28 Şubat sorgulaması yahut Deccal'in son günü

  • GİRİŞ16.04.2012 09:20
  • GÜNCELLEME16.04.2012 09:20

İnsanlığın son günlerinde ortaya çıkacak, aldatmakla iş görecek ve insanların, bir zorlama olmadan, kendi rızaları ile dinden ve imandan soyutlanmalarına sebebiyet verip ‘uluhiyet dava edecek biri’ olarak anlatılmış. Peygamberimiz (sav) de kendi ümmetini “Deccal’den Allah’a sığınmaları” noktasında  uyarmış.

Eskiler, her şeyi fert etrafında tasarladıkları, cemaatin/örgüt ve örgütlenmenin gücünü ve mahiyetini bilemedikleri için, Deccal’i tamamen bir şahıs zannetmişler ve öyle anlatmışlar. Nitekim Peygamberimiz (sav) de bir gün Hz. Ömer ile Medine’de Yahudi mahallesinde gezerken, bir çocuk görür ve der ki, “Onun (yani Deccal’in) sureti buna benzer.”  (Bu vaka bir taraftan da göstermekte ki, Deccal’in her türlü şeklinin hizmetkârları ya Yahudiler veya onlar arasından çıkanlar olacak…)  

Hz. Ömer kılıcını çekip çocuğu öldürmek istemiş. Peygamberimiz de ‘Hayır yapma’” buyurmuş, “eğer bu o ise sen öldüremeyeceksin, değilse hakkın yoktur.” cevabını vermiş.

Şu rivayet dahi bir remz iken, insanlar ve konuyla ilgilenenler, Deccal, Mehdi ve Mesih ile ilgili tüm rivayetleri tamamen birtakım şahıslarla alakalı sıfatlar ve vasıflar sanmışlar, kendi yaklaşımlarını rivayetlere dayandırarak bu üç şahsın mahiyetinin anlaşılmasına mani olmuşlardır. Daha doğrusu hakikatlerinin gizlenmesine yol açmışlardır.  

O yüzden de ne Deccal anlaşılmış ne Mehdi anlaşılmış ne de Mesih. 28 Şubat Süreci’nin yargılanmaya başlandığı, faillerinin yakasına yapışıldığı şu günlerde, hâlâ birilerinin kalkıp Deccal ve Mehdi bekliyor olmaları tuhaf bir ironi gibi geliyor bana!

Deccal denince insanlar acayip kılıklı bir mahluk tasvir ediyorlar. Oysa Deccal, -evet her dönemde bir temsilcisi de olmakla birlikte- bir yeni yaklaşım, bir hayat tarzıdır ki, insanların, seve seve dinlerinden çıkmalarına yol açmıştır. Deccal’e atfedilen fevkaladelikler ise, o hayat tarzının dünyaya hakim olduğu dönemlerdeki teknolojik imkanlar ve gelişmelerdir.

Bu noktada anneannemin, dedesinden aktardığı bir hadiseyi sizinle paylaşmak istiyorum. Hemen söyleyeyim, o nenem, bir kez olsun motorlu araçlara binmedi. Çok ağır hasta olduğu zamanda bile onu binmeye ikna edemediler. O dedesinden aktararak: ‘Bir gün gelecek demir kutuda ölmüş anne babanı sana canlı canlı gösterecekler(televizyon). Demir demir üstünde yürüyecek(tren), demir suda yürüyecek(dev uçak gemileri), demir havada uçacak(uçak). Kızım o zamanlara ulaşırsan, sakın onlara aldanma. Çünkü onlar Deccal’in aletleri olacaktır. Onlar çıkmışsa bilesin ki Deccal de çıkmıştır.”

Biz “Yapma nene, bunlar birer alet!” derdik ama o sözlerimize aldırmazdı. Hatta bir seferinde hinlik yapıp sesini teybe kaydettik diye tövbe oruçları tutmuştu. “Evet, bunlar birer alet, birer araç. Hiçbir günahları da yok ama bunlar gösteriyor ki bu zaman Deccal zamanıdır, ben onları kullanmam.” derdi.

