Patates çuvalı!
- GİRİŞ05.08.2013 08:51
- GÜNCELLEME05.08.2013 08:51
Batır, Türkmenistan'dan Türkiye'ye Türkoloji okumaya gelmiş bir arkadaşımızdı. Lakin sınıfta arka sıralarda devamlı uyukladığı için, sıraya kafasını koyup atalet içinde gözleri yumuk yumuk ders dinlediği için, notları da düşük olduğu için, Eski Türk Edebiyatı Hocamız Ali Osman Hoca'dan sık sık nasibini alırdı.
“Yine patates çuvalı gibi sıraya devrilmişsin Batır! Der ve arkasından biz diğer öğrencilere de verip veriştirirdi. Sonra pür dikkat kendisini dinlemeye çalışırdı herkes.
Bizleri tembellikle suçlardı hep! Okumayan, kültürünü bilmeyen, araştırmayan, ana babaya yardım etmeyen, bencil ve yararsız kişilerdik çoğunlukla! Oysa şimdi geriye dönüp baktığımızda hiç de öyle olmadığımızı daha net anlıyoruz zira gününüz gençliği sağ olsun böyle düşünme fırsatını bizlere ziyadesiyle sunuyor!
Şimdilerin gençlerine, özellikle de yirmi yaş altına baktığımızda ciddi anlamda bir atalet ve üşengeçlik görüyoruz. Yemek yediği tabağı bile masadan kaldırıp mutfak tezgâhına bırakmayacak kadar üşengeçler! Su içtiği bardakları odalarında biriktiren, kirli elbiselerini temiz elbiselerinin arasına atan, çikolata, abur cubur çöplerini masalarının altına savuran genç kız ve erkeklerin olduğunu annelerinin serzenişlerinden duydukça gülümsüyorum.
Aklıma nedense üşengeç arkadaşımız Batır geliyor!
Bir arkadaşımın evinde enteresan bir olay yaşamıştık. Uzaktan akrabası olan yaşı yirminin üzerinde genç bir kız misafirliğe gelmişti. Hadi bize bir çay demle dedik. Bir saat sonra çay gelmişti ancak, altında tabağı, şeker, kaşık yoktu, çaydanlıkta ise sadece üç bardaklık çay bulunuyordu! Ve tabii bu üç bardağı da içememiştik! O kadar kötüydü… Düşününüz yirmi üç yaşlarında genç bir kızdan bahsediyoruz!
Hâsılı kelam şunu ifade etmek istiyorum ki çocuklarımızı gerçekten de hayatın gereklerinden, gerçek hayatın cilvelerinden çok uzak yetiştiriyoruz. Eğitim elbette çok önemlidir ancak bir çocuğun yaşamın kaidelerini yerine getirmesi, adab-ı muaşeret kurallarını bilmesi, nezaket ve edebin inceliklerini öğrenmesi, yani insan olması daha önemlidir!
Zira bunlar onun için gelecekte mutlu ve rahat bir yaşamının anahtarı olacaktır. Evlilik kurumunun bile yeni nesil tarafından nasıl da hoyratça yıpratıldığı ortadadır. İstatistikler bunu apaçık ortaya koyuyor zaten.
Yani bu tembellik ve atalet gelecekte bu çocukları mutsuz edecek. Geçtiğimiz aylarda farkettim. Baharda rengârenk çiçeklerin açtığı günlerdi ve gerçekten de bahar bütün haşmetiyle ortalığı çiçek kokularına boğuyordu. Baharı bile fark etmeyen, hiçbir çiçeğe itibar etmeyen, çiçek koklamayan ve bigâne kalan gençlerin ne kadar fazla olduğunu gördüm. Açıkçası ürperdim. Güzellik ve estetik onları ırgalamıyor.
Güzel ve anlamlı şarkıları dinlemediklerini de hemen vurgulayayım!
Hele gerçek ve güzel şiir hayatlarında hiç yok! Enteresandır realist de değiller, romantik de! Daha çok hedonistler…
Merhamet ve şefkat duyguları ham ve yetersiz, empati yapmayı bilmiyorlar veya işlerine gelmiyor. Çabuk sinirleniyorlar, önyargıları çok, sağlam bir ideolojik duruşları yok, kültür ve medeniyet algıları zayıf veya sorunlu.
Hiç kimse unutmasın ki kalbi ve ruhu güzelleştiren, yumuşatan, rikkat veren, ehlileştiren, merhamet, şefkat ve sevgi pencerelerini açan, davranışlara halim ve selim tınılar katan bu bedii duygulardır.
Bu katı ve ruhsuz zamanlarda biliyorum ki bu saydıklarımızı gereksiz ve saçma bulanlar olacaktır! Kaba-saba fikirlerin, temelsiz görüşlerin, zamanın ruhuna teslim olmuş ideolojilerin, geçici ve ısmarlama tespitlerin, inançsız hesapların hiç biri bu ülkeye fayda sağlamayacaktır. Uzak vadede yıkılmaya, yok olmaya ve temelinden sarsılmaya mahkûmdur.
Baki'deki engin hayal gücü, Mimar Sinan'daki yüksek estetik ve tasavvur, Fatih'deki asil hedef, Fuzuli'deki sonsuz inanç, Cemil Meriç'teki derin tefekkür, Nurettin Topçu'daki sağlam ideoloji ve Bediüzzaman'daki saf tezekkür çağa hâkim kılınmadıkça bütün çabalar, planlar, konuşup yazmalar kısır döngünün bir parçası olmaktan kurtulamayacaktır!
Bu aralar konuştuğumuz her şeyin temeli dayanaksız ve içeriksizdir! Rüzgar gülü kıvamında bir duruşumuz var her birimizin…
Hiç kimse kusura bakmasın bu nesille olmaz! Tembellik ve ataleti bir yana bırakalım zira kaygan ve kırılgan bir ortamın durmadan şekillendirdiği, kendisi olamayan veya buna fırsatı olmayan, fırsat verilmeyen, tamamen önyargının tekelindeki bu nesil, okul, sınav, iş, işsizlik ve gelecek kaygısıyla boşluğun ve hiçliğin arasında gidip gelen bir sarkaca dönüştürülmüştür.
Bu kimin eseridir araştırmak lazım!
Bu nesli acilen kazanmak lazım! Ama nasıl?
Bunu sanırım uzun uzun tartışmamız, şapkamızı önümüze koyup derin derin düşünmemiz şart ve elzem olmuştur. Gayrı vakit kaybı gibi bir lüksümüz de kalmamıştır ne yazık ki!
Ne dersiniz?
Meryem Aybike Sinan
Yorumlar7