Yeni Dönemin Kapıları Suriye’den Açılıyor
- GİRİŞ09.12.2024 09:04
- GÜNCELLEME09.12.2024 10:15
Suriye’de 24 yılı B. Esad dönemi olmak üzere 61 yıllık Baas rejimi 12 günlük bir ilerleyişten sonra hayatiyetini yitirdi. Çok sayıda cihatçı örgütün (36 fraksiyon sayılıyor tam kesin olmamakla birlikte) koalisyonu olan Heyet Tahrir Şam grupları İdlip içinden çıkarak kısa sürede Suriye’yi Kuzeyden Güneye katederek Şam’a ulaştılar. 08 Aralık 2024 tarihi itibariyle HTŞ Grupları Şam’daki başkanlık sarayına girdiler. Esad yönetiminin başbakanı Celali hükümeti devretmek üzere beklediğini, ülkesini terk etmediğini açıkladı. İsrail’in Lübnan ile kendisinin pek de uymadığı ateşkesi imzaladığı günün hemen ertesinde başlayan HTŞ ilerleyişi kesin bir zaferle sona erdi. E. Muhammed El Culani, mensuplarının havaya ateş açmasını, kamu kurumlarına zarar vermesini yasakladığını duyurdu.
Şam’da bir camide tekbirlerle bu zafer kutlandı. Suriye Devlet Televizyonuna, HTŞ sorumluları “Esad’ı devirdik, Şam’ı özgürleştirdik” açıklamasını yaptılar (Bu ifade daha sonra televizyonlarımızda düzeltildi, bazı kanalların baştan beri kullandığı şekliyle “Şam'ı kurtardık” ibaresi kullanıldı).
Suriye eski rejim ordusunun direnmeden geri çekilmesine rağmen Lübnan’dan Hizbullah ve Irak'tan Şii grupların Suriye’ye girişleri İsrail ve Amerika uçakları tarafından bombalanarak engellendi. HTŞ grupları ilerlerken Rusya’nın etkisiz bir iki hava harekatı dışında herhangi bir hava saldırısı yapılmadı.
Bizim tarafımızdan desteklenen SMO grupları Hama, Humus ve Şam’daki özgürleştirme harekatı ve kutlamalarında yer almadılar, en azından en ziyade görünür olan HTŞ gruplarıydı. Bu hususu not etmekte yarar vardır. Bir taraftan Türkiye’nin Suriye’nin içişlerindeki oluşumlarda aşırı müdahil olmak istemediğini gösterirken diğer taraftan HTŞ gruplarının ardındaki güçlerin daha dominant olduğunu da göstermektedir.
Şunu da ifade edeyim ki, bugünkü olayların, yeni ittifakların, yeni şekillenmelerin eskide yaşanan son derece yürek yakıcı olayları unutturmayacaktır . 61 yıllık Baas rejiminin elindeki kanlar elbette ki unutulamaz. Hama ve Humus’un bombardıman altındaki görüntüleri hala o dönemlerde yaşayanların kalplerinde bir yaradır. Ne yazık ki, Suriye halkı henüz yasını tutamamış, yas sürecini geçirememiştir. Esad’ın ilk dört beş yılı hariç sürekli bir Batı tehdidi altında yaşamıştır. Bu arada, İran’ın bölgedeki müttefiklerinden biri olarak Hizbullah’ın lojistik üssü olmaya devam etmiştir. Ancak, bütün bu süreçlerde artık halkı parçalanmış, ülkenin güvenliği kendi dinamikleri dışındaki devletlerin ordularına ve milis güçlerine emanet edilmiştir.
Esad Ailesi ve Baas Partisi de bu dönemler geçilirken, Suriye’deki ana halk katmanları ile sağlıklı ilişkiler kuramamışlardır. Bir de şunu unutmayalım ki, yüzyılın başından itibaren bölgede yaşananlar herhangi bir milletin, toplumun dayanabileceği bir tansiyon değildir. Büyük güçler tarafından kurulan, sürekli paylaşım rekabetine konu olan, görece bağımsız dönemde de Birleşik Arap Cumhuriyeti gibi (1958-1961) farklı deneyimler yaşayan, İsrail’in saldırılarına maruz kalan, sonrasında ise Lübnan’ın siyasi ve sosyal istikrarsızlığından fevkalade etkilenen, Fransız mandasından SSCB ve Rusya bağlısı sisteme savrulan olağanüstü durumların hiç geçmediği bir ülkedir.
İşte biz bu nedenlerle geçmişin Suriye halkı üzerinde yarattığı acılarını unutmuyoruz. Ancak, bugünkü durumu artık Suriye’nin kendisi dışında bölgesini ilgilendiren bir keyfiyettedir. Bazı olaylarda Suriye acının öznesidir, bazılarında ise nesnesi ya da platformu… Nitekim “Şam’ı özgürleştiren” (Tipik Amerikan üretimi siyasal terimdir) HTŞ grupları mensupları hatta Suriye doğumlu olan El Culani ne kadar Suriye halkını temsil ederler? Suriye artık Amerika, İsrail, İngiltere ile birinci derecede Türkiye gibi devletlerle de ikinci derecede konuşarak geleceğini tayin edecek bir parçalanmış ülkeye dönüşmüştür.
Şam’a ulaşan HTŞ Grupları lideri El Culani’nin beyanları (CNN’e verdiği röportajda olduğu gibi) son derece ılımlı, sorumlu, kapsayıcı ve devlet aklını temsil eder mahiyettedir. Culani’nin bu gelişimi ve performansı göz alıcıdır. Suriye’nin muhtelif şehirlerindeki devir teslim süreci çatışmadan ziyade müzakereler ile yürütülmektedir. Tipik bir ABD ve müttefikleri projesinin uygulamasının aynı güçler tarafından ciddiyetle denetlendiği anlaşılmaktadır. Suriye’deki ana aktörler (HTŞ, SMO, PYD, Rejimin kalan unsurları) projeyi hatasız uygulamaya çalışan yapılar olarak dikkati çekmektedir.
Suriye’deki bu gücün el değiştirmesine ve son 11 günlük olaylara Rusya dahil Batı ve Doğunun büyük güçleri tarafından herhangi ciddi bir itiraz olmamıştır. Keza bölgesel güçler de oyun değiştirici bir girişimde hatta beyanda bulunmamışlardır. Suriye’deki en önemli Esad yanlısı güçler Rusya ve İran itiraz edemeyecek ölçüde yıpranmış, yorulmuş ve odaklarını kaybetmiş durumdadırlar. Bunlara bağlı milis yapıların çoğunluğu ise İsrail tarafından yok edilmiş durumdadır. Komşu ülkelerden gelecek yardımcı kuvvetler ise yine Amerika ve İsrail tarafından bombalanmışlardır.
İsrail’in 07 Ekim Hamas saldırıları sonrası başlattığı kapsamlı, etkili ve sonuç odaklı askeri ve istihbari operasyonlarla başlayan süreç bu operasyonların neredeyse kesin başarısını Lübnan ile ateşkes ile noktaladıktan hemen sonra 11 günlük bir ilerlemeyle sona ermiştir. Mevcut muhalefet blokuna baktığımızda bu yapılardan HTŞ’nin Amerikan, SMO’nun İngiltere ve ve özellikle HTŞ içindeki bazı kritik liderlerin İsrail’in hedef odaklı operasyonel karşı casusluk yapılarının hedefi olduklarını söyleyebiliriz.
Sorular Sorular, Aklımızı Kemiren Sorular Suriye rejimin bu şekilde düşmesinin ardından Suriye’nin bazı kesimlerinde, Türkiye’de ve başka Esad Rejimi karşıtı bölgelerde gerçekleştirilen sevinç gösterilerini yadırgamamak gerekir. Bu onlarca yıl birikmiş acıların, sıkıntıların sebebi olan bir rejimin yıkılmasının verdiği doğal bir sevinçtir.
Ancak, bu sevinç gösterileri arasında gerçek olayları da ciddiyetle süzmemiz gerekir. Öncelikle bu projenin gerçek sahibi veya sahipleri kimlerdir? Zira bölgede etkili olacak Rusya, İran, Hizbullah, Irak Şii Grupları, Yemenli Şii Grupları, vs zayıflatan; S. Arabistan, Mısır gibi ülkelerin bağımsız politika yürütmesini engelleyen; E. Muhammed el Culani’yi dünya kamuoyunda ılımlı bağımsızlık lideri gibi yeniden inşa eden ABD, İsrail ve İngiltere ittifakının projenin gerçek sahipleri ve ana yüklenicileri olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye gibi ülkeler ise Suriye ile ilgili bazı hedefleri itibariyle yardımcı bölgesel aktörler olarak görülmektedir. Hatta Batı özelde de ABD başını bu devir teslimde Türkiye’nin rolünü abartarak vermeyi benimsemişlerdir. D. Trump açıkça “Bu bizim savaşımız değil” demiştir. Bu tutumların önemli siyasi manevralar olduğunu düşünmekteyim. Dolayısıyla ilk aklımı zorlayan soru, bütün bu birbiriyle bütünleşik olayları ve yapıları organize ve tahrik eden ana muharrik gücün gelecek planı nedir? Bu gücün yeni hedefleri var mıdır? Var ise nasıl bir proje veya strateji ile bu hedeflere ulaşacaklardır. 1980’li yıllardan beri görüldüğü üzere İsrail’i tehdit edebilecek devletlerin her biri farklı yollarla bölünmüş ve tasfiye edilmiştir. Mesela Irak, Sudan, Libya bölünmüş; Lübnan çökertilmiş; İran’ın bütün güç yapıları çökertilmiş; Suriye de bölünmekte ve neticesi bilinmeyen bir noktaya doğru savrulmaktadır. Bölgenin büyük güçlerinden. Suudi Arabistan başka bir dünyada kendini yeniden var etmeye ve nüfusunu seküler ve dünya zevkleriyle birleştirmeye çalışmaktadır. Mısır’ın ekonomik açıdan sorunları olduğu gibi Etiyopya ile Nil’in kolu üzerine yapılan barajdan dolayı ciddi sorunları vardır. Unutmayalım ki, Suriye’de daha kriz çıkmadan önce 2001 yılında bir AB konferansında iklim değişikliği nedeniyle Suriye ve aşağısında ciddi su sorunları olacağı bundan dolayı da Kuzeye doğru göç hareketlerinin olacağı, bu göçleri Türkiye gibi sınır ülkelerinde durdurmanın gerekliliği tartışılıyordu. Keza NATO belgeleri arasına giren 2000’li yollarda Suriye ve su sorununun yaratacağı riskler konuşuluyordu. Şimdi acaba bu projenin devamı olarak sırada hangi ülke vardır? Ve nasıl bir proje tatbik edilecektir? Hangi yöntemler kullanılacaktır? Türkiye olarak günlük kazanımların ötesinde bu konuyu ve soruyu ciddiye almamız gerekmektedir.
Bu olayları takiben güney sınırımızda ABD menşeli holdinge ait iki şirketin olacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Amerika ve İsrail ile komşu olma durumu ortaya çıkmıştır/ çıkacaktır. Buna yönelik ne gibi bir hazırlığımız olmalıdır? Arap ve İslam dünyasındaki sessizlik acaba gelecekte ortaya çıkacak başka olaylar karşısında da cari olur mu? Suriye’deki yeni taksimat barış mı getirecektir yoksa bölgeye istikrar mı sağlayacaktır? Türkiye özelinde ama Avrupa’ya da hitap edecek tarzda Baas şiddetinden kaçan Suriyeli nüfusun artık memleketlerine dönecekleri ifade edilmekte, hatta sınır kapılarından geçişler gösterilmektedir. Bu konularda gerçekçi olmakta yarar vardır. Zira insanda her açıdan bir tekamül meyli vardır. Her insan kendini iyi geliştirebileceği, en fazla kazanabileceği bir yerde yaşamak ister. Dolayısıyla Suriye henüz Türkiye’den iyi şartlara sahip bir ülke veya coğrafya değildir ki insanlar geri dönsünler. Belki bir kısmı iki ülkedeki kazanımlarını korumayı tercih edeceklerdir. Ancak, büyük kısmı Türkiye’de kalacaktır. Ona göre planlarımızı yapmamızda fayda vardır.
Son olarak, yeni ittifaklara girdiğimiz şu dönemde Türkiye ve kurumlarımız itibariyle bağımsız olmaya, kendi iç yapımızı korumaya dolayısıyla herhangi bir güce tam angaje olmamaya dikkat etmeliyiz.
Henüz yeni dönemin tam olarak neler getireceğini bilmesek de Suriye’deki olaylarla açılan yeni kapının aralığından gelişmelere bakalım. İnşallah memleketimize hayır getirir.
Mehmet Ali BAL - Haber7
Yorumlar94