Kimerika Nereye? Tarihin İlginç Güç Mücadelesi
- GİRİŞ17.08.2024 10:48
- GÜNCELLEME21.08.2024 09:50
Bir önceki yazımızda ağırlıklı olarak ABD'nin küresel hegemonya stratejileri ve yapılanmaları üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise ABD, Batı ve müttefiklerinin oluşturduğu güç dünyasının karşıt ve tamamlayıcı dünyasının stratejileri ve yapılanmaları ile bu iki güç/ dünya arasındaki tarihen benzersiz ilişki üzerinde duracağım. Bu benzersiz ilişki; Uzun Hollanda İngiltere savaşları sonrasında İngiliz soylularının Şanlı Devrimi gibi bir sonuç elbette ki mümkün değildir. Ancak, buna benzer bir güç ilişkisi ve rekabet olgusu söz konusudur.
Bu benzersiz ilişkiyi ifade için en uygun kavramı bulan İskoç asıllı Rothschild ailesinin tarihçisi N. Ferguson’dur. “Kimera(İngilizce: Chímera), Yunan mitolojisinde tek bir vücuttaçeşitli canlıların kimi uzuvlarına sahip, ağzından ateşpüskürten yaratık. Genellikle yaratığın bir başı aslan, bir başı keçi, gövdesi aslan ve kuyruğu yılan olarak tasvir edilir.” (Wikipedia, 15.08.2024) Sanırım yüzyılımızın ABD ve Çin güçleri için hem münferit hem de özellikle ikisi birden düşünüldüğünde en uygun kavram budur.
ABD gücünün tarihin en güçlü ve hiyerarşik yoğunluğu yüksek monopolünü oluşturduğunu düşünmek yanıltıcı değildir. Nitekim sermayenin, yüksek teknolojinin, evrensel moda ve sanat dalgalarının, askeri sistemlerin, vb. ne derecede tekel haline getirildiğini yakın tarihi süreçte görmek mümkündür.
ABD ARTIK TEK BAŞINA DOMİNE EDEMİYOR
Ancak 1990'lı yıllardan itibaren başlayan Çin'in yükselişi 2000 sonrası başka bir boyuta yükselmeye başlamıştır. Artık, ABD tek başına küresel ekonomiyi domine eden bir güçte değildir. Uluslararası Para Fonu tarafından hazırlanan Dünyanın En Büyük Ekonomileri 2023 listesinde ABD 27,974 Trilyon Dolar ile 1. Sırada; Çin ise 18,566 Trilyon Dolar ile 2. Sırada yer almaktadır. Takip eden ülkelerin ekonomik büyüklükleri ise 4.730 Trilyon Dolar ile başlamakta, Kanada'dan sonra ise 1.992 trilyon dolarlık Meksika ile devam etmektedir. Rusya küresel siyasetteki ağırlığına karşın görece çok düşük diyebileceğimiz 1,924 Trilyon Dolarlık büyüklüğü ile dikkat çekici bir konumdadır… (https://gedik.com/yazilar/yatirim/dunyanin-en-buyuk-ekonomileri-hangileri)
"NE ZAMANA KADAR BİZE YARARI OLMAYAN ÜLKEYİ KORUYACAĞIZ"
Ancak bu küresel yeni denge bir savaş ile ortaya çıkmış değildir. Superpower (Süpergüç) ve Challenger (Meydan okuyan güç) denklemi ABD Çin bağlamında farklı değerlendirilmesi gereken bir yeni durumdur kuşkusuz. Tarihsel süreçte bu denklemde karşıt kutuplarda yer alan güçlerin dehşetli savaşlarına tanık olurken, bu denklemde farklı bir rekabet/ gerilim/ ve savaş hatta belirli bir döneme kadar yardım olgusuyla karşılaşıyoruz. Özellikle Japonya’nın 1856 sonrası hızla modernleşmesiyle birlikte kendisine tabii yaşam alanı gördüğü Çin’e saldırmasıyla başlayan süreç 1945’e kadar devam ederken, Çin’in en önemli koruyucusu ABD olmuştur. Hatta ABD Kongresinde üyeler “Daha ne zamana kadar bize yararı olmayan bu ülkeyi koruyacağız?” eleştirilerini yöneltmişlerdir. Çin’in Dünya Savaşı sonrası ABD ile işbirliği H. Kissinger’ın SSCB’ne karşı kuşatma ve denge politikası çerçevesinde 1971’deki gizli ziyaretiyle yeniden başlamıştır. Amerika’nın Talleyrand’ı (Meşhur Fransız Dışişleri Bakanı- 1754- 1838 yılları arasında yaşamıştır. 1815 Viyana Kongresinin dolayısıyla Avrupa Düzeninin mimarlarındandır. Tüm dünyanın önemli diplomatlarından, dışişleri bakanlarındandır.) Kissinger sağcı Nixon döneminde hiç beklenmeyen bir hamle ile Çin ile Detant (Yumuşama) politikasını başlatmıştır. Bu süreç, Mao sonrası dönemde Çin ile gelişmiş küresel şirketler arasındaki istisnai işbirliğine giden yolu açacaktır.