Biz ona takılırdık ama o, bizim onu anlamıyor olmamızı da anlayışla karşılardı… O kadının feraseti sayesinde ben kendimce Deccal’i çok erken tanıdım. Çünkü Deccal, Batıda aydınlanma çağı ile başlayıp bugüne kadar gelen ve tanrı tanımazlığı esas alan hayat tarzıdır. Acaba bir insan tanrı tanımaz bir ateist olsa, Deccal gelip ondan daha neyi alacak ki! Çünkü, Deccal, insanı, dininden olmaya, inkara düşmeye sebep olduğu için ondan Allah’a sığınılmış. Acaba şu pozitivist düşünceye isnat ettirilen ve insanı bir hayvandan bile daha aşağı mertebeye düşüren tanrı tanımaz materyalizme, komünizme inanmış bir insandan Deccal daha ne alacak ki, ondan daha dehşetli bir şey bekliyorlar! Tanırı tanımazlığı esas almış bir materyalist (modern maddeci), komünist ve ateistin din ve mukaddesat namına neyi kalmış ki insan onu kaybetmekten korksun de Deccal’den Allah’a sığınsın!

Deccal’İ bekleyenler kusura bakmasınlar, Deccal geldi geçti… Deccal’İn İslamlar içindeki son temsilcisi ve uygulaması olan 28. Şubat Süreci bile şimdi hesap verdiğine göre, artık Mehdi’yi bekleyenler de akıllarını başlarına almalılar! Nasıl ki birtakım saf diller hâlâ Deccal’i bekliyorlar, onlar da aynı saflıkla Mehdi’yi bekliyorlar. Beklesinler…

Deccal, inkâr-ı ulûhiyetin büyük temsilcisine Peygamberimizin verdiği addır. Onun Müslümanlar içindeki tensilcisine de Süfyan denmiş.

*  *  *

Bediuzzaman, geçen asrın ortalarında, modernizm adı altında Anadolu’da yaşanmakta olan tahribatın nasıl bir sonuç doğuracağını izah ederken şöyle diyordu: “Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek.”

Aynı şekilde Fransız bilim adamı Laplas’in  ‘Evren Sisteminin Açıklaması’ (1796) adlı eseriyle çağdaş astronominin temellerini atarken, bir yandan da açıkça Allah’ın varlığını inkâr ederek Deccalizm şeklini alacak hayat tarzına (inkar-ı uluhiyet fikrine) ilk soluğu üflemiştir.

Daha sonra Senato Meclis başkanlığına kadar yükselen Laplas’a, onun eserini okumuş olan Napolyon, bir gün “İyi ama sizin kâinat sisteminizde, Allah’ın yeri nerde?” diye sorar. İnkârcılığı ile de bilinen Laplas, “Sayın başkanım, hiçbir suretle ispat edilememiş bir Allah varsayımına ihtiyacım yoktur”, cevabını vermiştir.

İşte bu cevap daha sonra Hume’da, Hobbes’ta, Darwin’de, Dawkins’te, Marks’ta ve daha birçok tanrı tanımaz beyinde yankı bularak, içinde Tanrı bunmayan bir dünya görüşünün yerleşmesine yol açmıştır. Deccal işte sonradan aydınlanma, modernleşme vb. isimlerle kendini açığa vuran ama temelde tanrı tanımazlığı esas alan bu Allahsız ve kitapsız dünya anlayışıdır ki, beşeri iki kere büyük harplere sürüklemiş, milyonlarca insanın telef olmasına yol açmış, milyarlarca insanın dinlerinden ve inançlarından soyutlanmasına neden olmuştur. Onun da doğal neticesi yukarıda bahsi geçen serkeşlik ve anarşizm olmuştur.

Bu düşünce akımı maalesef bilimi de yanına çekmiş gözüktüğü için son derece etkili oldu. Çağdaşlık ve modernizm, aynı zamanda tanrı tanımazlık zannedilerek, insanlar bu yeni dine (yani Deccalizme) seve seve dâhil oldular.

Sonunda bu düşünce İslam yurtlarını da etkilemeye başladı. Türk modernizmi de onun eseridir ve onun tipik karakteristik özelliklerini -dine ve tanrıya karşı duruş- taşımaktadır.

*  *  *

Komünizm, Deccalizmin en meşhur meyvesi oldu. Hatta bir kısım İslam âlimleri “Deccal, komünizmdir” dediler. Elbette haklılık payları da vardı. Nitekim ‘Deccal’in bir günü bir yıl, bir günü bir ay, bir günü bir hafta, bir günü bir gündür.’ rivayetini yorumlayan Bediuzzaman, o rivayetten hareketle Deccal’in kuzeyden İslam yurtlarına hücum edeceğini söylemiştir.

Demek ki Deccal’i illa de bir insan gibi anlama çabaları yanlıştır; en azından eksiktir.

Peki, komünizm öldüğüne göre Deccal için ne diyeceğiz? O da öldü mü? Onun en iyi göstergesi Batıdaki ruhanilerin çıkışıdır! Nitekim komünizmin çökmesinde en büyük hizmeti de Hıristiyan ruhaniler göstermiştir. Şimdi Batı bir yandan inkar-ı uluhiyetin etkilerini silmeye çalışırken bir yandan da toplumu yeniden ‘Tanrı’  ile buluşturmanın yollarını arıyorlar. Bunun için de fazla zamanları kalmadı.

Yakında Hıristiyanlığın hakikatinden hayat bulacak bir dini anlayışın yükselmesini –ki Benedikt’in ölümü bunu hızlandıracaktır- bekleyebiliriz. Hz. İsa’nın inmesini de öyle anlamak gerekir.  Zira "İsevilerde, semâvî, ulvi ve halis bir dinin zuhur etmesi ve hakikat-i Kur’âniyeye iktida edip ihtida etmesi” yakındır. İşte inkar-ı uluhiyet olan Deccal mesleğini yeryüzünden silecek ve kaldıracak olan hareket odur. Çünkü rivayetlerde, Deccal’in dinsizlik olan mesleğini mahvedecek olanın Hz. İsa (asm) olacağı haber verilmiştir.

Deccalizmin tüm dünyada can çekiştiği bir dönemde bizdeki uygulaması olan Süfyanizm de can çekişmeye başlamıştı. İşte 28 Şubat Süreci, can çekişmeye başlamış olan ‘inkarcı’ Türk modernizmine (Süfyanizme) bir hayat öpücüğü verme çabasıydı. Bunun için de Müslümanları ve inananları büyük bir kin ve nefretle silmeye sindirmeye, yok etmeye yöneldiler. Böyle yaparak Hakkın nurunu söndürebileceklerini sandılar. Güya bin yıl sürecekti. “Bin yıl sürecek” denmesi de bu milletin İslama bin yıl hizmet etmiş olmasına nazire idi. Bin yıl İslama hizmet etmiş olan bu kahraman milleti bin yıl da Deccal’e /Süfyan’a hizmet ettireceklerdi…

Ama gördünüz, beş yıl artı yedi yıl ancak sürebildi. Esasında “İnne şanieke huvel ebter”( [1]) ayeti bize gösteriyor ki, en muannit İslam düşmanlığının ve düşmanlarının ömrü en fazla 12 sene olabilir. Nitekim o süreç, tam da ayette işaret edildiği gibi 12 yıl sonra (1997-2009) tarsine döndü; o yüzden Referandum’da ‘mümkün olsa mezardakileri de kaldırıp oy kullandırırdık’ diyen “zat”, ne dediğini iyi biliyordu.

O günün kahramanları(!) şimdi kuyruklarını kısıktırmışlar, millet adaletinin onlar hakkında hüküm vermesini bekliyorlar. Karar ne olursa olsun, onlara ne ceza verilirse verilsin, ayetin o gibiler hakkındaki hükmü sabittir:

İnne şanieke huvel ebter! (Adı sanı silinecek olanlar onlardır!)

 


[1] )Hz. Peygamber (sav)’in oğlu Kasım vefat edince, müşrikler ona, ‘nesli kesik’ manasında " ebter " dediler. As bin Vail ve el-Velid bin Mugire gibi Kureyş ileri gelenleri, Hz. Peygamber (sav) için " Bırakın onu, onun sonu kesiktir, ölürse adı unutulur gider..." demişlerdi. Peygamberimiz (sav) bu kara propagandaya üzüldü. Sure bunun üzerine nazil oldu ve asıl sonu olmayanların bu sözleri söyleyenler olduğunu haber verdi. Nitekim surenin inişinden 12 yıl sonra Bedir’de onu söyleyenler, çocukları ile birlikte öldüler!

Mehmet Ali Bulut - Haber 7

mabulut@gmail.com

Yorumlar61

  • hasan muşlu 13 yıl önce Şikayet Et
    HESABESDELİM. ORTALAMA 20 küsür YILlık Peygamberlik Döneminde 365 GÜNDE Diğer günlük İşlerden, uykudan ve ibadetten arda kalan 8 SAATlik zamanını ümmeti ile geçirdiğini düşündüğümüzde Ortalama 10 DAKİKAlık bir sürede bir hadisin aktarıldığını düşündüğümüzde peygamberimizin vefatına kadar söyleyebileceği ortalama 20X365X8X6 = 350400 HADİS yapar.. 1.000.000 Hadisi Geçtim 500.000 hadisin bile çok fazla olduğu.. En iyi ihtimalle 150.000 yalancı hadise Allah'ın Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) sözüymüş gibi itibar edildiği ortadadır... Bu da Bize Allah (C.C.) nün dini İslam'ın kendini dindarmış gibi gösteren yezitler ve münafıklar tarafından kullanılmak maksadıyla hadisler uydurulduğunun apaçık ispatıdır. Münafıklar Apaçık Şeytana Uyarak Dünyalık ÇIKARLARI ve İNSANLARI YÖNLENDİRMEK, YÖNETMEK İçin İslam Dinini ve Peygamberimizin adını onun hadislerini Kullanmaktan Çekinmemişlerdir... BU Kişiler Dikkat Edilirse Herkesten Çok Sünnete Bağlı Olduklarını Öne Sürerler Münafıklıklarını gizleyebilmek İçin....
    Cevapla
  • hasan muşlu 13 yıl önce Şikayet Et
    1 MİLYON HADİSİ EZBERE BİLMEK. Allah affetsin bilmediğimden soruyorum.. Hz. Muhammed (A.S.) 40 yaşından sonra peygamber oldu ve 21 yıl yaşadı... 1 milyon hadis söylemiş olması mümkün müdür acaba...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • mehmet kelebek 13 yıl önce Şikayet Et
    İSABETLİ. gayet isabetli ve hakikatlı bir yazı olmuş.
    Cevapla
  • Mehmet Bodur 13 yıl önce Şikayet Et
    İKİ YANLIŞIN..İCTİHAD NEDİR?. Müctehidler herşeyi çözmüş...böyle bir şey mümkün mü? Herşey o kadar açık ortada olsa içtihada gerek yoktu (yani o içtihadların herbiri yorum). O günün şartlarında yapmışlar ellerinden geleni. İslam alemi sağlıklı bir şekilde büyüyormuş. Nasıl bir sağlık bu? Peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra başlamışlar birbirlerini yemeye, saltanatlarını kurmaya (yani yoldan çıkmaya). Öve öve bitirilmeyen keramet ehli Akşemseddin Fatih Sultan'a İslamı nasıl anlattı acaba? Saltanat çok güzeldir, kardeş katli de caizdir, saltanatı korumak lazımdır mı dedi. Ya Ebussuud Efendi neler söyledi Hünkara? Hünkar kullarının böyle şeyler söylemesine müsaade ediyor muydu? (bana o günün şartları ve batı toplumları vs. deme sakın. Kıyası bile yanlış) Sağlıklı gelişme imiş...Sağlıklı gelişme ancak ve ancak tasavvurunu Kuranla inşa etmiş toplumda olur.
    Cevapla
  • Üsame-i kurdi 13 yıl önce Şikayet Et
    mehmet bodur. İctihatların ana kaynağı hadisi şeriflerdir. İmam Ahmet bin hambel bir milyon hadis ezbere biliyordu.imam hanifi,imam şafi 500 bin hadis biliyordu. Bu zatlar hadislerin bütün ravilerini biliyorlardı nasihini,mensuhunu,zaifini,kavisini,mürselini ve ravilerin hallerini biliyorlardı. Ve bilmeleri gerekir. İmam azam Namazın 12 bin adabı var ben ise 8 binini biliyorum diyordu.günümüzde ictihat yapanlar ise mutevatür hadis diyor başka bir şey demiyor. Peki, bu mümkünmüdür. İkincisi şu an ortada ictihatı gerektiren bir durum yoktur.çünkü hak mezhepler binlerce mevzua açıklık getirmişler. Zaten ictihat yapmaya ne zaman, ne zemin, ne çevre, nede iklim müsaittir.. Şöyle bir örnek vereyim Dört hak mezhebi gıdaları ağız yoluyla mideye geçirip eritildikten sonra kana karışın hücrelere gitmesi ve o şekilde vücudun büyümesi gibi. İslam alemide sağlıklı bir şekilde büyüyordu. Ya şimdiki müctehitler ne yapıyor suni bir şekilde genişletme yapıyor. Yani islamiyetin içine girmeden dışardan çekiştirerek
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat