Darbeler nereye kadar?
- GİRİŞ25.07.2016 10:27
- GÜNCELLEME26.07.2016 08:47
İnsanın bireysel kaderinde olduğu gibi millet ve toplumların kaderinde de yaptıklarıyla yüzleşme dönemleri vardır.
Her millet her toplum, her cemaat hatta her şehir; daha doğrusu insanın hayatını şu veya bu şekilde etkilemiş her kurum ve kuruluş yaptıkları zulümlerin karşılığını tatmadan yok olmaz.
Kur’an bu hali bize şu ayetle haber veriyor:
“(İnsanların yaptıkları zulüm ve fesattan) dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü/acı) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rum, 41)
Yine bir başka ayette “Hiç bir memleket/şehir yoktur ki biz onu Kıyamet gününden evvel (bir kere de olsa) onu helak etmeyeli veya halkını şiddetli bir azâb ile ta'zib etmeyelim! Bu kitapta yazılmış bir kuraldır!” (İsra, 58)
İşte yeryüzünde görülen darbeler, savaşlar, insan eliyle veya semavi yoldan gelen felaketler hep şu sırrın tahakkuku içindir.
Çünkü insan zalûmdur; mübalağalı zalimdir. Gücü eline geçirdiğinde kendinden olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni veya menfaatine zarar vereni insafsızca hırpalar, zulmeder. Allah insanları kendisine karşı yapmakla görevli olduğu ibadetlerden dolayı değil, ucu diğer insanlara dokunan, onlara haksızlık etmesine neden olan hallerden dolayı ceza verir.
Yıkılan medeniyetler, yeryüzünden silinen milletler, kavimler hep bu yüzden silindiler, helak edildiler. Toplumlar eğer kendi elleriyle yaptıkları fesat ve zulümden dolayı başlarına gelenden ibret almışlarsa az bir felaket ve bedel ile yeniden varlıklarını sürdürmenin bir imkânını bulmuşlardır. Eğer ibret almamışlar ve eski yanlışlarında ısrar etmişlerse sonunda tamamen yok olup gitmişlerdir.
Bu açıdan bakıldığında yeryüzünde hiçbir bela, musibet, zulüm yoktur ki insan onu hak etmeden gelmiş olsun.
Meseleyi bugün yaşanmakta olan darbe konusuna getirecek olursak, eğer şu iktidar böyle bir ikazı hak etmeseydi yaptıklarıyla, bu başına gelmezdi… Eğer şu cemaat ve mensupları kibirleri ve fesatlarıyla şu musibeti hak etmeseydi şu zillet ve rezalet başına gelmezdi. Eğer millet şu felakete maruz kalmayı hak etmemiş olsaydı bu belaları yaşamazdı.
İnsanın başına gelen felaket ve belaların -ölümler dâhil- hiç birisi zulmen değildir. Allah zalim değildir. İcraatı da zalimane değildir, olmaz. Sadece ve yalnızca hak edişlerle başa gelenler, gelip insanı bulur.
Sizi temin ederim zahirde tamamen zulüm gibi görünen şu meselede dahi hiçbir kurşun serseri ve tesadüfi olarak gelip kimseye isabet etmez, edemez. Hepsi bir hak ediş iledir. Biz zahire bakıyoruz göremiyoruz. Ama batında bir hak ediş vardır. Evet, onlar bir zalimin eliyle can vermenin karşılığını Rablerinden alırlar. Fakat o belanın gelip onlara isabet etmesi yine bir yazgı ve hak edişle olur.
Kurunun yanında yaşın da yanması zahirdedir. İnsan zulmeder ama kader-i ilahi adalet eder. Kurunun yanında yaşın da yanması dahi bir adalet ve hikmet iledir. Bir yüzü kadere bakar bir yüzü imtihana…
Biz zahiren zalimle birlikte çok masumun da helak olduğunu görürüz. Zahirde o şahıs şu belanın muhatabı değildir ama darbecilerin zalim kurşunlarıyla can vermiştir veya yaralanmıştır. Tabii ki bu tür durumlar sadece darbeler ve arbedeler için geçerli değildir. Sel, tayfun, deprem, bulaşıcı hastalıklar vs. için de geçerlidir. İmtihan noktasından baktığında, kurunun yanında yaşın da yandığını görürüz. Ama dalat-i ilahiye noktasından bakıldığında bunun böyle olmadığını görürüz. Çünkü kader, zulmün eliyle dahi adalet eder.
Bu işlerin böyle dönmesi, biraz imtihandandır. Cezayı zahiren hak edenlerle bâtınan hak edenleri Allah ayıklayıp cezalandırsaydı, daha hiç kimse iman etmeme gibi bir seçeneği kalmazdı. O yüzden Allah icraatını gizliyor. Belayı zahiren hak edenle bâtınen hak edenlere aynı anda veriyor. Aynı anda cezalandırıyor fakat biz birisini masum (saklı hak ediş) birini zalim olarak görüyoruz. Fakat yine masumen öldürülenler Canb-ı Haktan şehit ücretini alacaktır.
Darbeler, savaşlar ve benzeri insan eliyle gelen büyük felaketler dahi milletlerin saklı cinayetlerinin, zulümlerinin hat edişlerinin top yekün tahakkuk ettirilmesi mevsimidir. Bolca istiğfar edin. Zira şu ateş, sadece zahiren hak etmiş olanları değil çoğu masum görünenleri de yakacaktır. O yüzden siz saklı günahlarınıza bolca tövbe ve istiğfar edin ki gelip ateş sizin hanenize de düşmesin!
Şimdi hükümet haklı olarak şu sergerdeleri cezalandırmak için zecri davranacak. Elbette kurunun yanında yer yer masum da yanacak. Bilin ki bu dahi Allah’ın izninin haricinde olmaz. Onlar bu icraatı yaparken isabet ettiklerinde kadere hizmet etmiş olurlar. İsabet etmediklerinde bu kere de kendileri zulmü yüklenmiş olurlar. İşte insanlığın kaderi bu! İşler böyle sürüp gider. Adaleti mutlakayı temin etme şansımız yok. Niyetlerimiz ve amellerimizle ya adaleti temin ederiz ya yeni zulümlere kapı aralarız… Zalimler inşallah bizzat cezalarını görürler ve müstahaktırlar. Onun yanında cezaya çarptırılacak olanlar da ya saklı hak edişlerinden ya zalime taraftarlıklarından ceza görürler…
Şu meseleyi, her konuya iman noktasından bakmak isteyenler için açtım. Daha da açılabilir amma zaten yazı çok uzadı…
Darbelerin Patronu
Yeryüzündeki çoğu darbelerin zahirdeki sebebi Amerika’dır. Halbuki Amerika bir taşerondur. Yüklenici Firma daima Siyonist Örgüttür. İhaleyi o alır, taşeronlarına yani Amerika’ya İngiltere’ye Almanya’ya vs. dağıtır.
Peki, ihaleyi çıkaran, yani patron kim derseniz, işte o İsrail’dir! İslam coğrafyasındaki işin adı: BOP! (Büyük Ortadoğu Projesi) Projenin asıl adı “Büyük İsrail Devletini İnşa Etme”dir ama bize böyle yutturuyorlar. Yüklenici firma Siyonizm’dir. İhaleyi veren İsrail’dir. İnşa faaliyetini yürütmekle yükümlü taşeron firmalar Amerika, Rusya, İngiltere, Almanya ve İran'dır… Bölgede görülen diğer hizmetleri de daha alt taşeronlara gördürüyorlar. Bunlar da PKK’dır PYD’dir (Özellikle Kürt demiyorum), DEAŞ’tır El-Kaide'dir vs…
Amerika Neden Darbeci
Gazetecinin biri Bolivya Devlet başkanına sormuş:
“Sayın başkan, dünyada darbe olma ihtimali bulunmayan bir ülke var mıdır?”
Başkan tereddüt etmeden “Amerika!” demiş ve eklemiş:
-Çünkü orda Amerikan Elçiliği yok!
Başkanın bu cevabı muhteşem, fakat eksik!
Darbeleri yaptıranın Amerika olduğunu gösteriyor ama nedenini söylemiyor. Neden Amerika darbeci?
Çünkü dünyanın baş belası Siyonizm’in yani İblis Örgütünün merkezi, Amerika’nın başkenti New-York’ta!
Bu örgüt hemen hemen birçok ülkenin içyapısına kendisini monta etmiş vaziyette varlığını sürdürüyor. Yani bildiğimiz iktidar ve siyasi yapılanmaların dışında bir paralel iktidar var. Dünya devletleri içinde bu paralel örgütlenmenin en güçlü olduğu ülkelerin başında Amerika gelir. Birleşmiş Milletler teşkilatını oluşturan tüm ülkelerde yapılanmıştır. ama en güçlü kontrol ettiği ülkeler BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkeler!
Bu paralel örgütün adı Siyonizm! Dünyanın, daha doğrusu beşerin canına kast etmiş bir canavar! Başında da Lusifer[1], yani İblis’in ta kendisi; daha doğrusu ruhunu Şeytana satmış Yahudiler var! Bunlar Musevi toplumunun inananlarına dahi düşmandırlar! Dünya sermayesinin yarısından fazlası bu örgütün hizmetinde… o paralarla dünyanın istedikleri ülkesinde istedikleri melaneti çevirebiliyorlar, cemaat satın alabiliyorlar, iktidar yıkabiliyorlar…
İşte Amerika[2] bu örgütün işgali altında…. Yazık ki Amerikan toplumu hala devletinin ve Amerikan toplumun en kritik ve en hassas odakları ve imkânları bu Siyonistlerin kontrolü altına girmiş. Amerikan Genelkurmayı (Pentagon) onların kontrolünde… Pentagon, adını bile Tevrat’ın ilk beş bölümünden alıyor. Penta!
CFR onların elinde, basın onların kontrolünde, dışişleri onların kontrolünde. Üniversiteler onların kontrolünde, Senato onların kontrolünde. Para ve para kurumlarının tümü onların kontrolünde; dolayısıyla Birleşmiş Milletler’in de efendisi onlar.
Bugün, Hıristiyan ümmeti tamamen onların kontrolü altında! Ben yazılarımda ve konuşmalarımda yeri geldikçe “Müslümanların kurtuluşu, Ancak Hıristiyan ümmetinin bu Siyonist canavarların kontrolünden ve kuşatmasından kurtulmasıyla mümkündür.” diyorum, kastım tam da.
İki Fesad İki Darbe
İsrailoğulları tarih içindeki en büyük darbeyi, kadim Irak (Babil ve Ninova)’tan yediler. Nebukadnezar, Rabbin bir hışmı olarak tepelerine çöktü. Devletlerini ve mabetlerini yıktı, var olanlarını da zincire vurup beraberinde Babil’e götürdü.
Nebukadnezar’ın bu hışmının nedenini anlamak için o günün İsrail toplumunun bölgede sebebiyet verdiği fitne ve fesadı anlamak lazım. Bugünkü İsrail’e rahmet okutacak kadar pervasız, merhametsiz ve bozguncu idiler. Sayısız nebiyi ve peygamberi öldürmüşlerdi. En son olarak onlara büyük bir belanın gelmekte olduğunu haber veren nebiyi meydanda linç ettiler. Eğer Tanah’ın 1. ve 2. Krallar bölümlerini okursanız, emin olun Nebakadnezar’a siz de rahmet okursunuz!
Mamafih İsra Suresi’nin başlangıç ayetleri de özetle birinci fesat dönemlerine temas eder. Cenab-ı Hak İsrailoğullarının iki kere devlet kuracaklarını hatırlatarak her iki devletlerini de fesad ve bela ile anar. “Siz yeryüzünde iki kere fesad çıkaracaksınız.” buyurur. Yani iki kere devlet kuracaksanız, der. Nasıl ki ilk İsrail devleti bölge halkları için bela olmuşsa mevcut İsrail devleti de insanlığın baş belası olmuş durumda. Bunu ben kendi kursağımdan atmıyorum. Bunu Tevrat ve Kur’an haber veriyor… Kendi hahamları da bunun farkında. Bazı mezhepler de bunun farkında!
Şuna emin olun ki mevcut İsrail devletinin, insanlıktan hınç almaktan başka bir hizmeti olmayacak. Çünkü onun elebaşları “Siyonist teröristler”dir.
Beni İsrail’e ikinci en büyük darbeyi vuran da Roma ve HIristiyanlardır.
Farslar (İran) ise her daim onların hizmetkârı ve oyuncağı olmuştur. Nitekim o dönemde de Farsların[3] yardımıyla Babil ve Ninova boyunduruğundan kurtulup yeniden Filistin’e döndüler. Yeniden Mabed’i inşa ettiler. Fakat bu da kısa sürdü. Bu kere de Roma’nın hışmına uğradılar. Bir türlü sükûnet bulmayan fitne fücur merkezi haline gelmiş Kudüs’e büyük bir ordu ile giren Romalı General Titus, hem Kudüs’ü harap etti hem yeniden inşa edilen mabedi yıktı. Yahudiler 1948’e kadar devam edecek 2000 yıllık bir sürgün hayatına başladılar. Yeryüzüne dağıldılar. Ve maalesef gittikleri her yere melanet taşıdılar.
Bu iki bin yıllık süreçte Hıristiyanların Yahudilere reva gördüğü tavır, insan vicdanını sızlatacak değil yüzünü karartacak cinstendir.([4])
Huyları Hiç Değişmedi
Babil’i ahlaksızlık ve fuhuşla, Ninova’yı para oyunları ve faiz batağına çekerek helak eden Yahudiler, Avrupa (Roma) ve Hıristiyanlardan da tıpkı Babil ve Ninova’ya yaptıkları gibi intikam aldılar. Dileyen, İtalyan gazeteci Giovanni Papani’nin, Gog adlı (Türkiye İş Bankası Yayınları) eserinde Ben Rubin ile yaptığı röportajı bir okusun. Eser, Yahudilerin Hıristiyanlık dünyasını nasıl yüzük gibi parmaklarına geçirdiklerini anlatır.
Yahudilerin insanlıktan intikam almaların bir diğer sebebi de Tevrat’ta yer alan bir hülyadır. Onlara göre “Günlerin Sonu”nda Yahudiler tüm dünyaya hâkim olacak bir krallık kuracaklar.
Esasında manen şu öngörü gerçekleşmiş bulunuyor. Seküler düşünce, inkar-ı uluhiyyet, cumhuriyetçilik, liberalizm, kapitalizm, komünizm ve benzeri, bu çağ insanlarını tanrı tanımaz zavallılar haline getiren fikirler ve örgütlenmelerin tamamı Yahudilerin bilinçli intikam alma operasyonlarıdır. Bu şekilde Hıristiyan ümmetini çökerttiler. Ve doğal olarak Müslümanlar da bundan nasibini aldı. Hıristiyanları tamamen kontrolleri altına alınca onların gücünü kullanarak İslam dünyasının üzerine çöreklendiler.
1900’lerin başında İsrail devletinin kurulması için düğmeye bastılar. O günün en güçlü devleti olan İngiltere’yi ve kuzeyde tamamen ele geçirdikleri Rusları kullanarak bunu gerçekleştirdiler. 1948’de devleti kurdular. O zamandan beridir de İslam coğrafyasının başı dertten kurtulmuyor. Ardı arkası gelmeyen ihtilaller, olaylar, savaşlar işgaller… 1920’der itibaren Arabistan ve İran dâhil, Siyonist baronların uşağı olmayan hiçbir insanın, İslam coğrafyasında lider olmasına fırsat vermediler. Fırsat bulup iktidar olanları da kontrollerindeki ordularla indirdiler.
Tabi bütün bu çabalar sadece İsrail devletini ayakta tutmak için değildir. Onunla beraber, asıl amaçları olan Büyük İsrail devletini kurmaktır!
BOP denilen proje, Büyük İsrail devletine zemin hazırlama projesidir. Irak o amaçla yıkıldı. Suriye’de yaşanan vahşete Batı o yüzden yıllardır seyirci kalıyor. Bu projenin uzantısı olarak artık sıranın Türkiye’ye gelmesi gerekiyordu. Çünkü Büyük İsrail devletinin kutsal beldesi Harran ve o toprakları besleyecek kutsal beş nehirden dördü (Dicle, Fırat, Seyhan, Ceyhan) Türkiye topraklarında... Türkiye yıkılmadıkça veya o topraklar Türkiye’nin kontrolünden çıkmadıkça amaçlarını gerçekleştiremeyecekler. Şimdilik o bölgeye saldıkları Kürtleri emanetçi sayıyorlar ve güya onların hakkını arıyorlar. Hepsi yalan amma ancak iş bittikten sonra Kürtler de bunu anlayacaklar!
Şimdi baş düşman ilan ettikleri, iktidardan indirmek için dâhilde ve hariçte ne kadar Türk ve İslam düşmanı it, kurt, tilki, yılan ve ayı varsa hepsini kudurtup Türkiye’nin üstüne saldırttıklarının gerekçesi yaptıkları Recep Tayyip Erdoğan bile iktidara gelebilmek için BOP eş başkanlığını kabul etmek zorunda bırakılmıştı… Ne zaman ki ayıktı ve kendi halkından yana tavır almaya başladı bu operasyonlar da başladı.
ASALA, BOP için başlatılan ilk faaliyetti. Kökü dışarda olan bir örgütün etkili olamadığı görülünce içerden PKK’yı ürettiler ve başına da geçmişinde Ermenilik bulunan ve “öc almayı” soy adı yapmış birini getirdiler.
Ben detaya girmeyeceğim. ASALA’dan itibaren Türkiye’yi hedef seçen tüm yerli ve yabancı terör örgütlenmeleri Amerika, Almanya ve İngiltere, zaman zaman da Fransa tarafından desteklenmişlerdir. İsrail, hiçbir zaman bu örgütleri doğrudan destekleme ve sahip çıkma yönüne gitmemiştir. Hep aşağılık hizmetkârlarını kullanmıştır…
Şimdi de aynısı yaşanıyor. Düşünebiliyor musunuz yıllarca bu ülkenin nerede ise her bir hanesinin malları ve evlatları ile kanından ve canından feragat ederek İslamın yücelmesi uğruna büyüttüğü bir dini yapılanmanın nasıl bir terör örgütüne dönüştüğünü izliyoruz dehşet ve haşyetle! Aman ya Rabbi! Müslümanın bu imtihanı nereye kadar devam edecek!
……
1980’lerin başında bu planı realize etmeye koyuldular. Onlara göre Büyük İsrail Devleti’nin kuruluş zamanı “2006” idi. Milenyumu baz almışlardı. Fakat bazı gelişmeler planlarını bozdu. Ortadoğu’da farklı gelişmeler gerçekleşti.
Bana göre beklemedikleri gelişme, iman hareketleriydi. Özellikle de Mısır’daki İhvanu’l-Müslimin ve Türkiye’deki Nurculuk hareketi onların hesabını bozdu.
Siyonistlerin bu hareketlerin gücünü sezmesi bizden önce başladı. O yüzden de bu hareketleri içeriden çökertmek için işbirlikçiler bulmanın çarelerini aradılar.
Müslüman Kardeşler örgütünün bir tarafı siyasi olduğu için onun içine nüfuz etmek çok daha kolaydı. Nitekim birkaç olayın içine çekerek Müslüman Kardeşleri, dünya kamuoyu önünde radikal bir örgüt gibi göstererek değer ve itibar kaybına sebep olmaları kolay oldu.
Ama Türkiye’deki imanî hareketlere başlangıçta fazla nüfuz edemediler. Özellikle siyasi ve sosyal meselelerde “müsbet hareketi” kendine prensip edinmiş Nurculuğa nüfuz edemediler. Bu çok önemli bir engeldi. Çünkü hem güçlü bir Batı karşıtlığı var ediyor hem de radikal hareket etmiyor; teröre bulaşmıyor, onların planlarına düşmüyor, gaza gelmiyordu… Onların istediği Müslüman tipi, radikal, kavgacı ve en küçük bir tahrike kapılıp kan döküp cinayet işleyen, kafasını kopardığı adamın başında Allahu Ekber diye bağıran ahmak tiplerdi. Planlarını gerçekleştirmek için bu tip Müslüman dünya kamuoyuna sunacakları en makbul malzeme idi.
İşte buna mani olabilecek tüm felsefi akımları ve düşünce gruplarını imha etmeleri gerekiyordu ki İslam büyümesin, İslam gelişmesin ve Müslümanlar uyanmasın.
Bediuzzaman haber vermiş ya “Arap uyanınca İslam uyanır.” diye onlar da o uyanışı önlemek için hiçbir fırsatı kaçırmadılar. Dünya üzerinde gerçekleştirilen büyük terör hareketleri için hep Arap gençlerini seçtiler. Ta ki gerçekten bir uyanış hareketi olduğunda o da terör hareketi gibi lanse edilebilsin. Nitekim Arap Baharı diye başlayan ve benim de alkışladığım o hareketlerin, kendi kontrollerinden çıkmaya başladığın gördükleri an, işe müdahale ettiler ve Suriye’de meseleyi bir Şii ve Sünni çatışmasına dönüştürerek akim bıraktılar… Bugün dünyada Müslüman Kardeşler’in ne bir inandırıcılığı kaldı ne de gücü.
II. Pavlos Vakası
Aynı şey Türkiye’de Nur hareketine yapılmak istendi. Bugün darbeye teşebbüs edenler bundan bir kaç yıl önce de Risale-i Nurları kendi gönüllerince sadeleştirip değiştirmeye kalkıştılar. Hiçbir yalvarış, hiçbir insafa çağrı onları durdurmadı. Şimdi düşünüyorum ki Risaleleri sadeleştirmek dahi bir emir altında yapılan bir kalkışmadır. Sadeleştirme adı altında Risale-i Nur’un dilini bozmak ve kendi eserleri karşısındaki rüchaniyetini yok etmekti!
Allahtan başarılamadı. En azından Diyanet Teşkilatının şu eserlere sahip çıkmasıyla o amaç da şu darbe gibi kadük kaldı.
Bediuzzamanın Risalelerle getirdiği en ciddi misyon, “şahıs esaslı” irşadın yerine Kitabı koymasıdır. Diğer temel esas ise Müsbet Haraket etmesidir. Siyasi ve sosyal meselelerdedaima müsbet hareket etmeyi telkin etmiştir. Onun getirdiği öğretide kalkışma yoktur. Bir şahıs etrafında kümelenip post modern tarikatlar oluşturmak yoktur.
Düşünün ki bu zat, tarikatlardan daha ağır bir bağlılıkla etrafındaki herkesi kendi zatına monte etti. Adeta hem Allah’ın –haşa- hem peygamberin misyonunu üstlendi. Kedi mensuplarına nerede ise cenneti garanti kıldı. Rasulullah’ı (s.a.v.), kendi dünyevi niyetlerini kabul ettirmenin aracısı yaptı. Bizler de onu, -şimdi daha iyi anlaşılıyor- dış güçlerin ve gizli örgütlerin desteğiyle parıltılı hale getirilmiş hizmeterine(!) kanarak bağrımıza bastık.
Oysa onun Risalei Nur haraketine yaptıklarıyla Pavlos’un Hz. İsa’nın dinine yaptıkları nerede ise birie bir benzeşiyor!
Pavlos Hz. İsa’nın (a.s.) havarisi değildi, aksine düşmanıydı. Tarsuslu bir Yahudi ailenin iyi eğitim almış bir oğluydu. Yeni dini nasıl mihverinden çıkarabileceğine dair uzun çalışmalar yaptı. Sonunda bir plan yaptı ve işe dâhil olmaya karar verdi. Millete duyurdu ki “Ben İsa ile mücadele etmek için Şam’a gideceğim!” Şam yolunda pişman oldu verdiği karar korkunçtu!
Pavlos, Şam yolunda bu yeni dine nasıl darbe vuracağını belirlemişti. Şam’a gitmekten vaz geçti ve Kudüs’e döndü. Güya yolda Rab kendisine hitap etmişti ve demişti ki “Oğlumdan ne istiyorsun!”
Pavlos böylece hem kendisini rüyet alan bir nebi durumuna yükseltti hem de güya İsa taraftarlığı yaparken onu getirdiği tevhit hareketini temelinden yıkıyordu. Pavlos bu düşüncelerle Kudüs’e geldi.
Hz. İsa’nın (a.s.) göğe çekilmesinden sonra, onun etrafında kenetlenmiş olan havarilerin mütevazı bir cemaatleri vardı. Başlarında, Havari Yakup bulunuyordu. Yakup, bir sezgi ile ondan rahatsızlığını gösterdi ve onu cemaate kabul etmedi. bütün çabalarına rağmen Pavlos bir türlü kendisini cemaate kabul ettiremiyordu. Sonra, saf bir yapısı olan ve sonradan Havariler tarafından havari kabul edilen Barnabas’ı ikna etmeyi başardı Pavlos.
Pavlos; etkili konuşan, gözü yaşlı ve vaaz verirken sık sık bayılan bir azizdi(!)… Barnabas’ın ısrarıyla yine cemaate alınmamakla birlikte Pavlos’a karşı olan direnç azaltıldı. Pavlos vaazlarına başladı… Barnabas’ı da yanına alarak Antakya’ya geldi. Çok etkili, çok cerbezeli vaaz veriyordu. Kısa zamanda paganları etkiledi. ve kendine büyük bir cemaat oluşturdu. Fakat Barnabas da ondan şüphelenmeye başlamıştı. Çünkü Pavlos, sünnet ve namaz gibi dinin esasları arasında bulunan bazı meselelere yeterli ehemmiyet vermiyordu. Onları furuattan, teferruattan sayıyordu.
Pavlos Yahudilerin yanına gelince “Tabi ki sünnet olunmak lazım, tabii ki namaz kılınacak!” diyordu, ama Mitralara (yani Tanrılardan olma insanları tanrı edinmiş gruplara) inanan paganlarla bir araya gelince de “İsa da sizin dininizdeki gibi tanrının oğludur. Namaz kılmanıza gerek yok, sünnet olmanıza gerek yok!” diyordu.
Barnabas zamanla onun iç yüzünü görmeye başlamıştı ama artık iş işten geçmişti. Hz. İsa’nın (a.s.) gerçek öğretisi değil, Pavlos’un yaydığı “baba, oğul, ruhu’l-kuds” üçlemesi artık bütün İç Anadolu’ya yayılmıştı. Zamanla gerçek Hıristiyanlık bölgeden nerede ise tamamen silindi ve yerini Pavlos’un, adı Hıristiynlık olan dini öğretisi aldı. Pavlos, güçlenince, dinin ilk hizmetkârlarıyla ilgili şerhler de yaptı. Hz. İsa’nın (a.s.) nişanlısı veya eşi olma ihtimali yüksek olan Maria Magdalena’yı kötü kadın olarak tanıttı. Böylece Hz. İsa (a.s.) bir ilah yapıldı, Pavlos da peygamber muamelesi gördü, kendi öğretisini de Hz. İsa’nın (a.s.) dininin yerine koydu.
İşte aynı seremoni İslam içinde bu çağın tefsiri olan Risale-i Nur’a yapılmak istendi. Eğer risaleleri sadeleştirme operasyonuna Bediuzzaman’ın hayatta olan talebeleri, ittifakla ve sert bir şekilde karşı durmasalardı, Pavlos eliyle Hz. İsa’nın (a.s.) ve Hıristiyanlığın başına gelenler, Nurculuğun ve Nurcuların da başına gelecekti!
Böylece yakın coğrafyalarda İslam’ın farklı toplumsal yorumları olarak okunabilecek İhvanü’l-Müslimin’in başına gelenler Nur hareketinin de başına gelecekti. Eğer şu dönemde Nur hareketi tümüyle evrilebilseydi, belki şu darbeye bile gerek kalmadan Recep Tayyip Erdoğan iktidardan indirilir ve yerine, İsrail ve Amerika’nın arzularını kansız ve sorunsuz gerçekleştirecek bir hükümet iş başına getirilecekti.
…….
O hükümet ne yapacaktı biliyor musunuz?
Kürtlere istedikleri araziyi bırakacaktı demokratlık adı altında. Neresidir oralar? Harput’tan Tarsus’a kadar olan bölge. Yer yer Toroslar da içinde kalarak!
Nurcuları, bu dönemde iktidarın arkasından çekemediler. Süleymancıların da tepe noktasını etkilediler ama cemaatin tabanına tam nüfus edemediler ve etkileyemediler. Menzil cemaatinden de büyük bir kısım insanı kendi yanlarına çektiler. En azından büyük bir kısmını iktidar aleyhine çevirmeyi başardılar ama Ne nurcuların ne de şu tarikatların temel kitlesini etkileyebildiler. Özellikle Bediuzzaman’ın hayatta olan talebelerinin; tavizsiz bir şekilde iktidarın yanında yer almaları, bütün planları bozdu. Bu zatların ne kadar titizlendiklerini ve asabiyet derecesine varacak kadar iktidara toz kondurmamalarının sebebini, yaşanan şu hadiseleri izledikçe daha iyi anlıyorum!
Meğerse ne büyük bir vartaya karşı vatan savunması yapmışlar. Bunun bir benzeri de 28 Şubat sürecinde yaşandı.
Bakın eğer darbe gerçekleştirilseydi ne yapılacaktı?
Darbenin ilk saatlerinde Türk istihbaratı tarafından Kilis’te yakalanıp acilen İstanbul’a intikal ettirilen darbenin Hatay bölgesi askeri komutanı, yapılan sorgulamasında korkunç itiraflarda bulunmuş. İşte teslim olan o subayın ilk ağızdan itiraflarından bir bölüm:
“İncirlik ABD hava üssünde 12 haftadan beri ABD’den gelen özel ihtisas sahibi subaylarla gizli toplantılar yaptık” diye başlayan askerin itirafları, askeri darbenin başarılı olmasından sonra yapılacaklar hakkında…
“İlk planda 24 saat içinde 8.000-10.000 DEAŞ militanı Türkiye’ye sokulacaktı. İkinci günde ise Irak’ın Şii milislerinden 5.000 milis ve Suriye muhaberatından 1000 ajan Türkiye’ye sokulacak ve bunlar hep beraber İskenderun’a hücum edeceklerdi.
Bu karar, İncirlik’te yapılan ve İran temsilcisinin de katıldığı gizli bir toplantıda verilmişti. O toplantıda darbeci bir Türk subayı da vardı. O toplantıda verilen kararlardan biri de 50.000 Şii milisin silahlandırılıp Türkiye’ye sokulmasıydı. Para transferleri tamamlandıktan sonra Türkiye’ye sokulacak bu milisler İstanbul ve Ankara’ya; daha da sonra Türkiye’nin her tarafına dağılarak kargaşalar çıkaracaklardı. Ancak İstanbul Boğazı’ndan Avrupa tarafına geçmeyecek, Avrupa yakası Türk darbecilerin idaresine verilecekti. Bundan sonra da ABD’li unsurların silahlandıracağı Kürt milisler bölgeye sokulacaktı. ABD’nin darbeye destek vermesinin temel amacı da bu milislerin silahlandırılıp Türkiye’ye sokulmasına müsaade etmemizdi.”
Bu Türk subayının, neden teslim olduğu meselesine gelince…
İncirlik Hava Üssü komutanının, işler yolunda gitmezse kendisine sahip çıkılacağına dair verdiği sözü yerine getirmemesiydi!
Darbenin yapıldığı ilk saatlerde tamamen sessiz kalan ABD, darbenin hükümet tarafından bastırıldığını anlayınca hemen sessizliğini bozarak hükümetten yana tavır aldığını bildirdi. Bu durum, birçok darbecide hayal kırıklığına sebebiyet verdiği gibi bu subayımızda da hayal kırıklığına sebep olmuş. Çünkü İncirlik Hava Üssü komutanı ile vardıkları mutabakat gereği, “darbenin başarısız olması halinde kendisini ailesi ile beraber İncirlik üssünde karşılayacak ve yine ailesi ile beraber kendisini ABD’ye kaçıracaktı.” ABD ağız değiştirince o da teslim olmaya karar vermiş.
…….
Burada benim dikkatimi çeken şey, bölgeye Şii milislerin sokulması; sonra insanlardan boşaltılıp Kürt milislere teslim edilmesi meselesidir… bu tam da BOP’un istediği şeydir.
Çünkü yapılan planlara göre Arz-ı Mev‘ud diye bilinen toprakların bir an önce üzerinde yaşayanlardan boşaltılması veya artık Irak ve Suriye’de olduğu gibi kimsenin hak iddia edemeyeceği topraklar haline getirilmesinin zamanı geldi de geçmekte…
Türkiye’de güya iktidarı değiştirmek için darbe yapmaya kalkıştıklarını sananlar neye hizmet ettiklerini bilmiyorlar.
Şuna emin olabilirsiniz ey darbe düşkünleri ve iktidar sahipleri, İsrail o bölgeleri kendisi için yutulmaya hazır hale getirinceye kadar durmayacaktır. Böyle olunca Amerika da durmayacaktır. Amerika durmadıkça içimizden daima işbirliğine hazır birtakım hainler çıkacaktır…
Ve bu çabalar, -onların planları çerçevesinde söylüyorum- onların planlarının gerçekleşmesine mani olan şu iktidar sürdükçe de devam edecektir.
Bu, İsrail oğullarının düşüdür. Bu düşü mutlaka gerçekleştirmek isteyeceklerdir. İşte o düşlerinin önündeki yegâne mani, ‘kavim kıran kavim’ Türklerdir. Kur’an ona “Nuhun çocukları” (İsra, 2) diyor. Tevrat ise “Kuzeyden üzerine göndereceğim kırım/ felaket” diye söz ediyor.
İşte İsrail, dolayısıyla Siyonistler, Kur’an’ın[5] ve Tanah’ın ([6]) şu öngörüsünü ters yüz etmeye çalışıyorlar.
Onlar Yeryüzü Kırallığı’nın peşindeler, biz Allah’ın muradının tahakkuku peşindeyiz. Göreceğiz, kimin dediği olacak. İnne’l âkibete li’l-müttakîn.
Ancak şunu söyleyebilirim. Mevcut iktidar ve siyasi ekip, işi sıkı tutmak zorundadır. Zira, Talut’un akibeti, Amelika’nın çabalarıyla yakından alakalıdır… Amerika tüm planlarında başarılı olamazsa bizzat kendisi devreye girerek bir müdahalede bulunmaya kalkışacaktır.
[1]) Doların üzerinde gördüğünüz piramitin tepesinde yer alan göz onun gözü. Dolar üzerindeki o işaretler, mutlak hakimiyeti gösteriyor. Bir zamanlar Türkiye’de tam bir uşağı idi onun…
[2]) şu örgüt 11 Eylül’den sonra, iki merkezli olmaya karar verdi. O tarihten sonra Merkezi Çine taşımaya karar verdiler çünkü önümüzdeki dönemde dünyanın Çin’den idare edileceğinin farkındalar. Onlar da Amerika’yı ateşe verip sermayelerinin bir kısmını oraya taşıdılar... Amerika onlar için artık kullanılabilir olmaktan çıktığında orayı da ateşe verecekler. o da çok yakından. 2038 i görenler bu dediklerime de şahid olurlar (MAB)
[3]) Zaman zaman İran ile İsrail’in laf dalaşına girdiğini görürsünüz. İnanmayın. Vallahi yalandır billahi yalandır ve bir kandırmacadır. Yeryüzünde İsrail’in en iyi dostu Farslardır. Birazcık akıl ve izanı bulunanlar, Amerika’nın Irak’ı parçaladıktan sonra neden İran yanlısı Maliki’ye teslim ettiğini, Suriye’de Şii ve İran uşağı Esed’e neden dokunulmadığını biraz düşünsünler!
[4] ) Hitler’i –ki Yahudilerin kendi oyunudur o katliamlar, (tıpkı 11 Eylül saldırıları gibi) Yahudileri Filistin’e gitmeye mecbur etmek için- bir tarafa bırakırsak Yahudileri, en son Hıristiyanların zulmünden kurtaran Osmanlı’dır. İspanya’dan ve Avrupa’nın çeşitli yerlerinden getirilip Osmanlı topraklarına yerleştirilen Yahudiler sonradan Osmanlı’ya da ihanet ettiler. Belki yerli Yahudiler değil ama bir Yahudi ön karakol faaliyeti olan Dünya Masonları, Osmanlı’yı içerden yıktılar.
Evet, Osmanlı’yı yıkan Masonlardır. Bugün bu artık hem biliniyor hem itiraf ediliyor. 1826’da Vaka-yı Hayriye ile başlayan süreç sonunda Osmanlı ordusunun ve bürokrasisinin ele geçirilmesiyle tamamlandı. Amaç, kurulması öngörülen İsrail devletinin önündeki en büyük maniyi kaldırmaktı. Mustafa Reşid Paşa gibi satılmışları bize kahraman gibi gösterip kendi ellerimizle devletimizi yıktırdılar.
O gün Osmanlı topraklarında kurdukları “hain üretme çiftlikleri”ne her gün yenilerini ekleyerek bugüne kadar geldik. Mustafa Sabri Efendi gibi Şeyhülislamları bile hainliklerine alet edebildiler.
Cumhuriyet kurulunca da iş tamamen onların kontrolüne geçti. Bir yığın sahte din adamı, diyanet reisleri, tarikat şeyhleri ürettiler ama Mehdilerin de sahtesini üretip önümüze koyacaklarını hiç düşünemedik. O da oldu, onu da gördük. Sahte Kara Sancaklılar, sahte Mehdi orduları. Kimbilir daha neler göreceğiz… Zaten tarihçiler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir tür saklı İsrail devleti olarak kurulduğunu reddetmezler. Zira Cumhuriyetimizin ‘şekli’ ve ‘şemaili’ ve kapsamı nerede ise tamamen Yahudilerin tasarımıdır. İşte şimdi şu devletin, kontrollerinden çıkmaya başladığını gördükleri için kuduruyorlar. Ellerine geçirdikleri Avrupa ve Amerikalıları ve yerli hainleri üzerimize saldırtıyorlar. Hepsinin dizgini Siyonist iblislerin elinde!
Çünkü yeryüzündeki saklı İsrail devleti bir tek Türkiye değil ki... Başta Amerika, Almanya ve İsviçre olmak üzere çoğu Avrupa ülkesi onların hizmetkârı ve hamisidir. Merkel bir Yahudidir. Sarkozy de bir Yahudi idi. Obama’yı yetiştiren de bir Yahudi… Obama tarihteki ilk örnek değil.
İngiltere’nin başındakilerinin Yahudi olması gerekmiyor. Eski Firavunlar soyundan gelen İngiliz kraliyet ailesi, gönüllü hizmetkârıdır Siyonizm’in!
[5]) “Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz.” diye hükmettik. Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, (Kur’an inmeden) önce olup bitmiş bir iştir. Yani daha önce yerine gelmesi gereken bir va’d idi, oldu bitti. (Nebukadnezarın İsrail’i yıkması).
Sonra onlara karşı (Yani devletinizi yıkan Babil ve Ninovalılara –Iraklılara- karşı) size bir rövanş hakkı (üstünlük) verdik. Sermaye ve (yeryüzünü dağılmış) çocuklar(ınız)la sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık. (Irak’ın Amerikalılar tarafından işgali ve tar u mar edilmesi)
(Artık ondan sonra) İyilik ederseniz, (çevrenizle iyi ilişkiler kurarsanız) kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, (yani bugünkü İsrail devletinin küstahlıklarının cezalandırılması zamanı gelince) yüzünüzü kara etsinler ve daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Beyt-i Makdis’e veya Süleyman Mabedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik. Yani göndereceğiz.) (İsra, 3-7)
[6]) “Yahuda’da söyleyin, Yeruselim’de bildirin, bağırın, ülkenin her yerinden borular (siren) çalın. Haykırarak deyin ki “Toplanın, surlu şehirlere girelim. Sion’a doğru sancak dikin. Sığınacak bir yer bulun. Öyle dikilip durmayın. Çünkü ben (Rab) kuzeyden bir felaket büyük bir kırım getireceğim. Milletleri mahveden, ‘kavim kıran bir kavimle geleceğim!” O bir aslan gibi fundalıktan çıktı. Senin topraklarını şaşılacak hale getirmek için yerinden ayrıldı. Ey israiloğlu, şehirlerin harap olacak içinde yaşayan kalmayacak!” (Yeremya, Bab 3, 6-8)
Yorumlar43