USTALIKLA KULLANAN BİR SÜPER GÜÇ YARATTI
Ancak, bu birliktelik için sadece kişiler üzerinden bir kurgu yapmak doğru olmayacaktır. Ne Kissinger ne de Çin’deki karşılığı Vang Yi ne de Kissinger’e bir asırlık yaşında “Dostum” diye hitap eden Xi Jinping bu iki güç arasındaki benzersiz ilişkiyi tek başına kuşatabilecek vüs’atta değildirler. Utanç döneminden (1840- 1945) sonra Mao kıtlığını yaşamış bir devasa gücün inanılmaz kalkınma ve ayağa kalkma çabasının ve iradesinin vücut bulması için küresel konjonktürün birleşmesiyle ulaştığı inanılmaz bir seviyedir bu. Elbette ki derinliklerinde yatan çok şey vardır. Öncelikle Konfüçyus ahlakı ve kültürü ile mecz olmuş yeni bir tür Çin milliyetçiliği kadim tarihi bir damardan beslenmektedir. Özellikle kritik çatışmalar yoğunlaştığında bu kültür ortaya çıkmaktadır. Rekabet ettiği Amerikan kültürü ise Batı kültürüne ilaveten monopolcü perspektiften güç kullanmakta tereddüt etmeyen, ancak o safhaya kadar büyük gücün ideolojik başlı aygıtlarını ustalıkla kullanan bir süper güç yaratmıştır. Kadim kültürlerden, inançlardan ve teamüllerden beslenerek modern endüstriyel komplekste başat rol oynamak isteyen Çin gücü bir taraftan Batı bilim ve teknolojisinden yararlanmayı diğer taraftan da bir alternatif kutup olarak kendi gücünü konsolide etmeyi devam ettirmiştir. Bunu yaparken de 19 ve 20. yüzyıllarda İngilizler ve Japon’lar karşısında yaşadığı travmaları bir kez daha yaşamamak için gerekli önlemleri almaktadır. Bunun en bariz göstergesi agresif ihracatı ve ekonomik büyümeyi uysal bir politik yaklaşımla minimize etme çabasıdır.
Küresel sermaye özel ekonomik bölgeler ile Çin içine nüfuz etmişse karşı atak olarak Çin de özellikle 1970’lerden sonra ABD başta olmak üzere Gelişmiş Batılı ülkelere öğrenciler göndermiş ve beyaz yakalı çalışanlar üzerinden de nüfuz etme stratejisi benimsemiştir. Çin’in küresel güce evrildiği yıllarda ise Çin artık büyük projeler üzerinden başka ülkelere nüfus sevkine başlamıştır.
ÇİN GÜCÜNÜN DEZAVANTAJLARI
Ancak, resmî ve kurumsal olarak Çin ABD karşısında bir kutup olarak kendini konumlandırmaktan kaçınmaktadır. Özetle ifade edersek, Çin ekonomik gücünü askeri bir kurumsallaşma ile tamamlamak konusunda henüz yeterli değildir. Devasa savunma sanayii üretimine rağmen yüksek kalite ve etkinlikte stratejik platform, teçhizat, silah ve mühimmat üretimi konusunda ABD’den geridedir.
ABD’nin 2. Dünya Savaşındaki etkinliğine yakın bir performans göstermekten, yeni bir dünya düzeni kurma başarısından henüz uzaktadır. Bu olmadığında Çin küresel veya bölgesel etkin bir askeri ittifaklar sistemi kuramamaktadır. Büyük bir küresel savaşta amiral gemisinin gücü kadar ona eşlik eden bir savaş ağının ve ittifaklar sisteminin de olması gerekir. Bazı alanlarda ileri teknolojiler ya da masif üretim yapabilse de bunlar henüz oyun değiştirici düzeyde olmaktan çok uzaktır.
Diğer yandan, süper güç angajmanlarını tamamıyla devralmış değildir. Mesela küresel stratejik noktalarda konumlandırılmış askeri gözetim, müdahale ve önleme birlikleri ve üsleri mevcut değildir. Çin gücü ilk defa 2004 yılında yurt dışına polis birliği gönderme kararı almıştır. Küresel süper güç daha fazla sorumluluk üslenebilmelidir. Çin bu yüzden askeri ve istihbari olarak ya paramiliter ve ideolojik gruplar ve sivil unsurlarla dış müdahalelerde bulunmaktadır. Bunun maliyeti düşüktür, ancak etkinliği de az olmaktadır. ABD paramiliter unsurların üzerinde askeri birlikleriyle doğrudan müdahale etmektedir. Bunun maliyeti yüksek, ama etkinliği de yüksektir.
Günümüzde ittifaklara ilişkin değerlendirmelerde Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi Çin’in içinde yer aldığı birlikler, görece esnek ittifaklar söz konusu edilmektedir. Ancak, bu ittifakların hiyerarşik bir askeri ittifak aparatları mevcut değilidir. Bazılarında da birbirine rakip ülkeler aynı ittifak istemi içinde yer almaktadır. ŞİÖ içinde yer alan Çin- Hindistan, Pakistan- Hindistan gibi Ülkeler buna iyi bir örnektir. Keza BRICS içindeki kompozisyon da buna benzerdir. Ayrıca bazı ülkelerin özel durumlarından dolayı aralarında doğal rekabet kaçınılmazdır. Mesela her iki itttifakın da büyük ortakları Çin ve Rusya doğal risk ekosistemi içindedirler: Çin yüksel düzeyde hammadde ihtiyacı duyan kalabalık bir ülkedir. Rusya ise hammadde zengini ancak düşük ve azalan nüfus açısından riskli bir ülkedir.
Şu denebilir ki, Batı Kampında da bir yeknesaklık bulunmamaktadır. Bazı ülke liderleri ayrıksı yollar izleyebilmektedirler. Ancak, iş ciddiye bindiğinde aktive edilen ve geçmişte yoğun ve etkin bir şekilde rol oynamış askeri ittifaklar vardır. Bu ittifakların dışına çıkılamadığı; ayrıksı veya biraz da şov hissi veren liderlerin böylesi bir iradeyi ortaya koyamadıkları görülmektedir. Belki de mesele şudur ki, büyük bölgesel düzenler veya küresel nizam bir savaş veya savaşa gerek duyulmayacak şekilde büyük bir güç birikiminin oluşması halinde mümkün olacaktır. Bu durum günümüzde olamayacak bir durumdur.
Bu nedenlerle Çin savaşmadan ya da askeri ittifaklar kurmak gibi tedirgin edici bir yola girmeden ekonomik ve ticari işbirliği veya projelerle gücünü konsolide etmeye girişmiştir. Bunun en önemli örneği “Tek kuşak, tek yol” projesidir. Çin’in bu projeye 1 trilyon dolar civarında bir harcama yapacağı söylenmiştir. Ancak, zaman geçtikçe bölgesel istikrarsızlıkların baş göstermesi hatta proje paydaşı ülkeleri bir arada işletim sistemine sokacak mevzuat uyumlaştırması zorluklarının etkili olması bu büyük projenin beklentileri karşılayamama riskini doğurmuştur. Örneğin, taşıma ücretleri geleneksel deniz yolu taşımacılığının üzerine çıktığı gibi malların daha geç teslimi sorununu doğurmuştur. Barış zamanında ortaya çıkan bu sorunun savaş veya olağanüstü durumlarda yaratacağı risklerin büyük olduğu söylenebilir.
Siyasal ve kültürel açıdan ise Çin gücü başka güçlerle entegre olamayacak bir doğaya sahiptir. Keza kadim kültürünün zenginlik ve özgünlüğüne rağmen bu yüzyılda evrensel bir model ortaya koyamayacak durumdadır. Avantajlı bir şekilde girdiği Afrika kıtasında sunduğu maddi imkanlar fazla olduğu halde kıta genelini etkileyecek bir algı yaratamamıştır. Rahmetli Sezai Karakoç’un ifadesiyle” Çin sınırları dışına çıktığında sömürgeci olmaktadır” Çin'in kadim tarihine baktığımızda kendi sınırları içinde asimile edici, sınırları dışında ise agresif yeteneği sınırlıdır. Şunu diyebiliriz ki, Çin kıtasına nüfuz etmek isteyen bir güç ölüm kalım savaşı ile karşılanır. Ancak, sınırlar ötesinde askeri etkinlik olmadığı gibi etkileyici veya entegre edici bir siyasi kapasite mevcut değildir.
Bir diğer eksiklik ise Çin muharrik güç olma özelliğine sahip değildir. Örneğin bugün baktığımızda, dijital evrende ABD neye sahipse Çin de bir alternatifini geliştirmiştir. Çin koruma duvarı içindeki internet platformları alternatif olma özelliğini taşımaktadırlar, Çin ancak sınırları içinde. Küresel sistem çoklu hegemonya düzlemindedir, ancak yönetim işlevleri ve merkezleri monopol olarak ABD platformlarındadır.
Çin yekpare bir güç olduğu algısını bize veren nadir ülkelerdendir. Ancak, bir kere ülke doğu ve batı olarak farklılık göstermektedir. Doğusu gelişmiş ve oldukça kalabalık, batısı tam tersinedir. Diğer yandan Doğu Türkistan problemi veya trajedisi gibi büyük bir sorunu hala çözemeden içine taşımaktadır. Sosyal medya ile duvara rağmen küresel platformlarda gezen ciddi bir genç kesim taleplerinin karşılanmasını beklemektedir. M. Roskin’in ifade ettiği “profan gençlik” sorunu Çin için ciddi bir sorundur.
Son olarak Çin’in siyasi kadroları ve üst yönetiminin durumuna da değinmek gerekir. Bugünkü Çin’in inşa edilmesinde büyük bir siyasi liderlik örneği sergileyen Deng Xiaoping’in reform tutkusu, Çin’in ekonomik, siyasi ve reel güç olarak gelişimine odaklanması, aynı zamanda da Çin yükselirken uluslararası platformlarda mütevazı bir şekilde “Biz yeni gelişen bir ülkeyiz” retoriğini vurgulaması, hiçbir hal ve şartta reformdan vazgeçmemesi aslında yüzyılın epik hikayesini taçlandırmaktadır. Ancak, o tarihten bu yana çok şey değişmiştir. Bugün ülkenin başında, dış müdahaleyi önleyen rüşveti kamudan silme başarısı gösteren Xi Jinping milliyetçi sert lider profiline sahiptir. Bu siyasi kadronun Deng Xiaoping tarzında bir reformcuya bugün daha fazla ihtiyacı vardır. Çünkü Çin yeni bir değişim ve eşik atlama evresine gelmiş bulunmaktadır.
ÇİN GÜCÜNÜN AVANTAJLARI
Şaşılacak derecede en büyük avantajı ABD’nin eski ekonomik ve politik gücüne uzak olmasıdır. Batı da eski Batı değildir. Dünya genelinde yeni ve adil bir süper güç beklentisi vardır.
Devasa üretimini tüketecek devasa bir iç pazara sahiptir. Aslında Asya kalabalık nüfuslu ülkeleri ile Çin'in açık pazarı olabilecek iken ABD ve küresel sistem bunu engellemektedir. Keza toplumun büyük kısmı mütevazı ölçülerde bir yaşam sürdürme kültürüne, alışkanlıklarına sahiptir.
Büyük enerji hammaddesi ihtiyacını karşılayacak Rusya ile komşu ve aynı birliklerde yer almaktadır. Üstelik Rusya’nın Ukrayna’daki çatışmalardan dolayı Çin finansmanına ihtiyacı bulunmaktadır.
ABD’de ciddi bir diasporası vardır, özellikle yeni teknolojileri kısa sürede ülkeye transfer edebilmektedir.
Ekonomik olarak devasa üretim kapasitesine sahiptir. Buna güçlü bir pazarlama ağı eşlik etmektedir. Finansal açıdan ABD ‘ye nazaran satın alma gücü daha fazladır.
Dünyanın en stratejik denizine sahiptir ki Güney Çin Denizinde dünya deniz ticaretinin ⅗’i yapılmaktadır.
Küresel medya dünyasında belirleyici olmamakla birlikte kendi bağımsız medyasına sahiptir. Ve Çin toplumu dijital ve reel dünya açısından içine nüfuz edilemez niteliktedir.
Eğer yakaladığı momentumu devam ettirebilir, 2008 krizi gibi büyük finansal krizlerde yıpranmadan, büyük kayıp yaşamadan yoluna devam edebilirse yakın zamanda dokunulamaz bir güç haline gelebilir.
Bilgi üretimi ve dünyayla paylaşım yoluyla gücünü artırma imkanı bugün yok ise de gelecekte böylesi bir hedefe erişebilir. Yani Çin üniversitelerinin daha fazla yabancı öğrenci barındırması gerekmektedir. Aynı zamanda Çin kendine özgü bilgi ve yaklaşımlarını dünya ile paylaşılabilir noktaya getirebilmelidir.
Konfüçyus ahlakı ve komünist parti disiplini ile biçimlenen toplumu ve devleti ile kendi kendine yetmeye odaklanmış ve planlı bir şekilde de geleceğe hazırlanan bu güç henüz tam ve kalıcı rotasını oturtabilmiş değildir. Dünyanın geri kalanından farklı bir kültürün sahibi olduğunun bilincinde olarak sürekli bir güven sorunu da yaşamaktadır. Bir taraftan kadim bir taraftan ise geç yakaladığı modernlik açısından deneyimsiz bir genç doğasına sahiptir.
Son olarak, Çin sabır ve sebatını hesaba katmak gerekir. Yaşadığı coğrafyayı ve dünyayı insanüstü sabır ve sebatla koruyan, dünyanın en savaşçı milletleri olan Türkleri ve Moğolları bile asimile edip kendi yapısına, kültürüne entegre eden bu keyfiyet şayanı dikkattir.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Aslında bu güçleri anlatırken Türkiye ne yapmalı sorusuna cevaplar da aramaya çalışıyoruz. Ama tam da bu netlikte sorular sormalı ve aynı netlikte cevaplar üretmeliyiz.
Öncelikle Türkiye’nin Büyük Devletler ile uyumlu yaşama siyaseti olmalıdır. Bu da kalıcı ve güven verici bir devlet siyasetini gerekli kılmaktadır. Büyük devletler sürekli değişen ve siyaset değiştiren güçlerle kalıcı ilişkiler kurmazlar. Bizim öncelikle Çin cesametindeki ((ﺟﺴﺎﻣﺖ) i. (Ar. cesāmet) (Maddî bakımdan) Büyük olma, büyüklük, irilik: Ve hatta bir kayığa alınacak müşteri adedi dahi teknenin cesâmetine göre) devletleri idrak etmemiz, çözümlememiz ve güven kazandırıcı ilişkiler geliştirmemiz gerekir. Çok sık değiştirilen kararlar istikrarsızlık ya da sözünü tutmama olarak da algılanabilir.
Büyük devletlere verdiğimiz önemin bazı göstergeleri vardır: Mesela işlevsel olarak büyük projeler üretme ve paylaşma; sembolik anlamda imparatorluk protokolü uygulama; reel olarak yüksek montanlı ticari ilişkiler; beşeri sermaye bakımından yüksek düzeyli büyükelçi atama, ülkenin önemli merkezlerinde konsolosluklar açma; küresel ve bölgesel dengeleri zımni ve açık koordinasyonu gözeterek yönetme; karşılıklı kültürel ve eğitim çalışmalarını artırma; vb.
Ülkemizde Batıda mesela Fransa’da olduğu gibi Çin Bilimi (Sineloji) kürsü ve enstitülerinin niteliğinin yükseltilmesi elzemdir. Büyük güçleri öncelikle iyi bilmeli ve ihata etmeliyiz. Mesela Çin’in küresel ve bölgesel vizyonunu, hamlelerini ve projelerini çözümlemek yeni ilişkiler geliştirirken değerli ipuçları sağlayacaklardır.
Büyük güçler arası ilişkileri eşit ölçüde ve hakkaniyetli biçimde yönetebilmek, bir başka gücün saldırganlığından korunmak için önemli bir önleyici tercih ve tasarruftur.
Çin’deki Doğu Türkistan meselesi gibi ciddi ihlallerin olduğu konularda tamamıyla suskun kalmak bu konuda sürekli suçlayıcı olmak gibi algılanabilir. Doğu Türkistan konusunda Türkiye’nin yapacağı ve yapması gerekenler olduğu açıktır. Çin gibi büyük bir güce dayatmada bulunmak doğru olmayabilir, ancak yaratıcı yöntemlerle bir yol bulunabileceğini düşünmekteyim. İkna veya icbar edici yöntemler üzerinde durmak gerekir.
Güçler dengesini kullanarak entegre bir mücadele stratejisi oluşturulabilir.
Bu konuda çok farklı öneriler yapılabilir. Ancak, tüm önerilerin yaşam imkanı ancak devletimizin bir Çin ana siyaset belgesi olmasına bağlıdır.
Mehmet Ali BAL
Yorumlar22