Başbakan ne yapsın?
- GİRİŞ19.08.2013 08:19
- GÜNCELLEME19.08.2013 08:26
Burada üzerinde durulması lazım gelen şey, konuşulup tartışılması gereken husus bu ülkede neden başbakan dışında hiç kimse elini taşın altına sokmuyor, hakikatleri görmüyor ve kendini riske atmıyor sorusudur! Böyle bir ülkede tek başına başbakan ne yapsın demekten kendinizi alamıyorsunuz!
Yani Ege kıyıları neden bugüne kadar ilgili kişiler tarafından görülmedi? Bu talan neden bu kadar yıl enine boyuna devam etti ve herkes ilgisiz ve sessiz kaldı!
Tam iki ay önce Balıkesir tatilimiz sırasında Akçay ilçesinde gece kaybolduk. Gerçekten uzun süre ilçede tur attığımız halde Güre'ye giden ana yola bir türlü çıkamadık zira ne tabela, ne düzgün bir asfalt, ne ışıklandırma ne de doğru bir yapılaşma gördük. Bize yolu tarif eden İzmitli Bey oyunu CHP'li belediyeye verdiğini, ancak artık özellikle kışın alt yapı olmadığından ortalığı göle çeviren sel sularından çektikleri çileden mütevellit bir daha CHP'den hiç kimseye Belediye için oy vermeyeceğini anlatmıştı.
Gerçekten de Ege sahilleri tam anlamıyla bir imar ve iskan faciasının kalesi durumunda. Hani Başbakan görmese, el atmasa bir Allah'ın kulu yahu neler oluyor, yarın torunlarımız bu kıyılarda ne yapacak diye kaygılanmayacaktı belki de…
Kıyı şeritlerinin bu vehameti şükür ki görüldü, mutlaka bir şeyler yapılacaktır diye ümitlenirken Karadeniz dağları ve yaylaları geliyor aklıma. Aslında trajedinin en büyüğü Karadeniz dağlarında yaşanıyor!
İlgili kişiler farkındalar mı bilmiyorum Giresun, Ordu ve Trabzon gibi kentlerde orman tükenmek üzere. Evet evet yanlış duymuyorsunuz bu bölgede orman sistemli bir şekilde orman köylüsü tarafından kesilip fındık bahçelerine dönüştürülmekte. Mesela Giresun Bulancak'ta fındık bahçelerinin neredeyse yaylalara kadar dayandığını görmüş olmaktan feci şekilde hüzünlendiğimi belirtmek isterim. Çalıgiller familyasına mensup bu bitki kesinlikle ağaç katagorisinde değildir. Dolayısıyla yağmur bulutlarını toplama kabiliyeti de yoktur.
Son beş-on yılda Karadeniz bölgesindeki akarsu ve çeşmelerin hızla kuruduğunu ve ciddi bir kuraklığın başgösterdiğini de hemen belirtelim. Beş yıl önce gürül gürül akan derelerin, akarsuların, çeşmelerin bugün kuruduğunu görmek insanı korkutuyor.
Ormanların yok edilmesi ve yerlerine fındık ağaçlarının dikilmesi beraberinde toprak kayması, erozyon gibi sorunları da getirecektir. Gelecek yıllarda bu bölgede büyük heyelan haberlerini duyma ihtimalimizin olduğunu söylemek herhalde bir kehanet olmasa gerektir.
Ve en büyük tehlike "Isırgan otu ilacı " kullanımı!
Batılı devletler tarafından tren rayları ve hava alanlarındaki otların imhası için üretilmiş, Karadeniz'de "ısırgan otu" diye bilinen kimyasal tarım ilacı bu bölgede maalesef denetimsiz bir şekilde bahçelerde gelişigüzel kullanılmakta, hem toprak, hem de bitkiler bu kimyasalın olumsuz tesirine maruz kalmaktadır.
İnsanlar artık bahçelerinin altındaki otları biçmekten imtina etmekte, bu ısırgan ilacını serperek onları yakmakta ve bu otlardan kurtulmaktadır. Mesele köylülere göre bu kadar basit ve nettir. Oysa bilinçli insanlar bu ilacın zararlarından bahsedip acilen önlem alınması gereğinden söz etmekte ve ilgililerin köylüyü bilgilendirme noktasında yetersiz kaldığını vurgulamaktalar.
Isırgan otu kimyasalı Karadeniz'de SOS veriyor!
Yani yetişen sebze, meyvelerden tutunuz hayvansal gıdalara kadar bu kimyasalın olumsuz etkileri var. Otlar bilinçsizce yok edilirken, bu şehirlerde yağışların az olmasından ötürü büyükbaş hayvanların yiyecek ot bulamadığını söylemek durumundayız. Bu kimyasaldan ötürü aynı zamanda bitki florası da hızla yok edilmektedir. Mesela mantar çeşitleri çok azalmış durumda.
Ve Karadeniz yaylalarına ve köylerine musallat olan betonlaşma merakı!
Karadenizin kendine mahsus mimarisi de bu yanlış modernite algısından nasibini almış ve yerini hangarları andıran devasa binalara bırakmış. Oldukça eğimli bir dağın zirvesinde bir bakıyorsunuz dört katlı, beş katlı büyükçe beton binalar yığılmış ve almış başını göklere gidiyor!
Bu binalar, doğayla uyum içinde, ahşap ve taştan yapılmış, kışın sıcak, yazın serin olan eskilerden yadigar dantel güzelliğinde ruhu olan evler. Ciddi bir inceliğin sembolü olan bu evlerden kala kala üç beş ev kalmış ne yazık ki. Güz gelip de şehre inileceği vakit pencerelerin panjurla sıkıca kapatılıp tabiatın güzelliğine emanet edilen bu evlerin yerini ne yazık ki hemen aşağıdaki evin benzeri tipten beton yapılar almış!
Biz Ege'de, Karadeniz'de Akdeniz'de, Marmara'da ve tüm Anadolu'da soluk alacağımız, huzur bulacağımız, kirletilmedik, el değmedik hiçbir şey bırakmadık! Maddenin çekiciliği, para hırsı bütün güzelliklerimizi bir bir elimizden aldı ve almaya devam ediyor.
Yarın bizler, sizler, hepimiz torunlarımıza ne diyeceğiz?
Yukarıdaki dekoratif evden bu yığma bina kültürüne nasıl geçiş yaptık? Bu nasıl bir ruh haliydi ki bütün güzelliklerin, iyi olan, doğru olan şeylerin elimizden çekip alınmasına müsaade ettik ve görmezden geldik?
Hasıl-ı kelam ne dağımız kaldı ne de bağımız!
Ne denizimiz kaldı, ne de kıyımız!
Ruh iklimimiz nereden nereye hicret etmiş…
Meryem Aybike Sinan- Haber7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar6