Erdoğan ve Putin ne görüşecek?
- GİRİŞ01.08.2023 08:03
- GÜNCELLEME02.08.2023 08:14
Birkaç gün önce Ukrayna, menzili 1000 kilometrenin üzerine çıkabilen Beaver tipi saldırı İHA’sı ile (İsrail’in yapımına destek olduğu iddia ediliyor) Moskova’da 50 katlı bir gökdelene saldırdı.
11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere yolcu uçaklarıyla yapılan eylemin SİHA versiyonu da denebilir bu saldırılara.
“Bu da Rusya’nın 11 Eylül’ü olsun” gibisinden bir hedefin gözetildiği çok açık.
Neticede gökdelende büyük bir tahribat oluşmasa da, gece vakti bireysel kameralara da yansıyan saldırının Moskova üzerinde şok edici bir etki ürettiği açık.
Daha kötüsü, Rusya’nın kalbinde yaşanan böyle bir saldırının devamının da belki daha şiddetli ve acıtıcı şekilde gelme ihtimalinin yüksek olması.
11/12 Temmuz’da Litvanya’nın Başkenti Vilnius’ta yapılan NATO zirvesinin sonrasında Rusya/Ukrayna savaşının hem şiddetleneceği, hem de yayılabileceğine dair işareteler zaten artmış durumda.
Zirveden hemen sonra, Rusya’yı Kırım’a bağlayan köprü vuruldu. 17 Temmuz’da Rusya, tahıl anlaşmasından çekildiğini açıkladı.
Eş zamanlı olarak Zaparijya nükleer santraline dönük saldırı endişeleri artarken, Ukrayna’nın Karadeniz kıyıları ve tahıl sevkiyatı için alternatif olarak gündeme getirilen Tuna nehri üzerindeki hedefler Rusya tarafından vuruldu.
NÜKLEER TEHDİT BÜYÜYOR
Dahası da var.
Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, Belarus'taki Rus özel güvenlik şirketi Wagner grubuna ait paralı askerin sınıra yaklaştığını, Polonya’ya sızma girişiminde bulunabileceklerini açıkladı.
Yani Rusya’nı 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgalle başlayan revizyonist atakları da sürüyor bir taraftan.
Hepsinin ötesinde Putin’in, bazen kendi yerine konuşturduğu yakın kurmaylarından Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitry Medvedev’in yaptığı şu açıklama, tehdit seviyesini gözler önüne seriyor:
“NATO ile birlikte yürütülen taarruzun başarılı olması durumunda nükleer silah kullanmak zorunda kalırız”
ERODĞAN’IN DENGE POLİTİKASI HİÇ BU KADAR KIYMETLİ OLMAMIŞTI
Rusya/Ukrayna savaşının şiddeti ve yayılımı artarken, bunda Batı’nın sergilediği çifte standartlı, yer yer de savaşı kızıştırmaya dönük tutumunu tabi ki ihmal edemeyiz.
Bir el, bir akıl, bu savaşın olabildiğince yayılmasını, olabildiğince şiddetlenmesini teşvik ediyor.
Rusya, tahıl anlaşmasından çekildi denince, bütün suç sanki Moskova’da gibi düşünenler olabilir.
Ancak bu konuda Rusların pek çok haklı gerekçesinin olduğu da bir başka gerçek.
Tahıl anlaşması hayata geçirildiğinde hem Rusya’nın hem Ukrayna’nın tahılının uluslararası pazarlara sevkiyatı söz konusu olacaktı ancak ABD yaptırımları nedeniyle Rusya’nın bunu yapması mümkün olamadı.
Bu şekilde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin verdiği söz de havada kalmış oldu.
Şimdiye kadar anlattıklarımız Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin başlangıç tarihi olan 24 Şubat’tan itibaren Ankara’nın sürdürdüğü denge politikasının ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Bu politikanın arkasında hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sergilediği güçlü liderlik var.
Bir taraftan Rus işgaline karşı çıkıp Ukrayna’nın yanında yer almakla, öbür tarafta Rusya’ya dönük yaptırımlardan uzak kalmayı başarabilmek, güçlü, cesur ve kararlı bir liderlik gerektirir zira.
Kıyamet senaryolarının havada uçuştuğu bir dönemde, bu politikanın sürdürülmesinin Türkiye için ne kadar hayati olduğunu da takdirlerinize sunmak isterim.
ERDOĞAN VE PUTİN’İN ÖNCELİĞİ İKİ ÜLKE İLİŞKİLERİNİ KORUMAK
Litvanya zirvesi öncesi esir takası ile Ankara’da tutulan Ukrayna’lı Azov Tugayı komutanlarının Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski ile ülkelerine gönderilmesi, Rusya’nın tepkisini çekmiş, Kremlin’den “Bu durum anlaşmalara aykırı” şeklinde bir açıklama gelmişti.
O günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’la yaptığı telefon görüşmesi sonrası, Moskova’dan bu işi fazla büyütmeyeceklerine işaret eden bir takım yeni açıklamalar geldi.
Azov komutanlarının Ukrayna’ya dönüşlerinin gerekçesi ve arka planına dair kamuoyuna yansıyan bir bilgi yok.
Vilnius’taki basın toplantısında bu konu kendisine sorulduğunda da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bir durumdan” söz etmiş ancak detay vermemişti.
Ama bir gazeteci izlenimi olarak, yapılan açıklamalardan, hem de bazı off the record duyumlardan yola çıkarak, bunun Türk/Rus ilişkileri açısından hal yoluna konulamayacak bir mesele gibi durmadığını ifade edebilirim.
Rusya Devlet Başkanı Putin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Çarşamba günü bir telefon görüşmesi yapacak.
Evvelsi gün bu konuda bir açıklama yana Putin, Erdoğan’la görüşmesinden bahisle, “Ya o bize gelecek, ya ben ona gideceğim” dedi.
Erdoğan ve Putin arasında, iki ülke ilişkilerinin (tabi ki aynı zamanda iki ülke halklarının) çıkarlarını önceleyen yakın bir ilişki var.
İki lider arasındaki bu güçlü diyalog, Batı’nın Türkiye/Rusya ilişkilerini bozmak için yaptığı girişimlere karşı bir garanti/güvence görünümü de veriyor.
Litvanya zirvesinde İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakılmasının Rusya ile ikili ilişkilerin bozulması pahasına olmayacağına dair Ankara’da yeterli bir farkındalık olduğunu o zirvesi sırasında yerinde gözlemlemiştik.
Buradan bakıldığında Erdoğan ile Putin arasında yapılacak olan yüz yüze görüşmede her iki liderin de, ikili ilişkilere verdikleri önemde bir gerileme olmadığına dair vurgular içeren ifadeler kullanması beklenebilir.
Yorumlar23