Uygurların İsmet Özel'i
- GİRİŞ09.06.2024 17:21
- GÜNCELLEME09.06.2024 17:58
Esir Türkler kavramını çok erken yaşlarda duydum. Daha o yıllarda Türkler nasıl esir olur, neden hürriyetleri kısıtlanır sorusu üzerine çok düşündüm.
Sınırlarımızın nereden başlayıp nerede bittiğine birileri karar verse de çocukken bile gönlümün hudutlarının ucu bucağı yoktu.
Osman Yüksel Serdengeçti’nin şu haykırışı ilk ezberlediğim şiirlerdendi:
“Hali görür, geleceği sezerdik,
Bir zamanlar ta Vistül’de gezerdik.
Haritayı biz kendimiz çizerdik,
Fetheyledik deryaları, çölleri,
Biz neyledik o koskoca elleri?”
Bir zamanlar Türkçenin yankılandığı, atalarımızın atlarının ayaklarının değdiği her yer hâlâ benim için vatandı.
Sonradan bir Mürşid-i Kâmil’den duymuştum. Bir kere İslam toprağı olan beldeler kaybedilse bile ebediyen İslam toprağı sayılırmış.
Bu derin bakış açısıyla meseleye yaklaştığımızda ne denli büyük bir coğrafyadan sorumlu olduğumuz net bir şekilde görülür.
Yüzlerce yıldır hep kaybediyoruz, hep zulme uğruyoruz. Vatanlarımızdan sürülüyor topraklarımızdan ediliyoruz. Dilimizi dinimizi özümüzü korumaya çalışınca canımızdan ediliyoruz. Asimile edemediklerini katletmekte beis görmüyor düşmanlarımız.
MAZLUMLAR İÇİN KÜLTÜREL CEPHE
Doğu Türkistan’dan Gazze’ye kadar Siyonist ve emperyalistlerin üzerimizdeki soykırım planları devam ediyor.
Büyük milletinin derdini yüreğinde hisseden kudretli Şair Abdurrahim Karakoç, yıllar öncesinden hâlimizi ne güzel özetlemiş:
“Bizi bekliyor esir olmuş ülkeler
Bizi bekler yetim kalmış ülkeler
İmdat diye haber salmış ülkeler
Boş mabetler girilmeyi bekliyor
Ölü dünya dirilmeyi bekliyor.”
Bizi bekleyenlere karşı ne yapabiliriz fikrini hep zihnimde tuttum. Kendi adıma elimden geleni gücümün yettiğince, imkânların elverdiği ölçüde yapmaya gayret gösterdim.
Çalıştığım dergilerde özel sayılar yaptım. Radyolarda sayısız programlar yaptım. Televizyonda sürekli dile getirdim.
Meydanlara çıktım protestolara katıldım. Ama kendi adıma mutmain olmadım.
Yapacak daha çok iş vardı ve onları da hayata geçirmeliydik. Filistin’den Doğu Türkistan’a kadar var olma mücadelesi veren mazlumlar için güçlü bir kültür cephesini çoktan kurmalıydık.
Özel bir fon oluşturup bu alanlarda şiir, hikâye, roman, karikatür, tiyatro ve sinema çalışmaları yapanları hem teşvik etmeli hem desteklemeliydik.
Bütün bu çalışmalar da kötülüğü elimizle ve dilimizle değiştirebilme imkânı sunar bize. En azından bunları yapabilecekken en kolayına kaçıp kalbimizle buğzederek vazifemizi üstümüzden savıyoruz.
Sanata ve edebiyata dâhil edemediğimiz her mücadele sönük kalacak, muhataplarına ulaşamayacaktır. Bu hususun altını çizmeye bile gerek yok.
Duyarlı bir vakfımız, Kudüs ve Doğu Türkistan’la ilgili kitapları kütüphanelerine kazandırmak için toplamışlar. Bir raf bile dolmamış. Bu ayıp bize yeter.
Sokak röportajlarında gençlerin Kudüs ve Doğu Türkistan’la ilgili sorulara boş gözlerle bakmalarının müsebbibi bizleriz. Ne verdik de ne istiyoruz. Kültür cephesi hamasetle dolmaz.
Emekle ve eserle dolar. Ne olurdu Allah’ın kendilerine dünya nimetlerini fazlasıyla sunduğu zenginlerimiz, kazançlarının bir kısmını mazlumlar için kültürel sanatsal üretimlere ayırsalardı.
Bu da savaşın bir parçasıdır. Hatta en önemli bir parçasıdır. Henüz bunu başaramadık. Başaramadığımız diğer husus da var olma mücadelesi veren Filistinli ve Doğu Türkistanlı sanatçı ve yazarların eserlerini Türkçeye çevirememek, onları Türk kamuoyuna tanıtamamak...
Bu konuda TYB’nin olağanüstü çabası yeterli destek bulamadığı için maalesef istenilen etkiyi veremiyor.
Bu manada atılan küçük adımları bile saygıdeğer buluyor, yürekten alkışlıyorum. Arzumuz bu cephenin sürekli canlı olması yönündedir. Bir gün mutlaka olacaktır.
UYGUR TÜRK ŞİİRİNİN ÖNCÜ İSMİ
Bu dertten mülhem gelecekte Doğu Türkistan mücadelesine kültür ve medya alanında büyük hizmetler sunacağına inandığım genç arkadaşım İmran Sadai’ye, Uygurların şair ve yazarlarıyla ilgili programlar yapmayı önerdim.
İmran haklı olarak ilk başta vefat eden yazarları saydı. Onlara dair programlar yaptıktan sonra yaşayan en büyük Uygur şairi kim diye sordum. Muradım, yaşayan Uygur yazarları tanımak ve Türk kamuoyuna tanıtmaktı.
İmran hiç tereddüt etmeden Ahmetcan Osman dedi. Kendisi yaşayan en büyük şairimizdir. Uygurların İsmet Özel’idir dedi gülümseyerek. Böylelikle İmran için yaşayan en büyük Türk şairinin İsmet Özel olduğunu öğrenmiş olduk.
Kısa sürede Ahmetcan Osman yaşadığı Kanada’dan davet edildi. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Uygur şairler de Uygur Türk şiirinin öncü ismini yalnız bırakmamak için İstanbul’a geldi.
Entelektüel kimliği de olan Ahmetcan Osman, TYB İstanbul’da misafirimiz oldu. Bir anlamda Uygur Edebiyatı zirvesi toplandı.
Kendisinin şiirde olduğu gibi düşünce alanında da zirve olduğunu görmüş olduk. Programda muhteşem bir konuşma yaptı. Dünyayı ve Türkiye’yi yakından takip eden usta şairle yemekte özel bir sohbet etme imkânı da bulduk.
Ne yazık ki ülkemizde tanınmıyor. Eserleri çevrilmemiş. İşte bu büyük eksikliğimiz.
Keşke Kültür Bakanlığımız’da bu dertleri taşıyan birileri olsaydı. Bir gün olur inşallah.
Hülasa Mazlum milletlerin atan nabzı çarpan yüreği olan Ahmetcan Osman gibi milletinin sözcüsü şairleri Türk kamuoyuna tanıtmak, eserlerinden Türk okurunu haberdar etmek için çaba göstermemiz gerekiyor.
Bakalım bu öksüz davayı kim sahiplenecek?
Yorumlar9