Nasıl yazmalı?

  • GİRİŞ13.02.2024 08:55
  • GÜNCELLEME13.02.2024 09:35

Bu başlığı Nikolay Çernişevsky'nin meşhur “Nasıl Yapmalı” romanından ödünç aldım. Nasıl yapmalı sorusunu soracak derecede “Yapma, icra etme etme yetkisine bugünkü şartlarda” sahip olmadığım için nasıl yazmalı dedim.

Yeni başlayan bu köşeyi takip eden kıymetli okurlarımız yazılan yazıların büyük çoğunluğunun onlarla birlikte gelişen olayları ve dünyayı kavrama cehdine matuf olduğunu fark etmişlerdir. Gerçekten de bu satırların yazarı öncelikle dünyayı olduğu gibi kavramayı dilemekte (“Allah'ım bana eşyayı olduğu gibi öğret” duayı Nebevisini merkezde tutmaktadır.) sonra da anladığını en güzel bir tarzda ortak bir kalp ve kafa ızdırabını yaşayan dostlarıyla paylaşmak istemektedir. 

Genç yaşlarımdan beri kılavuzlarımdan rahmetli bir ağabeyim yazılarımı okur, yorumlar ve bir önerisini hep tekrarlardı: “Daraltılmış bir konuda kısa düşünce yapıları, denemeler yaz!” Çok sonradan rahmetli Cemil Meriç’ten öğrendim denemenin düşünceyi en vüsatli ve orjinaline yakın  bir şekilde anlatan bir tür olduğunu.



Yine zamanla anladım ki, bir konuya yoğunlaşarak yazmadıkça o konuyu hakkıyla anlamak ve anlatmak mümkün olmuyor. Konu sınırlandırılmazsa bilgi ve düşüncelerin dağıldığını da gözlemledim. Son olarak, bir konuyu iyi anlamanın başka alanları ve geniş kapsamı da aynı şekilde fark etmek ve anlamak için bir imkan ve yöntem oluşturduğunu fark ettim.

Yazıyı bir edebiyat dersine çevirme niyetim yok. İlk yöntem bizatihi öznenin tanımlanmasına matuftur; yani “Biz kimiz? Neyiz? Ne yapabiliriz?” sorularına sarih cevaplar verebilmektir. Tamamıyla öznenin ya da objenin kendisine yoğunlaşmak gerekir. Tabii ki, bu soruya verilecek cevaplar kendi özgün yapısından ve özgün araçlarından üretilecektirler. İkinci yöntem ise öznenin yakın ve uzak muhitinin ve bu dairelerdeki diğer öznelerin tanımlanmasına matuftur. Üstün bir aklın bütün entelektüel malzemeleri maksimum düzeyde ve tam yerinde ilişkilendirebilmesi gibi yüksek kapasitede bir özne de diğer yakın ve uzak tüm özneleri bir ilişki hiyerarşisi zincirinde aktif biçimde ilişkilendirebilir.

BİRİNCİ YÖNTEM

Şimdi bu yukarıdaki iki basit yöntemi güncel olaylara,  gelişmelere ve öngörülere herkesin  bildiği ortak bir örnek üzerinden tatbik etmeye çalışacağım. Öznenin tanımlanmasına matuf ilk yöntemi örneklemeye çalışacağım. Osmanlı Tarihinin hem bizde hem de dünyanın önemli güç merkezlerinde gerçeğe yakın anlaşılmaya başlandığı sürecin kilit taşı Osmanlı Arşiv belgelerinin okunmasıdır.

Kemal Karpat, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Cemal Kafadar gibi tarihçilerimizin (İsmini anamadıĝım tarihçilerimiz lütfen alınmasınlar bu isimleri örnek olarak zikrettim) eserleri gibi ilmi hatıralarını okumak bu konuda çok aydınlatıcı olacaktır. Bu özgün belgelerin okunması öznenin kendini kendi diliyle anlatmasını temin etmiştir. Zaman geçtikçe arşivlerin içeriği, dili, tarihleri özneyi yani Osmanlı gerçeğini nasıl da açık anlatmaktadır; üstünlükleri, zaafları, erdemleri, tefessüh etmiş yönleriyle gizlendiği satırlarda bile vardırlar. Ama illa ki okunmasını bilmek lazımdır. Yazılmayanı sonradan eklememek lazımdır. Kişinin kendi lisanı, devletin kendi arşivi birinci derecede delildir şüphesiz.

Ancak arşivin okunması kadar doğru anlaşılması, yorumlanması da çok önemlidir elbette. Özellikle yeni disiplinlerin tarihi olaylara da tatbik edilmesiyle birçok olayı bugün daha rasyonel temellendirebiliyoruz. Mesela bugün küçük bir uç beyliğinin en Batıda palazlanmasında Moğol baskısından kurtulmaya yol açacak bir alternatif yol bulma  ve bu yeni gücü büyük bir beylikler koalisyonu olarak ortak bir şekilde inşa ve tahkim etme siyasetinin emarelerini tespit edebiliyoruz.

Elbette ki beyler ve beyliklerin bürokrasi ve eşrafı arasında kişisel veya iktidarın doğasından kaynaklanan çatışmalar vardır. Ancak, kritik konularda Osmanlı Beyliğine sağlanan destek asıl ana siyaseti oluşturur ve son derece önemlidir. Mesela İsfendiyaroğulları Beyliği tarafından karşılıksız sağlanan bakır madeni; çeyiz olarak Germiyanoğlu Beyliğinin çeyiz ve daha sonra da gönüllü ilhakla Osmanlıya katılmasıyla özellikle tekstilde  stratejik yer tutan şap madeninin temini; Karesioğulları üzerinden fetihçi  ve ehliyetli bürokrasinin Osmanlı bürokrasisine entegrasyonu gibi hususları sayabiliriz. Bugünden baktığımızda Osmanlı Devletinin adeta Konya’daki Selçuklu beyinin Moğol valisine bağlı olmasına rağmen yeni dönem için yeni bir güce Osmanlı Beyliğine güç devrini başlatmış olduğunu anlayabiliyoruz. Moğol tehlikesini tam bilmeyenler için söyleyelim ki, önce Moğol sonra da Timur oğullarının ve valilerinin yarattığı risk Sultan 2. Murad Döneminde bile hala canlıdır, korkutucudur.

Şu halde Osmanlı öznesi içinde sadece küçük oba  ve beyleri yoktur. Dönemin Anadolu’sunda bütün beylikler olmasa bile bir kısım beylikler bu projeye dahildirler. Devlet siyasetinin rasyonel  ve konjonktürün uygun olmasıyla büyüme hızlı olmuş özne Sultan 1. Murad döneminde devlet nizamında teşkilatlanmıştır. Fatih döneminde ise teşkilat ve teşrifat artık imparatorluk düzeyinde yapılandırılmıştır. Osmanlı Öznesinin nüfus gücü büyük oranda Anadolu’dan temin edilmiştir. Bu nüfusun içinde büyük oranda Moğol baskısından kaçan Harzemşahlar ve Selçuklu Türkmenleri vardır. Safevi Dönemine kadar Anadolu ve Osmanlı Nüfusu Doğudan gelen göçlerle sürekli beslenmiştir. Asıl kritik işlemci idarenin tabi olduğu kanunlar, denetleyici kadılık sistemi ve merkezi ordu, güvenliğe dayalı ticari sistem, kurumsallaşan devlet aygıtı ve kamu hizmetini görecekler için benimsenen formasyondur. Toplumsal düzeyde ise örgütlü esnaf birlikleri, bazı sivil toplum örgütleri, zanaatkarlık temelinde birleşen meslek grupları bir iç disiplin sağlamaktadırlar. Bunların yüksek performansa erişmesini sağlayan vizyoner liderleri de ilaveten söylemek lazımdır.

Bu şekilde oluşan yeni güç sürekli biçimde kendi güç ölçümü tanımlamasını yaparak sonuçsuz maceralardan kaçınmıştır. Bunun en önemli istisnası Timur’la yapılan savaştır, ki bu savaşı geniş bir şekilde ele almak istiyorum bir başka yazıda. (Ancak şunu ifade edeyim ki, savaş sürecinde Yıldırım Timur’un yaptıklarının tersini yapmıştır. Timur Asya güçlerini birleştirmiş, Yıldırım Anadolu güçlerini ayrıştırmıştır; Timur bir strateji ile Yıldırım ise ünvanında gizli bir acelecilikle davranmıştır; Timur ordugahında geniş Beşir harp danışma konseyi vardır, Yıldırım ordugahında ise tek padişah vardır, şehzadeler ve komutanlar etkili düzeyde değildirler.) Ancak, gerileme döneminden itibaren sistemin ciddi bir regresyon yaşadığını görmekteyiz. Ancak bu dönemlerde bile biz kimiz neyiz sorularına hem millet hem de devlet içinden doğru cevaplar verilebildiğini görmekteyiz. Bu da bu coğrafyada pax ottomana yaşanmasına vesile olmuştur. Biz kimiz? Neyiz? Sorularına cemiyet öz ve doğrudan cevaplar verebilmektedir, bu da ciddi bir toplum yapısına işaret etmektedir. Öyle ki aksayan yönler ve fiili ihtiyaçlar ortaya çıktığında toplum bunu kendi içinde regüle edebilmektedir vakıflar, yerel örgütler, vb kanalıyla.

