Düşünmeye Ne Zaman Başlamak Lazım?
- GİRİŞ25.11.2024 09:18
- GÜNCELLEME25.11.2024 09:18
Düşünmek insanın en soylu eylemlerinden biri. Bu eylemin devlet hayatındaki karşılığı ise soyluluktan daha başka bir şey. Çünkü Richelieu’nün (1585- 1642) devlet tasavvurunun dışavurumlarından biri olan devlet aklı devletlerin/ milletlerin varlık ve beka mücadelesinin kritik kararlarını alır, uygular, sonlandırır, taçlandırır. Düşünmeyi lüks Sayan bir kültürden geliyoruz ne yazık ki! Göçler hep yolda düzülmeye çalışılıyor. Bu yüzden, düşünmenin isabet veçhesini değil, uzun süren yoğunlaşma sürecini öne sürüyoruz genellikle.
“Şimdi bunları düşünmenin zamanı mı?”; “Sen de garip garip şeyler düşünüyorsun”; “Ne gereği var bu kadar düşünmenin?” Bu soruları ve cümleleri çoğaltmak mümkün. Halbuki hem geniş toplumun hem de devlet teşkilatının düşünmeye en az zaman ayırdığı dönemler, en fazla güncel olaylara kaldığı haller, millet ve devletin önünde kritik kavşakların belirdiği kader anlarıdır. Halbuki tam da bu zamanlar düşünmeye en fazla ihtiyacın olduğu zamanlardır!
Çünkü böylesi zamanlarda düşünmek büyük ölçüde isyankârlık veya statükoyu reddetmek ile itham edilir, tepkiyle karşılanır: ihtiraslar, öfkeler, kinler, taassuplar, basit hayvani güdüler, vs aklın önüne geçerler. Bu noktada, düşüncesi ve aklıyla krallığını icra eden gerçek bilge yöneticilere ihtiyaç duyulur.
DÜŞÜNME KONULARI
Birlikte düşünme çerçevesinde basitleştirerek düşünme alanlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Okurlarımız arasında farklı ve ilave alanlar ve yöntemler bilen ve bulanlar olursa yorumlarda paylaşırlarsa mutlu olurum. İlk sorumuz tıpkı insanın doğumundan itibaren başlayan varlık macerasını andırıyor, bir tür varlık sorunsalı, ontolojik sorunsal: Biz neyiz?
Ne olmalıyız? Ne yapmalıyız? Bütün bu sorular ortaya çıkan her gücün yaşamak için ana kimlik sorunsallarıdır kuşkusuz. Kendini doğru tanımlayamayan bir gücün yaptığı stratejik hatalar ölümcül olabilir. Mesela Harzemşahların Otrar Valisi Muhammed Cengiz’in tüccarlarını idam ettirirken ne kendi gücünün ne de Cengiz’in gücünün tam tarifini yapabiliyordu. Bugün maksimalist bir barış açısıyla söylediğimiz Türk Dünyası, İslam Dünyası gibi tanımların içindeki boşlukların acaba farkında mıyız? Muammer Kaddafi’nin Arap Liginde yaptığı meşhur konuşma aklımdadır.
“Arap diyoruz kimin Arabı? Amerika’nın mı, İngiliz’in mi, Kimin Arabı?” Bu paradigmatik ayrılığı İslam Dünyası ve Türk Dünyası için de söylemek mümkün değil mi? Ve bu tanımlanamayan her biri ayrı güç odaklarıyla ilişkili devletlerin ve küçük güçlerin tutumları, siyasetleri kendileri ve içinde bulundukları şartlar açısından rasyonel değil mi?,
Ben bu tarz düşünme konularının başına biz kimiz, ne olmalıyız ve ne yapmalıyız sorularını koyuyorum. Kendimizi doğru tanımlarsak stratejimizi de doğru belirlemiş oluruz. Mesela Osmanlı Beyliğinin kuruluşunu hamasi anlatıların dışında düşünelim. Dönemin şartlarında Doğuda büyük Cengiz devletleri, aşağıda aynı derecede güçlü Memlük İmparatorluğu Batıda Bizans İmparatorluğu ve daha ötesinde iki yüzyıl önce devasa Haçlı Sürülerini gönderen kalabalık nüfuslu Avrupa vardır. Anadolu halen Moğol işgali altındadır, Konya’daki Selçuklu Sultanı Moğol idaresine bağlıdır. Ciddi bir nüfus ve yönetim aklı ve stratejik güç eksikliği vardır. İşte böylesi bir dönemde Osmanlı Beyliğinin başındaki Beylerin kısa sürede Han ve Padişah düzeyinde düşünecek kapasiteye erişmeleri kadar Anadolu Selçuklu Beyliklerinin iç uzlaşması ortaya iki yüz yıldan daha kısa bir süre içinde İstanbul’u fethedecek bir imparatorluk gücünü ortaya çıkartmıştır. Bu uzlaşı korunabildiği ölçüde başarı devam etmiştir. Doğru stratejik adımlar atılmadığında (Mesela Anadolu Beyliklerinin merkezi imparatorluk yapısı adına ifrat derecede hırpalanması gibi) ise Ankara Savaşı ve hezimeti gibi büyük bir facia yaşanmıştır.
