Devletin Statiği ve Dinamiği Bağlamında Suriye
- GİRİŞ30.12.2024 09:22
- GÜNCELLEME31.12.2024 08:25
İçinde bulunduğumuz küresel, bölgesel ve ulusal şartlar bizi Devlet ve milletimize dair temel (hatta ontolojik) meseleler üzerine düşünmeye mecbur etmektedir. Şayet objektif düşünebilirsek, sosyal ve siyasi yasaların da fizik ve biyoloji kuralları gibi olduğunu; ihmal edilen veya yanlış değerlendirilen sabitelerin ve paritelerin biraz yorum ve dönüşüm farkıyla fizik ve biyoloji kuralların ihlali halinde doğan sonuçlar verdiğini anlayabiliriz. Bu ciddiyeti hissettirmek için bugün yaşadığımız olayları farklı disiplinlerden ödünç aldığımız kavramlarla analiz etmeye çalışacağız. Şunu da vurgulayalım ki, bilginin ve düşüncenin rasyonel değer ifade ettiği seviye bilinç seviyesidir; yani ne bildiğimizin ve ne düşündüğümüzün bilincinde olmak.
İlk ödünç aldığımız kavram “Statik” kavramıdır. Sözlük anlamı durağan “Belirli bir süre hep aynı kalan, devinimi olmayan, durağan, duruk.” ve mecazen de “Değişme, gelişme, ilerleme göstermeyen, değişmeyen.” (TDK) anlamlarına gelmektedir. Sözlük anlamı itibariyle olumsuz yüklemeleri olan bu kavram mühendislikte ayrı bir içerik kazanmıştır: “Yapının sağlam ve sabit bir şekilde kalmasını sağlayan projeyi” İnşaat mühendisliği alanında bir uzman olan statiker yani “Statik proje mühendisi” “Statik analizler” yaparak hazırlar, buna da “Statik Proje” denir. Şu halde, binanın bütün unsurlarıyla birlikte ayakta durabilmesi, sağlam ve sabit bir şekilde kalabilmesini statik kavramıyla ifade ediyoruz. Ancak, burada statik kavramı mecaz anlamında olduğu gibi durağan bir yüklemeye sahip değildir. Yapının bütün unsurları, bileşenleri arasındaki matematiksel hesaplamalar ile oluşturulan denge, oran gibi diğer fiziksel yasalara uygunlukla hazırlanmış bir proje söz konusudur. Sabit yapının kendi içinde durağanlık yoktur. Muhtelif sütunları, ağır yükleri, kirişleri, duvarları, vb arasında canlı bir hendesi ilişki vardır.
Devletin statiği derken işte bir bina gibi devleti oluşturan muhtelif unsurları, yapıları, bileşenleri sağlam bir yapı halinde ayakta tutan statik yasaları kast ediyoruz. Vakıa, Latincede “Status” kavramı (Talih, statü, servet, devlet anlamlarında kullanılmıştır. Hükümdarın sahip olduğu bir niteliğin (Regnum, imperium) adı iken soyut anlam kazanmıştır. “S. Nişanyan) diğer Batı lisanlarına küçük farklarla da olsa devlet anlamına gelen kavramları kazandırmıştır: Stato (İtalyanca), State (İngilizce), Etat (Fransızca), vb. Şu halde Latin, Batı tasavvurunda “devlet” kavramı kurumları ve teamülleri oturmuş sağlam ve ayakta duran fonksiyonel bir yapıyı ifade etmektedir.
Sanırım tarihte en sofistike ve simetrik fonksiyonları içeren devlet yapısı da Roma’dadır. Bizde teşkilatçı devletlerle karşılaşıncaya kadar bazı sistemler olmakla birlikte asıl devlet kurumlarını Hint, Moğol, Fars ve Arap imparatorlukları ve daha sonra da Bizans ile ilişki sonrasında kazanmış olduğumuz görülür. Zeki ve tedbirli “Veziri maderzad” Nizamülmülk Melikşah’a devletin bütün aksamını yekvücut haliyle sayar; müşterek işleyişi izah eder; statik nizamın salahı için adaleti dinin bile önüne koyar. Devletin statik yapısı, düzeni ile ilgili şunu ifade edebiliriz ki, öncelikle devlet yapısı güçlü, müstakar kurumlardan teşekkül eder. Bu kurumların işleyişinde bir itidal ve denge prensibi hükmünü icra eder. Nizamülmülk Selçuklu beylerinin sadece askeri beceri ve atak kabiliyetlerini öncelemesine karşın devletin divan, maliye, dergah, bargah, vs birçok unsurdan oluştuğunu ifade eder. Salah ve selamet bu kurumların sağlıklı işleyişini sağlamaktadır. Yine mühendislik kavramı ve metaforundan hareketle, bir yapının nasıl ki ana kaideleri, tuğlaları, çatısı, vb unsurları bir çeşitlilik arz eder, mesela harç olmazsa yapı parçaları birleşmez, statik yapı projesi olmazsa bina sağlam olmaz, her bir unsurun fonksiyonu çeşitlilik arz eder, öyle de güçlü devlet yapısı kurumsal çeşitlilik açısından zengin bir bütünsellik içindedir. Zira her fonksiyonun aynı yapı değeri, her bileşenin de ayrı bir fonksiyonu vardır. Biri eksik olursa bir insan vücuduna benzeyen devlet mekanizması doğru veya tam çalışmaz. Bu durumda, hükümran bir güç bile eksiktir, zayıftır, acizdir.
Sözlükte “Canlı, etkin, hareketli” ve “Hareketli ve duruk karşıtı” anlamı verilen “Dinamik” fizikte “Mekaniğin güç, devinim, erke (Enerji, güç) arasındaki ilişkileri inceleyen dalıdır”. Birbirine eşit olmayan veya dengede bulunmayan kuvvetlerin yarattığı hareketlerdeki değişimleri incelemektedir. “Dinamik, cisimlerin, çeşitli kuvvetler altında, hareketlerindeki değişiklikleri inceleyen bilim dalıdır. Bu inceleme, tasviri anlamda bir inceleme değildir, güçleri, etkileri, bileşkelerini matematiksel ifadelerle hesaplayan bir incelemedir. Başka bir ifadeyle: Dinamik, harekete sebep olan ve hareketi değiştiren unsurları inceler. Fizik biliminde Klasik mekaniğin branşlarından biridir. Denge durumundaki cisimlerin kuvvet dengesini inceleyen Statik diğer bir branşıdır.” (Wikipedia; Dinamik; 30 Aralık 2024). Newton tarafından üç prensibi bilimsel formülasyona kavuşturulmuştur. “Yapısal Dinamik, yapısal malzemelerin dinamik veya değişen zorlayıcı işlevlere nasıl tepki verdiğini ifade eder.
Titreşimi de içerir ama aynı zamanda geleneksel olarak titreşim olarak adlandırdığımız şeyin de ötesine geçer. Yapısal dinamik, bir diyapozonun (Diyapazon çelikten üretilmiş, çatal veya U şeklinde, belirli frekansta ses üreten araçtır. Diyapazonun çatalına ucunda lastik top bulunan sopa ile vurulduğunda belirli frekansta ses çıkarır.) ona çarptığınızda nasıl titrediğinin, bir binanın deprem sırasında nasıl hareket edeceğinin veya bir köprünün şiddetli rüzgarda nasıl hareket edeceğinin incelenmesi ve tanımlanmasıdır. Bir yapıya uygulanan değişen kuvvetlere zamanın bir fonksiyonu olduğu için “Zorlama fonksiyonları” adı verilir.”
Devletin dinamiği dediğimizde de devletin güç fonksiyonlarını, harekete geçme sebepleri ve hareketini değiştiren unsurlarıyla etki ve sonuç doğurucu ilişkilerini kast ediyoruz. Devletin statik ve dinamiği meselelerinin nihai kertede varoluşsal sorunlara yol açtığını belirtmemiz lazımdır. Tarihte bazı devletler kendi içlerindeki yapı bileşenlerini doğru orantılarda sentez ve entegre edemedikleri için yıkılmışlardır. Bazıları ise sağlam yapılarına karşın, dış dünyadan gelen baskılar, saldırılar, sınayıcı etkiler sonucunda yıkılmışlardır. Dolayısıyla her iki açıdan devletlerin hayat ve beka direncini dönem dönem analiz etmekte yarar vardır.
Devletin statik yapısının bileşenlerini teşkilat yapısı ve kurumları, beşeri kaynakları, içindeki adalet nizamı olarak sıralayabiliriz. Bu bileşenlerdeki sağlamlık, akıllı organizasyon ve bir nevi harç işlevi görecek adalet nizamı, değerler manzumesi gibi konular devletin statik yapısını konsolide ederler. Kurumların ve beşeri kaynakların fesada uğraması, harç işlevi görecek statik yapıların fonksiyonel kuvvetleri olan adalet ve değerlerin tahribiyle güçlü yapılar çözülür, çürür veya infilak eder gider.
Devletlerin dinamiğine gelince dış politikayı, askeri ve siyasi fonksiyonları, içyapısını oluşturan değerleri ve kültürleri kapsayan varlığının dışarıdan gelen etkilere karşı sağlam durabilmesi kabiliyeti ve gücünü anlaşılır. Kaçınılmaz etkilere karşı yapının gösterdiği direnç ve maruz kalınan gücü, baskıyı yönetilme kapasitesi kadar risk içeren kararlardan uzak durmak da bir anlamda yapı dinamiğinin bir ürünüdür.
Sonuçta beka ve zafer varsa illa savaş galibiyetinden çıkmış olmak zorunluluğu yoktur. Hatta Sun Tzu’ya göre en büyük zafer savaş yapmadan kazanılan zaferdir. Bu da içinde bulunulan şartları doğru analiz ve muhakeme edebilmekten geçmektedir kuşkusuz.
Devletimizin Statik Yapı Analizi ve Riskler Ağırlıklı olarak son yıllardaki gelişmeler ışığında yapı malzemeleri ve yapısal orantılar ve dengeleri itibariyle öz bir değerlendirme yapmak istiyorum. Devletimizin kurumsal yapısı da Batı ile Doğunun arasında sarkastik bir genetiğe sahip olduğundan tam karar kılmış, denge unsurları yerine oturmuş değildir. Buna aşırı çürüme neticesinde, her ne kadar hamasi siyaset yapılırsa yapılsın artık eskisi gibi hiç olamayacak bir kronik rahatsızlık eklendiğinde daha ümitsiz bir durum ortaya çıkmaktadır. Zira klasik devlet yapısında yapı unsurları olan kurumların her birinin özgün yeri ve özgül ağırlığı vardır. Bu durum her geçen gün değişmektedir.
Önümüzdeki yıllarda devlet sistemimize uygun olmayan beşeri unsurların da etkin olmaya başlamasıyla yapı statiği çöküntü ve denge sorunları yaşayacaktır. Bazı sorunlardan dolayı yapı malzemesi bozulan sistemde bir de nepotizm gibi yapı kanseri diyebileceğimiz hastalıkların yaygınlaşmasıyla yapı statiği, malzeme sağlamlığı ve denge nosyonu ciddi zarar görecektir.
Bölgemizde yaşanan istikrarsızlıklar ve bunun devam edeceği öngörüsü nedeniyle beşeri kaynakta da bozulmaların yaşandığı bir gerçektir. Standard üzeri nüfus dünyanın daha gelişmiş metropolleri tarafından adeta yutulmaktadır. Türkiye gibi araftaki ülkelerin gelişmiş metropollere olan sınırları süzgeç işlevi görmektedir. Belirli bir niteliğin üzerindekiler geçmekte, altındakiler kalmaktadır. Bu yetersiz beşeri kaynağın metropollere geçişi de mümkün değildir, ilk çıkış bölgesine dönüşü de.
Vakıa, uluslararası kuruluşlar Suriye gibi ülkelere kitlesel geri dönüşü tavsiye etmemektedir. Bu kaynak için en elverişli yaşam alanı şu an bulundukları yerdir. Bu durumda, devlet kurumlarımızın şu an ülkede bulunan bazı açılardan mavi yakalı ihtiyacını karşılayan ama bazı açılardan da sorunlu, geldiği ülkelerin psikolojik ve kültürel sorunlarıyla yüklü, hala da toplumumuza intibak sağlayamamış, genel standardın üzerindeki nüfusun rehabilitasyonu, toplumla kaynaştırılması, eğitimi, organize edilmesi, psiko-sosyal sorunlarının çözülmesi gibi ciddi sorunları olan n-duşa ayrı bir dikkat atf etmeleri gerekir. Bu fonksiyonları görecek kadroların eğitimi, kurumların teşekkülü ve uygulanacak yöntemleri belirleyen ana politikaların oluşturulması ve derhal uygulanması gerekir.
Yapı statiği açısından Suriye’yi değerlendirecek olursak; henüz federal ya da üniter veya basit birlik tarzında bir yapı kurulamamıştır. Olmayan bir yapının geleceğini konuşmak abesle iştigaldir. İddia edilen devrimin (!) ana gücü silahlı grupların içinde yüksek oranda yabancı savaşçılar vardır. Takdir edilir ki, bu unsurlar sistem kurma değil, çatışma ve ganimet üzerine kurgulanmışlardır. Ayrıca bu gruplar için aslolan vatan savunması değildir. Ne yazık ki, bizde bulunan göçmenler için de vatan nosyonundan söz edemeyiz. Dilerim bunu test etmek zorunda kalmayız. Bu durumun iyi rehabilite edilememesi ve entegrasyonun mümkün olmaması halinde ana yapı unsuru kendi nüfusumuzun devlet ve millet anlayışı da zarar görmeye başlayacaktır. Türkiye'nin bugün nitelikli nüfusunu göç vermesi tesadüf değildir.
Farklı nedenlerle Türkiye ve Suriye'de Filistin'de geçmişte yaşandığı gibi “Absentees” olgusu (Dışarıda yaşayan büyük toprak sahipleri özel anlam verilmiştir) yaşanmaya başlayacaktır. Bu da vatan savunması açısından çok büyük zaaflar oluşturacaktır Filistin'de başlangıçta olduğu gibi. Yapının statik bileşenlerini bir arada tutan “Adalet” kavramını, biraz geniş açıdan görmek gerekir: “7. Göğe gelince, Allah onu yükseltti, kâinattaki mükemmel ahengi sağlayan ölçü ve dengeyi koydu. / 8. Ta ki siz de bundan ders ve örnek alıp ölçüyü aşmayasınız! / 9. Öyleyse tarttıklarınızı adâletle dosdoğru tartın ve hiçbir zaman ölçüyü eksik tutmayın!” (Rahman Suresi). İktibas ettiğimiz ayet meallerinde dağılmadan bir arada ayakta duran ve daimi hareket eden bir yapının esasları temel kavramlarla ve nüanslarıyla anlatılmıştır. İlgilileri orijinal metne bakabilirler. İster maddi ister soyut veya sistemik yapılar olsun, her birinde bileşenleri bir arada ayakta tutan adalet ve bu merkezdeki kavramlar ve fonksiyonlardır. Özellikle devlet binası adalet ile kaimdir, vesselam.
Devletimizin Dinamik Yapı Analizi ve Riskler Dış etkiler, eşitsiz güçler tarafından yaratılan etkiler ve devinimlere karşı direnç ve hesaplamaları içerir. Bu zorlayıcı fonksiyonların bir kısmı içeriden bir kısmı da dışarıdan gelir. Bunlara karşı sağlam durabilmek, yüksek direnç gösterebilmek yapı dinamiğinin üstünlüğünü gösterir.
Devlet hayatına tatbik ettiğimizde karşımıza içeriden ve dışarıdan gelebilecek yapı dinamiğini bozabilecek her tür riske karşı güçlü, korunaklı ve siyasi feraset ve fetanet ile donatılmış Politikalar,kurumlar ve kadrolar akla gelmektedir.
Devletin dinamiğini bozan zorlayıcı fonksiyonlar bazen hiç dahlimizin olmadığı başka coğrafyada ortaya çıkan güçlerden kaynaklanabilir. Mesela Cengiz İmparatorluğu ve saldırıları böyleydi. Adeta dışa püskürten bir kara delik gibi birçok devleti yuttu. Günümüzde ise büyük güçlerin zorlayıcı karakteri uzaydaki gerçek kara delikler gibidir. Dünyanın diğer güçlerini güç, kültür, zenginlik, vs bakımından yutmaktadırlar. Burada da zikrettiğim Rahman Suresinin ayetlerini hatırlatmak istiyorum. Bu ayetler iç yapı açısından etik hükümler taşır iken zorlayıcı fonksiyonlara karşı teknik, sayısal, rasyonel yöntemlere işaret etmektedirler. Şöyle ki, dünyadaki güçlerin iç sistematik ve dengelerini kendi iç yapı ve gücümüz ile ideal bir dengede tutmak elzemdir. Bu ideal denge bazen temkinli barış bazen ölümüne savaş bazen de rakibi yıpratıcı gerilim stratejisi içerir. Aslolan şudur ki, her işi yerinde ve zamanında yapmak ve göstermektir. Yiğitlik ve cesaret savaş meydanında; erdem ve bilgelik siyasi alanda; af ve merhamet sosyal alanda olur.
Diğer yandan, bazen de bizim devletimiz kendi iradesiyle başka sahalarda ve şartlarda bir mücadeleye girebilir. Burada da yapı dinamiğinin iyi hesaplanması gerekir. Tarihte bunu en iyi hesaplayabilen güç sanırım Roma’dır. Öyle ki simetrik ve en güçlü siyasal sistemler birliğinden ve yenilmez askeri mühendislikten herkese hitap eden mükemmel kodifikasyon kabiliyetine; ülkeler arası ticaret sistematiğinden şehir yaşam pratiğine kadar bir çok alanda yapı direncini koruyacak yetenek sergilemiştir.
Suriye Özeline İlişkin Zemin Etüdü İrademizi de aşan dinamik şartlar, ilişkiler ve nedenlerle her geçen gün daha da içine çekildiğimiz Suriye zemini derinleştirilmiş bir etüdü hak etmektedir. Zira, bizim açımızdan daha da büyüyen bir sınama kriterine dönüşmüştür. Bu arada, vurgulamak isterim ki, Suriye meselesinin devlet ve milletimizin varlık ve bekasını, konumuz dahilinde de Devletimizin statik ve dinamiğini bu derece etkiliyor olmasında bir sorun görüyorum. Devlet olarak, büyüklüğümüz nispetinde ilişkili olduğumuz küresel ve bölgesel birçok mesele, fırsat, kazanç ve yükümlülükten uzaklaşarak sadece Suriye’ye odaklanmış oluşumuzda ciddi riskler görüyorum. Hele Suriye sahasında tartışılır bir zafer atmosferi yaratılması devlet ve milletçe büyüklüğümüze, realpolitik yaklaşımlara, küresel ve bölgesel ağırlığımıza uygun değildir. Bir an önce devletimizin statik ve dinamiğine ilişkin sorunlara dönmeli, küresel ve bölgesel angajmanlarımızı ihmal etmemeliyiz. Zira toplam büyüklük ve gücümüz nispetinde masada yer almak mümkündür.
Önceki yazıları tekrara düşmeden bazı tespitleri paylaşmak istiyorum. Öncelikle Suriye'de yaratılan istikrarsız ortam kısa sürede bir düzene kavuşmayacaktır. Zira, Suriye'de istikrarsızlık ABD, İsrail ve İngiltere politikalarıyla uyuşmaktadır, bu onların lehine, Suriye ile İsrail hariç komşu ülkeleri ve tabiki bizim aleyhimizedir (Bu durum, devletimizin statik ve dinamiğine zarar verecektir). Halihazırda Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus’ta kitlesel gösteriler, yargısız infazlar, yağmalar, HTŞ gruplarına yönelik silahlı direnişler, vb görülmeye başlanmıştır. O bölgeyle ilgili haber kaynaklarımızı çeşitlendirmeliyiz. Kuzeyde ise PYD ve SMO güçleri arasında çatışmalar yaşanmaktadır.
Bu çatışmaların sadece bu iki grup arasında olduğunu düşünmek naiflik olur. İçlerinde konjonktüre göre değişen oranda yer alan başka devletlerin askeri ve istihbarat unsurları bu çatışmaların taraftarıdır. Ayrıca buradaki bölünme bizim statik yapı unsurlarımızı olumsuz etkileme potansiyeline sahip görünmektedir.
ABD Türkiye’nin bölgeye operasyon yapmasına sıcak bakmamıştır (!), finansal sıkıntılarımız da halen devam etmektedir. ABD, İngiltere ve İsrail’in Türkiye’yi tam olarak ayağa kalkamamış bir müttefik görüntüsüne kavuşturdukları anlaşılmaktadır. Buna karşın bu üç güç stratejik saldırı pozisyonlarını her geçen gün konsolide etmektedirler.
Suriye Devlet hazinesinin bir kara deliği olmaya devam edecektir. Suriye’deki rejimin el değiştirmesi ve henüz bütünleşik bir barış ve düzen yapısının kurulmaması küresel ve bölgesel satranç tahtasında ABD ve müttefiklerine ciddi kazanımlar sağlamıştır. Ancak, bizim açımızdan kazançlar meselesi son derece karışık görünmektedir.
Suriye’nin inşası için finans sağlayan güçler, pastayı da pay edecek güçlerdir. Ayrıca, ABD pratiği bölgesel savaşları bölgesel güçlerin şartına yüklemektir. Irak – Kuveyt Savaşının masraflarını petrol zengini Arap ülkeler demişlerdir. Yine Suriye’deki askeri faaliyetlerini ve yönettiği YPG özerk bölgesinin harcamalarını Rakka petrolleri ile sağlamaktadır. Şunu unutmayalım ki, büyük devletler para harcayan değil para harcatan güçlerdir; veren değil alan eldirler. Hesaplarımızı bu sabitlere göre yapmamızda fayda vardır.
İran sahadan çok büyük ölçüde silinmiştir. İran İslam Devrimi'nin rüzgarıyla başlayan bölgesel etkisi zamanla Ortadoğu coğrafyasında devlet nüfuz alanı ve paramiliter güçlerinin mevzilerine dönüşmüştür. Ancak, bu İran için stratejik kazanıma dönüşmemiştir. İran yedi cephede asker (DMO) ve paramiliter güç bulunduran, yüksek söylemleri olan bir devlet olmuştur. Ancak, herhangi bir ekonomik, askeri ve siyasi sonuç alınmadan devam ettirilen bu durum başta irana ve halkına zarar vermiştir. Salt kahramanlık yememiştir. Tuttuğu alanlarda tam hakimiyet kurup, refah ve üretimi yükseltememiş, bu alanlardan devlet hazinesine gelir sağlayamamıştır. Ortadoğu’daki yürüttüğü vekil savaşlarını iç politikada muhalefeti ve fakirleşen halkını susturmak için araçsallaştırmıştır. Söylemde maksimalist, refahta minimalist politikalar yürütmüştür. Aslında İran örneği ibret alınması gereken bir özel örnektir.
Suriye sahasında bugün ABD, İngiltere ve İsrail'i dengeleyecek bir güç yoktur. Bu politik güçlerin fizik yasasında olduğu gibi bileşik kaplardaki basınç ilişkisi bakımından aleyhimizedir. ABD, İngiltere ve İsrail’den oluşan çok boyutlu gücün yarattığı basınç etkisi sadece Türkiye’yi değil, bölgeyi ve ilgili aktörleri de küçültmektedir. Bu tespiti yapmaktaki amacım bu çok boyutlu gücü analiz etmek ve panzehirini inşa etmek için veri toplamayı başlatmaktır. Gücümüzün üzerinde angaje olduğumuz savaş sahası ciddi ekonomik, askeri, kültürel, siyasi, vb alanlarda özveri beklemektedir. Devlet nosyonuna çok uzak olan HTŞ lideri bile yaptırımların kaldırılması, ülkeye para girişinin olması gibi ekonomik ve somut konularda meşguldür. Dışişleri Bakanımız ile yaptığı basın toplantısı ayrıksı beyanlarının içeriği ve farklı odaklı beden dili açısından şayanı dikkattir. Keza İsrail'e karşı yumuşak beyanları ayrıca dikkat gerektirmektedir.
Görüldüğü kadarıyla biz sadece iç politikaya ve bağlı olarak Suriye'de bazı olaylara odaklanmış iken dünyadaki diğer olaylar dikkatimizden kaçmaktadır. İsrail'in stratejik işgalleri ileriye dönük ciddi risktir. Mesela Putin’in Ukrayna Savaşının bitmesi için Zelenski gibi müzakerelere hazır olduğu, hatta Slovakya'nın müzakere ülkesi olması teklifi önemlidir. Türkiye’nin Kuzey siyasetini ve Balkanlar’ı ihmal etmemesi elzemdir. Trump’ın Panama Kanalı, Kanada ve Grönland talepleri farklı bir küresel mücadelenin habercisidir. Küresel deniz yolları ve stratejik güzergahları ve boğazları ile Arktik Okyanustaki güç mücadelesinin konuları, aktörleri ve gerilimleri bizim gücümüzün kat be kat üzerindedir. Ancak, dünyamızı etkileyecek büyük güç ve strateji oyunlarını görmek hatta bu düzeyde bir aktör olmak için perspektif belirlemek gerekliliğini ima için değindim.
Türkiye düşük bir politik söylemin arkasına gizlenip küresel ve bölgesel riskleri göz önüne alarak süratle ekonomik, toplumsal ve askeri açıdan güç hazırlığını yapmalı; devletimizin statik ve dinamiğini her tür sınamaya ve meydan okumaya dirençli hale getirmelidir. Unutmayalım sözler savaştan sonra söylenir. Cesaret savaşta belli olur Akıl hepsini yönetir.
Mehmet Ali BAL - Haber7
Yorumlar11