş geldin!” diye karşılasın, seni ödüllendirsin!”
Rabbimizin onu ödüllendirdiğinden şüphemiz yok.
Çünkü bu O bu ödüle layık bir ömür sürdü.
Mekânın cennet olsun Ağabey.
Seni çok özleyeceğiz…
Mahmut Bıyıklı / Haber7
Yorumlar25