Elbette ki, bu tarz örnekler sadece bizim tarihimizde yoktur. 1688 yılında İngiltere’de başka milletler açısından olağandışı sayılabilecek şekilde gerçekleşen Şanlı Devrim (The Glorious Revolution) böylesi bir varoluş harikasıdır. 1600’lü yılların başından itibaren başlayan Hollanda gücüyle yapılan savaşlar sonunda üç kez yenilen İngiltere ülkesi içinde bir karar alarak İngiltere’nin başına Hollanda Orange Dükü 3. William’ı getirmiş, bugünkü İngiliz Meşruti Sisteminin temelleri atılmıştır. Sadece meşruti sistem değil, İngiltere’yi Hollanda yüzyılı sonrası büyük güç yapacak mali ve finansal sistem de Hollanda’dan devralınmıştır.
İkinci sırada ise “Neler oluyor?” sorusunu önemsiyorum: Dünyada neler oluyor, hangi teknolojiler gelişiyor, hangi ticaret yolları açılıyor? Vs. Bu soruların her biri yeni bir güç yaratacak cevaplar içermektedir. Yanis Varoufakis’in teknofeodal dediği grupların bugün dünyanın geri kalan kısmının hayallerinin ötesinde bir güce eriştiğini, bu gücün kodlarının ise uzun süre çözülmesinin zor olduğunu, olağanüstü bir çaba gerektirdiğini görmemek mümkün değildir. Bugün piyasa değeri 3,5 trilyon dolara ulaşan, son üç ayda 45 milyar dolar net kar elde eden, birçok yüksek teknoloji bilgisini tekel halinde elinde tutan Nvidia ortalama bir insan için çok şey ifade etmeyebilir. Ama büyük bir güç olmak istiyorsanız bu eğilimleri görmek zorundasınız. Nitekim Nvidia’nın geçen yıl aynı üç aylık net karı 22 milyar dolardı.
Bu konuyu bir şirket değil, Varoufakis gibi bir şirketler yelpazesi olarak düşündüğümüzde karşımızda başka bir gücün doğduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki, gelecek dönemin Süper gücü olarak, bazı mahfillerde bu küresel şirketler devleti işaret edilmektedir. Yani yeni bir teknofeodal çağ! Vakıa Amerika için Amerika Birleşik Şirketler Devleti denilmiyor muydu bir zamanlar? Bugün de Elon Musk ABD’nin siyasi güç açısından ikinci numaralı ismi olmadı mı? İşte bu durumun resmî devlete dönüşmesini kastediyor fütüristler, siyasi analistler. Bu arada, sadece Çin’e ürün satmayan Hollanda ASML şirketi ile Çin'in müzakerelerine bakmak yeterli olabilir.
Ticaret yolları meselesine gelince zamanımızda bir yenilik olduğu kanaatindeyim. Ticaret güzergahları kadar ticari bloklar ve yüksek teknoloji ürünlerindeki kısıtlamalar daha da önem kazanmış görünüyor. Bu da adeta savaşın bir siyasal hegemonya biçimi olarak dizayn edildiği yeni dünya demek.
Üçüncü sırada neler olacak sorusuna cevaplar bulunmaktadır. Bugünün siyasi analistlerini, devlet danışmanlarını okurken, dinlerken en fazla kapıldığım his bu söz sahiplerinin somut tanım yapmaktan kaçınıyor oluşları. Dolayısıyla büyük laf kalabalığı küçük ama hayati sayılacak önerileri boğuyor. Memlük Sultanının Timur’dan dehşete düşerek, niyetini öğrenmek üzere İbni Haldun’u Şam’a göndermesi ve sonrasında İbni Haldun’un Timur ve Osmanlı analizi ne kadar da berrak ve uygulanabilir analizdir: “Timur’un sana yürüme ihtimali ve niyeti yok. Zaten ömrü de uzun değil, yakın bir tarihte ölecek. Ancak, Osmanlılardan kork, zira onlar nizam kuruyorlar.
” Bugün özellikle güç analizlerini yapan uzmanların son derece rasyonel, ayağı yere basan ve doğru somut öneriler üreten bir keyfiyette olması icap eder.
Zira gücü doğru ölçülmemiş bir devletle yaşadığımız çatışma bize utanç olarak, büyük kayıp olarak geri dönebilir. Bu konular iç politikada malzeme yapılamayacak kadar ciddi konulardır.
Dördüncü olarak, neler olmuyor? Mesela yakın bir tarihten sonra basında çıkmayan haberler ilginç değil mi? Mesela İsrail'in saldırı haberleri niye artık basında yer almıyor? Halbuki İsrail’in vahşet ve katliam serisi aynı hızda devam ediyor. Keza Husilerin İsrail ile ilişkili gemilere saldırıları ne oldu? Bu arada, Husiler geçtiğimiz günlerde bir Türk kuru yük gemisine saldırdılar. Bu haberlerin görülmemesi acaba bir basın manipülasyonu mudur yoksa bizim dikkatimizin başka noktalara odaklanması mı yoksa kendi içimizdeki sorunlarla baş edemeyişimiz midir? Niçin siyasi liderler ve devlet adamlarından İsrail’e karşı etkili hamleler ve inisiyatifler okuyamıyoruz? Hangisi olursa olsun, bizim açımızdan pozitif bir durum olmadığı ortada. Basındaki sessizlik spiralini (!) İslam ve Filistin davası üzerinden anlatan iki büyük insanı anmak istiyorum: Edward Said (Haberlerin Ağında İslam) ve Noam Chomsky (Filistin Kader Üçgeni). Ancak, bu kez sessizlik spiralini yaratan ABD veya diğer Batılı güçler değil.
Beşinci olarak, bize uzak kalmış gri veya meçhul olayların büyük sonuçları üzerine düşünmeliyiz. Mesela Alexander Nevsky’nin Haçlı ve farklı milletlerden şövalyelere karşı kazandığı Peispuy Zaferi (Buz Gölü Zaferi) (1241) ile Rusya'nın Avrupa ile sınırı belirlenmiş, Rusya Katolik olmaktan kurtulmuştur. Alexander Nevsky (İsveçlilere karşı kazandığı Neva Savaşından dolayı bu ünvânı almıştır. Nevsky, Neva Muzafferi demektir) Elbette ki bu küçük sayıda iki birliğin savaşı salt kendi başına bu büyük sonuçları doğurmamıştır. Ancak, Haçlıların yenilgisi yeni Haçlı gruplarının saldırısının önünü kesmiştir. Bu savaşı, Charles Martel’in Güney Fransa’da Müslümanların yendiği Puvatya Savaşına benzetebiliriz (Poitiers, Tours/ France; 732). Bu savaşla Emevi ordularının Avrupa içlerine ilerleyişleri durmuştur. Bu nedenlerle olsa gerek, Doğu Ortodoks Kilisesi tarafından Rusya’nın koruyucu azizi ilan edilmiştir. 2008 yılında Rusya’nın en büyük TV kanallarından Rossiya’nın düzenlediği ve 50.000 kişinin oy kullandığı bir ankette Rusya’da “En iyi Rus” seçilmiştir. Dikkatimizi böylesi tarih inşa edici olaylara da yöneltmeliyiz ve içinde bulunduğumuz şartlarda hangi olayın inşa edici, stratejik ve tarihin yönünü belirleyici olduğunu düşünmeliyiz. Evet tam da olaylar esnasında düşünmeliyiz.
Peispuy Savaşının benzediği daha büyük sonuçlar doğurmuş olan Maraton Savaşını da hatırlayalım istiyorum. MÖ 490 yılında Yunanistan’da Maraton ovasında geçen bu savaşta özellikle Ordu komutanı Miltiades’in sıradışı manevraları ile devasa Pers Ordusu bozguna uğratılmış, Atina Pers savunmasına maruz kalmaktan kurtulmuştur. Bu savaş aynı zamanda Doğunun ve Batının (Avrupanın doğu sınırlarını) sınırlarını çizmiştir. Bir daha Doğudan Avrupa’ya bu ölçüde saldırı gelmemiştir. Atilla’yı saymıyoruz, zira Persler gibi medeniyet kurucu değildi. Osmanlı fetihleri de Macaristan’da 150 yıl sürmesine karşın, Avrupa’nın doğasını değiştirecek düzeyde olmamıştır, aksine Avrupa kimliğinin karşıt bir kutbu olarak dışarıda kalmıştır.
İlginçtir her iki komutan da Alexander Nevsky ve Miltiades sürgünden şehir soyluları ve yönetimi tarafından davet edilerek ordunun başına geçirilmişlerdir.
Altıncı olarak neyi tercih etmeli sorusunun cevabı bazen hayati anlam taşıyabilir. Kendisi de Budist olan Tonyukuk’un Türklerin Budist olmasını reddetmesini teşvik etmesi, bu din Türklerin doğasına uygun değil demesi böylesi bir stratejik tercihtir. Günümüzde devlet katında yaptığımız bazı tercihlerin pozitif veya negatif anlamda stratejik sonuçları olabileceklerin üzerinde düşünmek gerekmektedir.
Son olarak zor zamanlarda farklı düşünceler ve şaşırtıcı kararların sonuçları üzerinde durmak istiyorum. Sultan Rükneddin’in Rüknettin Süleyman) kendine isyan eden kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev’i Konya’da yendikten sonra Onu ve oğulları İzzettin Keykavus ve Alaaddin Keykubat’ı affetmesi Selçuklulara ve Türk tarihine üç büyük hükümdar kazandırmıştır, üç hükümdar döneminde Anadolu Selçuklu Devleti altın çağını yaşamıştır.
Ancak bu düşünceler ve kararlar kolayca oluşmamıştır kuşkusuz. Bunun da ötesinde oluşan her düşünce de kolayca kabul görmemiştir. Mesela İnebahtı Savaşında karacı paşalar Barbaros’un amirallerini dikkate almamışlardır, tıpkı Sokullu Mehmet Paşa Barbaros Hayrettin Paşanın Amerika’ya gidelim layihasını reddettiği gibi. Don ve Volga arasında kanal açma projesi yine ordunun başına maliyeci bir paşanın getirilmesi, Kırım Hanlarının şüphe ve kıskançlıklarını yenememesi Dersaadetin de bunu izâle edecek adım atmaması gibi nedenlerle kadük kalmıştır. Elbette daha acılarına da tarih şahit olmuştur. Mesela İkinci Viyana Kuşatmasının hezimet sebeplerini önceden ifade eden Budin Beylerbeyi Damat İbrahim Paşa dinlenmediği gibi dediği şekilde hezimet vuku bulunca Kara Mustafa Paşa tarafından idam ettirilmiştir.
Bugün ne yapmalıyız? Aslında örnekler üzerinden söylenmesi gereken birçok şeyi söyledik.
Zaten her zaman düşüncelerimizi olaylar üzerinden ifade etmiyor muyuz sevgili dostlar?
Yine de sonuç kısmında açıkça belirtelim ki, düşünmeye en fazla düşünmeyi engelleyen şartların oluştuğu dönemde özenle gerçekleştirmeliyiz. Aklın iptal olduğu dönemlerde düşünceler hayat kurtarabilir. Ve tabi ki, düşünceler bazen rahatsız edici, yaşam konforunu bozucu olabilir. Bu da o kadar doğaldır ki! Zaten düşünmek her şey yolundaymış gibi görünen olağan gaflet halinden ve sanki düşünmeden yıka döke ilerlediğimizde başaracağız hissine kapıldığımız ihtiras ve tehevvür sarhoşluğundan uyandırır bizi: Birey, toplum ve devlet olarak.
Elbette ki böylesi zamanlarda düşünmenin, aksi sorular sormanın, makul yol bulmanın zorluklarını dışlıyor değilim. Zira insan çevresinin ve zamanının esiridir. Mesela zeki paşamız ve ilim adamımız Ahmet Cevdet Paşa döneminde Avrupa’daki toplumsal isyanları, anarşi ve çatışmaları “Bunlar Avrupa’da olur bizde olmaz diye” dışarıda tutmuştur. Halbuki Avrupa'da gelişen milliyetçilik, diğer sosyal olaylar Paşanın hayatının sonlarında Osmanlı mülkünde de pekâlâ görülmüştür. O yüzden “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen naif Marie Antoinette’i yadırgamayalım. Zira, lüks sofralarındaki tenevvü-ü et’imeden fakirin sofrası görülmez.
Allah'ım bize müteyakkız olmayı lütfetsin. Her ne durumda olursak olalım, düşünmekten, aklımızı ve hür irademizi kullanmaktan bizi geri bıraktırmasın.
Mehmet Ali Bal - Haber7
Yorumlar14