Ne yapabiliriz sorusuna ise devlet teşkilatı içinde rasyonel cevaplar üretilmektedir. Özellikle gerileme dönemine kadar devlet başlattığı çok az savaşta mağlubiyet yaşamıştır. Genelde zaferlerini diğer devlet ve millet fonksiyonlarıyla taçlandırmış, mağlubiyetlerini ise güçlü yapısı ve doğru kararlarıyla izâle ve rehabilite etmiştir. Elbette ki bu durumun da istisnaları mevcuttur, varittir.

İKİNCİ YÖNTEM

Öznenin yakın ve uzak muhitinin ve bu dairelerdeki diğer öznelerin tanımlanmasına matuf olan ikinci yöntem de aslında bizatihi öznenin tanımına yardımcı olacak bir yöntemdir. Ölçmenin tanımında yer alan “Bilinen bir değerle bilinmeyenin değerini belirleme” hususu siyasi ve sosyal olaylarda da geçerlidir.  Basitçe ifade edersek bugünkü iletişim araçlarının bulunmadığı önceki tarihi dönemlerde devletlerin yıkılış hikayelerinde düşman istilacı güçler aniden radara girerler, yakılan ülkelerin vatandaşları ancak saldırılar başladığında istilacı, tahripkar ve karşı konulamaz nitelikte yeni güçleri fark ederler. Bu sorunun cevabını bugün artık bilebiliyoruz. Zira dünyanın sadece bir bölgesinin değil her tarafında yer alan güçlerin gelişimlerini, nüfuslarını, askeri kapasitelerini, siyasi ve askeri hedeflerini açık kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Sadece elde edilen bilgilerin yorumlanması için sadece beşeri gayret ve basirete(!) ihtiyaç duyuyoruz. Dünyayı bir bütün olarak kavrama ihtiyacını eski zamanlardan beri hisseden ve önemseyen liderlerin ve devletlerin olduğunu biliyoruz. Mesela 17. Yüzyılda Hollandalı tüccarları bir askeri bilgi kaynağı olarak da kullanmak isteyen Japon İmparatorunun 2. Viyana Kuşatması ve hezimetine büyük ilgi gösterdiğini biliyoruz. Meiji Restorasyonu sonrası Uzakdoğu’da ilk sanayii devleti olan Japonya’yı değerlendirmekte geç kalan Rusya ve Batılı güçlerin özellikle Amerika’nın ödediği ağır bedelleri hepimiz biliyoruz.

Farklı coğrafyalardaki güç oluşumlarını kurumsal nitelikte yapılarla takip edenler genelde Batılı güçler olmuştur. Batı dışı dünyada kurumların yerinde kişiler bulunmaktadır. Devlet Başkanının kendisi, danışmanı, hocası, ufuk sahibi bir yöneticisi fikirleriyle dikkat çekebilmektedir. Ancak, Batı dünyasında hem kurumsal yapılar daha önce gelişmiş hem de dünyanın her tarafına erişim ilk önce Batılı güçler tarafından sağlanmıştır. Böyle olunca Batılı ülkelere kilometrelerce uzaklıktaki geçitler, boğazlar, adalar,  vs önem kazanmıştır. Aynı şekilde dünyanın herhangi bir bölgesindeki ittifaklar da takip edilmiştir. Mesela Kara Avrupasındaki İlk merkez, devlet oluşumunu sağlayan Fransa için kıtanın orta ve doğusu için devletlerin birleşmemesi önemli bir dış politika formatı olmuştur. Keza Kara Avrupası içindeki çelişkilerin ve gerilimlerin devam etmesi İngiltere için önemli bir hedef olmuştur. Zira Übirleşen Avrupa’nın yöneleceği ilk hedef Avrupa’dır. Birleşmeyi temine yönelecek her Avrupa lideri İngiltere’min hedefi olur doğal olarak….

Uzak özneleri tanımlamada bir siyasi analist değil, tarihçi Süreyya Faruki’nin tespitlerini daha etkileyici bulurum. Der ki Osmanlı Tarihini tam anlamak için Osmanlı arşivlerini bilmek yetmez. Vatikan ve Venedik arşivlerini, İspanya ve Hollanda arşivlerini de bilmek gerekir. Zira AKDENİZ savaşlarında Osmanlı Devleti ile İspanya arasındaki bazı anlam veremediğimiz ani Barış girişimleri ve anlaşmalarının nedeni İspanya ile Hollanda arasındaki deniz savaşlarıdır. Rahmetli Mehmet Genç Hocanın meşhur doktora tezi Osmanlı’da Devlet ve Ekonomi kitabı bu yüzden yıllarca bitmek bilmemiştir, bilenler bilir.

Dünyayı küresel bir ortak havza olarak algılamak ne yazık ki, sömürgecilikle yakından ilişkili olmuştur. Kapitalizmin üretim merkezleri ihtiyaç duydukları ham maddeler uğruna bazı ülkeleri sadece maden yatağı bazı ülkeleri de devasa pamuk, tütün, şeker kamışı plantasyonları olarak algılamışlardır. Bugün de bakıldığında durum çok değişmemiştir. Güncel olarak basında da yer alan Essequibo sorunu gibi yerel devletleri savaşın eşiğine getiren sorunların temelinde kıymetli hammadde ve cevherleri işletme tekeline sahip olma arzusunda olan küresel şirketler bulunmaktadır. Bazen De Myanmar gibi küçük bir devlet ve içindeki azınlıklar küresel lojistik ağlarının yarattığı jeopolitik çatışmanın kurbanı olmaktadırlar.

Tabii ki bu noktada yukarıdaki bölgesel sorunlardan ziyade küresel etkiler doğuracak gerilimler ve olgulara dikkat çekmek isterim. Örneğin bugünkü Güney Kore’nin gelişmişlik düzeyine baktığımızda artık Uzakdoğu’da küçük bir ülkenin başarısını değil, yeni nesil teknolojiler açısından geliştirilen yeni bir küresel ittifak ağının bir parçasını görürüz. Keza Filipinler’de savunma sanayii alımlarının boyutunun farklılaştığını gördüğümüzde tıpkı 2. Dünya Savaşında olduğu gibi Filipinler’in yeni savaşın alanlarından biri olduğunu anlarız.

İKİ YÖNTEM AÇISINDAN GÜNÜMÜZE DAİR KISA BİR DEĞERLENDİRME

Bizatihi öznenin kendini tanımlaması açısından bazı sınamalarla karşı karşıya olduğumuzu vurgulamak isterim. İç nüfus kompozisyonu ve kültürel çeşitlilik  açısından imparatorluk dönemine yakın bir orana erişmiş bulunmaktayız. Daha önceki yazılarda ifade ettiğimiz oranlardaki göçler iç yapımızda ciddi farklılar yaratacak orana gelmiştir. Ayrıca, gerek iç politik gerilimlerden gerekse küresel etkilerden dolayı biz tanımı her geçen gün zorlaşmaktadır. Biz tanımı tam yapılmazsa vergi, eğitim, düzenli sosyal yaşam gibi konuların yanında herhangi bir savaş durumunda fedakarlık, disiplin ve ordu nizamı gibi hayati konularda yeknesaklık sağlanması zor olabilecektir. Özellikle sınırların hızla değişmeye başladığı günümüzde Ukrayna ve Rusya, Suriye iç savaşı, vb savaşlarda aynı ırktan ve aynı dinden tarafların savaştıklarını düşünürsek bazı sosyal birlik unsurlarının önemini daha iyi anlarız.

MİLLİ GÜVENLİK AÇISINDAN CİDDİ BİR SORUN

Bu bağlamda, öznenin küçülmesi sorununu da işaretleyip geçmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti öznesi geleneksel nüfuz bölgelerinin meşhur ifadesiyle Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da yollara sari projelerle farklı küresel güçler tarafından tedricen küçültülmüştür. Bunun milli güvenliğimiz açısından ciddi bir sorun teşkil ettiği açıktır. Türkiye nüfusunun dominant olacağı kültür, ticaret, barış ve ittifak havzaları büyük oranda parçalanmıştır.

Öznenin yakın ve uzak muhitindeki olguları ve güçleri tanımlaması meselesi ise günümüzde yeni güçlerin ortaya çıkışıyla biraz daha zorlaşmıştır. Türkiye küresel olmayan bir geleneksel imparatorluk mirasının varisidir. Zaten küresel olgu ve olayları tanımlama ve takip etmede hem geleneksel hem de maddi gücü itibarıyla yetersizdi. Günümüzde bu yetersizlik risk doğurucu hale gelmiş bulunmaktadır. Uzak muhitteki küresel güçleri tanımlayamamak bu güçlerin yakın çevremizdeki güçleri domine etmesi durumunda bizi yakın coğrafyamızdan da uzaklaştıracak etkiler doğuracaktır. Zaten ne yazık ki bazı nedenlerle devlet politikamız yakın coğrafyamızdan mental olarak hayli uzak bulunmaktaydı. Bugün bu uzaklık daha da artmıştır. Yakın zamanda yeni geliştirilmeye çalışılan restorasyon çabaları çok değerlidir; ancak, eksiktir, kurumsal değildir, geliştirilmeye muhtaçtır. Bizi ve coğrafyamızı etkileyen büyük güçlerin stratejik hedeflerini bilmek müzakereler ve yeni kuracağımız milli diş politikamız açısından  hayati önem taşımaktadır. Örneğin (x) ülkesinin uranyumu bir hegemondan diğer hegemona transfer olurken bizim salt (y) ülkesinin inşaat projeleriyle yetinmemiz yeterli ve tatmin edici olmayabilir. Keza bölgemizde asli müttefiklerimiz sayılan ülke ve bölgelerin rakip güçler tarafından inisiye edilmesine karşı müteyakkız olmak elzemdir.

HİÇ BİR CEPHE ÖNEMSİZ DEĞİLDİR

Unutmamak gerekir ki, güç mücadelesi daimi, kapsamlı, çeşitli ve çok cephelidir. Hiçbir cephe diğerinden önemsiz değildir, anlık ihmale bile maruz kalmamalıdır. Bu açıdan baktığımızda basit ve açık bir örnek vermek gerekirse, yanıbaşımızdaki Gazze Şeridi’ndeki yaşanan katliamlar bir süredir kamuoyunun gündeminden düşmüş bulunmaktadır. Stratejik bir devlet projesi hazırlandığı veya icra edildiğine dair de bir emare görülmemektedir.

Rahmetli ağabeyimin edebi yazı önerisinden nasıl yazmalı sorusuna, özne ve muhitinin tanımından günlük siyasi hayati önem taşıyan bu konulara nereden geldik bilemiyorum. Ancak, bizim gibi toplumları hem kendilerini doğru tanımlamak ve tahkim etmekten alıkoyan hem de devlet reflekslerini içe yöneltip bölgesel ve küresel güç mücadelesine karşı körelten seçim atmosferine girmiş olmamız beni etkilemiş olabilir. Belki de yeni küresel düzene etkin bir aktör olarak hazırlanan Hindistan’ın yanıbaşında seçim arızaları ve ateşiyle meşgul Pakistan’ın içine düştüğü durum da bu düşüncelerimi tetiklemiş olabilir. Kim bilir?

Mehmet Ali BAL

Yorumlar6

  • Güven 10 ay önce Şikayet Et
    Elinize emeğinize sağlık Müthiş zihin açıcı bir yazı Bu yazıların çoğalması ve en önemlisi daha çok okunup tartışıldığı bir ortam oluşması temennimizdir
    Cevapla
  • Güven 10 ay önce Şikayet Et
    Elinize emeğinize sağlık Müthiş ufuk açıcı, sorgulayıcı bir yazı Çok istifade ettim
    Cevapla
  • Mustafa 10 ay önce Şikayet Et
    Uzun zaman sonra okuduğum en güzel yazı.
    Cevapla
  • Talip Bey 10 ay önce Şikayet Et
    Evet , olağanüstü bir yazı .. Şunu demek isterim; Emperyalizmin en büyük gücü; duygu ve düşünceleri yönetebilme yetkinlikleridir!
    Cevapla Toplam 5 beğeni
  • mehmet yazgi 10 ay önce Şikayet Et
    Rahmetli Ekrem Tahir hocamdan sonra, derin ve ilme samimi bir düsünceyle karsilastim. Takipcinizim hocam.
    Cevapla Toplam 5 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat