Yeni Dünya Düzeni ve Ayak Sesleri
- GİRİŞ03.03.2025 08:50
- GÜNCELLEME06.03.2025 08:43
Bir süredir Güneyimizde katil ve zalim İsrail’in insanlık dışı katliamları ve Ortadoğu’daki dehşetengiz değişimler bütün dünyada bir tepki ve korku iklimi yaratmıştı. Ortadoğu’daki yapısal değişimlere yol açan çatışmalardan önce başlayan Ukrayna Savaşı ise dünya için bir çok anlaşılmaz konuyu gündeme getirmiş, Avrupa’yı topyekun (Macaristan gibi istisnalar hariç) ve Biden yönetimindeki ABD’yi de Avrupa’yı da dizayn edecek şekilde savaşın içine sokmuştu. Bu durum Uzakdoğu’daki gerilimlerle başka anlamlar kazanmaya devam etmiştir.
Avrupa’daki Almanya ve İngiltere gibi Uzakdoğu’daki Japonya ve Çin de savunma harcamalarını yüksek oranlarda artırmışlardır. Ukrayna Savaşı üçüncü bir ülkeye sıçrar ise Dünya Savaşı çıkar öngörüsü henüz tarihteki benzerleri ile uyuşmayan bir şekildedir. Her açıdan genetiği değişmiş teknolojik gelişmeler ile özellikle büyük güçlerin savaş tecrübesi ve aklının gelişimi rekabet ve gerilimin savaşa dönüşmesini şimdilik engellese de her geçen gün risk oranını yükseltmektedir.
Büyük devletlerin yanı sıra küçük devletlerin de hızla silahlanma yarışına katılmaları korkutucudur. Uzakdoğu’daki Japonya ve Çin’in dışında Güney ve Kuzey Kore ile Asya’nın Hint alt kıtasındaki silahlanma sofistike ve küresel dehşet dengesini etkileyecek boyutlardadır. Afrika’daki yönetimlerin el değiştirmesi, hammadde kaynakları üzerindeki kıyasıya savaş bu devasa kıtayı ateşin içine atabilir durumdadır. Nihayet ABD’deki yönetim değişikliğini takiben Trump tarafından yapılan talepler bir anda dünya gündemini şoka sokmuştur. Elbette bir çok unsuru farklı olsa da aklıma 2. Dünya Savaşı başlangıcındaki Hitler’in ve Japon İmparatorluğunun talepleri akla gelmektedir. Hatta Ukrayna konusunda Polonya’nın paylaşımına imza atan Hitler ve Stalin akla gelmektedir. Çin bu hengamede teknolojik gelişimini tamamlamayı, güç birikimini karşı konulmaz bir seviyeye çıkarmayı sağlamak için zaman kazanma çabasındadır. Mümkün olduğunca izolasyonist bir politika gütmeye çalışmaktadır. Ancak, bu tutumunu nereye kadar sürdürebileceği bilinmemektedir.
Ekonomik yaptırımları, teknoloji transferi ambargolarını ısrar ve şiddetle sürdüren ABD yön değiştirerek büyük toprak taleplerini ilan etmiştir. Panama Kanalı, Kanada ve Grönland üzerindeki talepleri bu türdendir. Ancak, en son yaşadığımız Ukrayna nadir toprak elementleri ve mineraller üzerindeki talepleri ile Zelensky’nin Beyaz Saray'da Trump tarafından dünya kamuoyunun önünde ağır hakaretlere maruz kalması çok şaşırtıcı olmuştur. Bırakalım bir devlet başkanını bir diplomatik misyonun korunmasını da içeren Viyana Sözleşmesinin (1969) çöpe atıldığının resmidir bu. Bir an bende Zelensky’nin tutuklanıp, yaka paça kodese atılacağı hissini uyandırmıştır. Osmanlı Sultanına alaycı ve hakaret dolu mektup yazan Zaporajya Kazaklarının (1676) asırlar sonra karşılaşılan bu manzara karşısında ne hissedeceklerini merak ediyorum. Ancak, Trump’ın nadir toprak elementleri ve mineralleri üzerindeki talebinin üzerinde durulmayan bir başka yönü de vardır. BBC’nin haritalandırdığı gibi bu elementler ve mineraller ekseriyetle Rusya’nın işgal ettiği Doğu Ukrayna’da bulunmaktadırlar.
Trump bunları sadece Ukrayna’dan değil Rusya’dan da istemektedir. İsterken de ben sana iyilik yapıyorum demektedir. Şu halde, ABD Rusya’nın işgal etttiği Doğu Ukrayna’dan usulüne uygun (!) pay istemektedir. Bütün bu olanlar ne anlama gelmektedir? Şımarık ve kaba bir ABD başkanının mübalağalı münferit davranışları mıdır? Mesela 2018’de Kanada’da Huawei şirketinin sahibinin kızı veşirketin üst düzey yöneticisinin gözaltına alınması sıradan bir olay mıdır? Keza Şi Cinping tarafından genç Kanada Başbakan’ının azarlanması (2022) Zelensky’nin uğradığı hakaret yanında basit kalsa da şok ediciydi. Tabi ki bu sahne gösterileri altında yatan binlerce insanın ölmesi ya da devasa küresel şirketlerin zarara uğratılması/ ya da bazılarının büyük çıkarlar sağlaması bir yana küresel kompozisyonun ve dengenin şekillenmesi ve yeni küresel kuralların ortaya çıkmasıdır.
GEÇMİŞTE KURULAN DÜNYA DÜZENLERİ
Aslında dünya devletleri ve kamuoyu geçmişte kurulan dünya düzenlerinin bilgisine sahiptirler. Ki bunların bir çoğu büyük savaşlar sonucunda yapılabilmiştir. Yakın geçmişten geriye doğru gidersek 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzen günümüzde Çin’in etkileyici ekonomik ve teknolojik varlığına rağmen hala devam etmektedir. Zira bu düzenin temelinde milyonlarca insanın yaşamına mal olan bir küresel savaş bulunmaktadır. Bu düzenin ilk büyük aşaması diyebileceğimiz 1918- 1939 dönemi ise yine büyük bir dünya savaşının sonuçları üzerinde yapılandırılmıştır. Daha önceki Avrupa uyumu dönemi nispeten daha dar alanda gerçekleşen Avrupa sahasındaki savaşlar ile oluşmuştur. Dünyanın geri kalanının bu savaşa dahil olma olasılığı ise pek mümkün gözükmez. Zira Batı artık dünyanın teknolojik, ekonomik ve askeri olarak önüne geçmiş, karşı konulamaz durumdadır. Bundan sonraki savaşlarda artık dünyanın geri kalanı Japonya hariç Batılı güçlerin çevresinde ittifak ilişkisi ile yer alacaklardır. Daha önceki Westfalia Düzeni de yine Avrupa içindeki uzun süren savaşlar sonucunda oluşmuştur .
Bu durumu geriye doğru analize devam etmek mümkün.
Cengiz ve Oğullarının kurduğu dünya düzeninin oluşumunda ise başat güç olarak savaşlar daha belirgindir. Öyle ki, savaşların ağırlığından ve baskın oluşundan dolayı düzenin medeniyet yönü az gelişmiş görünmektedir. Vakıa bu devasa savaş gücü bir bilimsel ve teknolojik üstünlük yaratamamıştır. Bu dönemden önceki Müslüman olan Türk devletlerinin ve bölgedeki bağlı milletlerin yarattığı bir Orta Asya rönesansından bugün bahsedilmektedir. Ancak bu dönemin devletleri ve bu bölgeyi de etkileyen Arap İslam devletleri küresel bir düzenin parçası olabilmeyi uzun savaşlar sonunda başarabilmişlerdir. Anlaşılan şudur ki, her düzen kendine özgü bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bu mücadele ekonomik, bilimsel, siyasal üstünlüğü bir altyapı olarak zorunlu kılmakta, nihai sonuç için savaş kritik bir yer tutmaktadır.
Bu tarihi dönüşümleri, düzenleri ve kurucu savaşları çok daha gerilere götürmek mümkün. Ancak, bu yazı bütünlüğünü dağıtmamak için bunu meraklılarına bırakmak en iyisidir. Sadece şu tespiti yapmakta yarar vardır. Hiçbir düzen kendiliğinden ve bir anda ortaya çıkmış değildir, çıkamaz. Zorlayıcı, hükmedici, oyun değiştirici, külfet yüklenici ve sistem sürdürücü bir güç oluştuktan sonra bir mücbir sebeple ortaya çıkar. Buradaki en önemli husus dünyamızda olup bitenlerin mahiyetini kavramaktır. Yani olayların etkileri veya sonuçları stratejik ve köklü sonuçlar mıdır yoksa kısa vadeli ve dar alanda etkisi olacak sonuçlar mıdır? Tarihin derinliklerinde her yönüyle irdelenmiş, incelenmiş olayların
mahiyetlerini tespit edebilmek (ideolojik bağnazlık ve yetersizlik nedeniyle idrak
yetersizliğinin etkisi hariç) bugün nispeten daha kolaydır. Ancak, hemen içinde yaşadığımız olayları bu kadar kolay değerlendirmek mümkün değildir. Bazen içinde bulunduğumuz büyük olayların stratejik sonuçları olmayabilir. Mesela Osmanlı Gücünün 2. Viyana Hezimeti sonrası yaptığı savaşlar, görülen kahramanlıklar arasında destansı nitelikte olanları vardır. Ancak, bu savaşlar ne yazık ki, stratejik değer taşımamaktadırlar. Hatta stratejik savunma bile diyemeyeceğimiz türden savaşlardır. Nitekim bu savaşların büyük tarihsel sonuçlarını milletçe biz de yaşadık imparatorluğun ortakları da.
DÜZEN KURAN STRATEJİYİ ANLAMAK
Düzen kuran strateji her şeyden önce bir bağımsız aklın, ileri görüşün, sağlıklı bir manevi bünyenin ciddi çalışmasının hatta hedefine yoğunlaşmasının eseridir. Sadece övgü ve yergi retoriği arasına sıkışmış akıllar, eserler, politikalar sağlıklı strateji inşa etmenin önündeki en büyük engellerdir. Sağlıklı strateji için ilk başta dünyayı idrak etmek zorunludur. Dünyayı tam bir küre olarak algılayabilmek, dünyanın güç merkezlerini tespit edip mahiyetlerini çözümleyebilmek, küresel merkezlerden kendi bölgemize kadar uzanan güçlerin izdüşümlerini görebilmek olmazsa olmaz şarttır. Zira küresel düzenin kurucu tezgahı küresel merkezler ile yerel küresel birimler arasında süratle çalışan dinamik bir şekilde sürekli çalışmaktadır. Atılacak yanlış bir ilmek ya da düğüm bütün siyaseti zora sokabilir.
Hele hele düzen kuran güçlerin özelliklerini ve adımlarını idrak edememe geleceksiz bir varlığa dönüştürebilir bizi. Bu açıdan düzen kuran stratejiyi anlamak biraz da teknik mühendislik işi gibidir. Aşama aşama öğrenilebilir. Yapılandırılabilir. Bugüne dönecek olursak, dünyamızda gelişen olaylar sadece kendiliklerinden ortaya çıkan
hüdainabit olaylar değildir. Girişimlerimizin, attığımız adımların da bugünkü strateji dönüşümlere uygun sonraki stratejik gelişmeleri yönlendirebilir olması gerekmektedir.
Şunu bilmek gerekir ki kazanımın ya da başarının küçüğü büyüğü değil, stratejik anlam ifade etmesi/ etmemesi ya da düzen kurucu bir mahiyette olup olmaması çok daha önemlidir. Küresel satranç tahtasına baktığımızda henüz siyaset magazini, yerel tekil çatışmalar, birbirleriyle ilişkisiz görünen olaylar vitrinde görmektedirler. Ancak, küresel merkezlerin mutfakları, dehlizleri ve iç dinamiklerini yönetme biçimleri büyük oranda meçhulümüzdür.
Bunun basit ifadesi ise dünya kamuoyunun mesela D. Trump ve yardımcısı C.D Vance için çalgın, deli veya şımarık muamelesi yapmasıdır. Halbuki sadece Caligula’nın çılgınlıklarıyla yönettiği bir dönemden farklı bir yerdeyiz bugün. Özellikle ABD gibi prosedürler ve toplam kalite kontrolleri ülkesinde ihtimal veya şans ya da çılgınlık faktörüyle yol alınacağını düşünmek safdillik olur. Keza büyük devlet genetiği ve deneyimi/ teamülleri olan devletlerin bugünkü durgun görünüşleri altında farklı dinamiklerin ve stratejik yönelimlerin çalıştığını anlamak gerekir. Zira bu olaylar yeni bir kurucu düzen ve yeni küresel güçler üreteceklerdir. Özellikle bu söz konusu güçlerin yeni kalıcı altyapıyı takviye etmeye çalıştıkları görülmektedir.
BİZİM STRATEJİK İHTİYAÇLARIMIZ, HEDEFLERİMİZ VE TUTUMLARIMIZA DAİR
Ülkesel, bölgesel ve küresel düzen kurucu genetik inşası başta gelmektedir. Bu bütün çalışmaların başında gelen en hassas konudur. Bu doğrultuda, sadece bir alanı, kesimi veya spesifik bir konuyu içeren değil, herkese şamil düzenlemelerin hayata geçirilmesi elzemdir. Efradı gibi ağyarı da böylesi bir bütünlükte olmalıdır.Nitelikli insan sermayesinin artırılması, mevcut olanın korunması ve buna yönelik yüksek katma değerli kurumların (Devlet alanlarında olduğu gibi toplumsal alanlarda da bu tarz kurumlar hedeflenmelidir) oluşturulması gerekmektedir.
Siyasi, diplomatik faaliyet ve inşa alanında kahramandan çok kurum ve elit sınıf birikimine önem verilmelidir. Kurucu düzenin olmazsa olmaz şartı entegre edilmiş katmanlar, bölgeler ve dinamikler/ faaliyetler bütünlüğüdür. Stratejik tutumun en önemli özelliği entegrasyondur: Coğrafya ve zaman boyutlu, kültür, derinlik ve dinamizm boyutlu entegrasyon.
Yeni bir küresel düzen kurulurken büyük aktörlerin ve oyun değiştirici unsurların tutum ve stratejilerini çözümleyebilmek, değişim dinamiklerinin farkında olmak elzemdir. Bu hususu bazen ana aktörlere entegre olan küçük yerel güçleri analiz ederek de açığa çıkarabiliriz. Mesela her tür yakınlık görüntülerine karşın, Suriye’de oluşturulan yeni yönetim Türkiye’den ayrıksı politikaları kurumsallaştırmaya başlamıştır. Bu yadırganacak veya doğrudan eleştirilecek bir konu değildir, reel politik zorunluluklar herkesi zorlamaktadır. Keza Suriye içindeki diğer kesimlerin bağlarına dikkat etmek bizi başka büyük aktörlere götürecektir. Son olarak, bu gelişmelerin içinde devletimiz tarafından bir sürece girilmiştir. Bu sürecin başarıyla sonuçlanması hepimizin dileğidir. Yeni oluşan küresel düzen içinde bu tarz entegrasyon projelerinin önemli olduğu aşikardır. Kritik olan husus ise uygulamanın konunun hassasiyet ve önemi ve kapsamı ile doğru orantılı ve uyumlu şekilde yönetmektir.
Bütün okurlarımızın Ramazanlarını tebrik eder; hayır ve berekete; ferdi ve içtimai huzura vesile olmasını kalpten niyaz ederim efendim.
Mehmet Ali BAL - Haber7
Yorumlar15