Müezzin ile Rahibe’nin aşkı Uzak İhtimal midir?
- GİRİŞ07.11.2009 17:09
- GÜNCELLEME07.11.2009 17:09
Filmin senaristi Ülke TV’nin güler yüzü, sevgili kardeşim, arkadaşım Tarık Tufan ile Görkem Yeltan’a ait. Sevgili Tarık Tufan ’ın kitaplarını okuyanlar iyi bilirler onun ne kadar başarılı bir kaleme sahip olduğunu. Felsefe bölümü mezunu olması, olaylara farklı ve metafizik boyutlardan bakmasını bilmesi, edebiyata ve sinemaya böylesine enteresan bir konuyu taşıması tesadüfî değildir ve bu kesinlikle Tarık Tufan’ın bu işi gerçek anlamda biliyor olmasıyla izah edilebilir ancak.
Geçtiğimiz akşam bu filmi izlemeye giderken çok heyecanlıydım. Çünkü yıllar yılı bizim camiadan ne senarist, ne yönetmen, ne de iyi yazar çıkar kompleksleriyle algılarımız birileri tarafından kirletilmiş olduğu için, artık iyiden iyiye ümidimiz kırıldığı için gerçekten de merak ediyordum. Benim açımdan iki nedeni vardı bu heyecanın. Birincisi Tarık Tufan’ın benim de, eşimin de çok sevdiği candan bir dost ve kardeş olması, ikincisi de bir müezzin’in aşkının niteliğini merak ediyor oluşum heyecanımı artırdı diyebilirim.
Filmin yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun olmasına rağmen ben neden senaristini böylesine öne çıkarıyorum, yazımda merak edebilirsiniz. Bunun tek bir nedeni vardır. Geçen yıl senaryo yazarlığı kursu aldığım rahmetli Yücel Çakmaklı ile Yönetmen-Yazar Tuncay Şerif’in altını çizerek söyledikleri bir cümle vardı. “İyi bir film için en önemli üç şey vardır: senaryo, senaryo, senaryo
”
Yönetmenin bakış açısı elbette çok önemlidir ama senaryo çok daha önemlidir bana göre.
Burada iyi bir yazar olan Tarık Tufan’ın yanı sıra Ülke TV’nin şair yapımcısı ve sunucusu İsmail Kılıçarslan’ın hemen bütün aşamalardaki katkısını da belirtmeden geçmek olmaz çünkü sanata olan duyarlılığını takdir ettiğimiz İsmail Kılıçarslan’ın filme çok şey kattığını düşünüyorum.
Filmin başoyuncusu, genç bir müezzin olan Musa, Ankara Beypazar’lıdır
Galata’daki bir camiye müezzin olarak tayin olur. İstanbul’a geldiğinde şaşkındır, yalnızdır, belki biraz hüzünlüdür. Caminin imamı tarafından lojman olarak kullanılan eski bir apartmandaki bir daireye götürülür. Eski ve kırık dökük eşyaların arasından hüznü bir kat daha artar. Eşya ve insan ruhu münasebetini yönetmen çok iyi yakalamış bunu kesinlikle söyleyebilirim.
Ve ilk sabah ezanını okuması, ilk seherin muhteşem İstanbul’u
Açıkçası bendeniz bu güne kadar bir imamın, bir müezzinin aslında ne kadar ulvi ve bir o kadar da meşakkatli bir görevi icra ettiğini düşünmemiş olduğumu farkettim. Herkesin sıcak yataklarında uykunun en tatlı yerinden tuttuğu bir vakitte onlar kalkıyorlar yaz kış, kar, yağmur, soğuk sıcak demeden yollara düşüyorlar o yüce daveti yapmak için. Bu sahnede bir parça ürperdiğimi, hüzünlendiğimi, hatta gözlerimin dolduğunu itiraf etmeliyim.
Ve yan komşusu Clara ile tanışması.
Clara, annesi aslında Türk olan ancak kimsesizlikten olsa gerek kilise’de doğurduktan sonra vefat eden ve Rahibe Anna tarafından büyütülen sessiz bir genç kızdır. İlk karşılaşma kapı aralığında olur ama Clara konuşmadan Musa’nın istediği kontrol kalemini verir ve kapıyı kapatır. Burada aslında Musa’yı etkileyen bir kadın olmasından çok onun bu İslami terbiye sınırındaki münasebetidir. Çünkü bu genç kız kapıya görünmeden kapı aralığında konuşmadan iletişim kurmuştur.
Ve bu umutsuz aşkın ilk kıvılcımı bu kapı aralığında düşer Musa’nın kalbine. Elektrik işiyle uğraşıp prizi tamir edeyim derken asıl elektrik kalbini darmadağın etmiş, çarpmıştır müezzin Musa’yı
Musa’nın zaman içerisinde büyüyen aşkı, hoca efendinin de dikkatini çekmiştir. Bu utangaç Anadolu çocuğu umutsuz ve büyük aşkının peşinde sürüklenirken Clara’nın düşürdüğü bilekliğini kendisine vermek için görev yaptığı kiliseye gider. Camii ve Kilise arasındaki gidiş ve gelişler filmin metafizik boyutunu genişletiyor.
Burada yaşlı sahaf Yakup ile tanışır. Yakup Clara’nın hiç tanımadığı babasıdır. Baba Yakup, kızını hissettirmeden takibe almıştır. Bu arada Clara’nın Musa’nın yakın komşusu olduğunu öğrenir ve kızıyla daha yakından görüşebilmek için Musa’ya asistanı olmasını teklif eder.
Artık üçlü bir ilişki başlamıştır.
Fakat burada bence her iki erkeğin sevdikleri kadına hislerini söyleyemiyor olmaları en önemli sorunu oluşturur. Sürekli ertelemeye başlarlar anlatmalı gereken duyguları
Bu arada Hıristiyan kültürüyle eğitilmiş Clara’nın her türlü davranışıyla İslami bir terbiye ile büyütülmüş bir genç kız kadar mahçup, kibar, usturuplu halleri izleyicinin bütün duygularını lehine çeviriyor ve neredeyse Rahibe kız, bizim müezzinden daha edepli imajını oluşturuyor gibi.
Bir sessiz ve bir o kadar masum olan önceden tasarlanmamış, bir sel gibi aniden gelen ve tarumar eden bu aşkın, genç müezzini hüznün girdaplarında dolaştırdığını görüyoruz. İçine kıstırdığı, kimselerle paylaşamadığı duygusunun ağırlığıyla içten içe ağladığına şahit oluyoruz ve belki hepimiz bir yerlerde zamanın birinde bıraktığımız, unutmaya sakladığımız binlerce duygunun sağanağına tutuluyoruz ansızın.
Müezzin’in sadece bir din adamı değil, yaşayan, etten ve kemikten olan, duyguları olan bir insan olduğunu hatırlıyoruz bir de.
Müezzin de âşık olurmuş, o da severmiş diyoruz.
Ve o da umutsuz bir aşk hikâyesinin içine düşebilirmiş!
Dünyanın en kadim duygusunun sonsuzluğa düştüğünü görmek acıtıyor ruhumuzu bir parça.
Ve Clara İtalya’ya Rahibe olmak için gidiyor.
Ne Musa ne de Yakup söyleyemiyor, bırakıyorlar Clara’yı
En çok buna kızıyorum. Neden söylemiyorlar, söyleyemiyorlar, insanlar sevdiklerini söylemeli diyorum.
Söylemedikten sonra anlamsız bütün duygular.
Anlamsız bütün sevmeler.
Baba olsun, evlat olsun, sevgili olsun
Müezzin ile Rahibe’nin aşkı neden uzak ihtimal olsun diyor içim.
Muhtemel olanı imkânsıza biz çeviriyoruz aslında, gururumuz sebep oluyor bin türlü ayrılığa
Ağlayan bir müezzin’in gözyaşlarıyla perde kapanıyor.
Yüreğinize sağlık Tarık Tufan, Mahmut Fazıl Coşkun
Meryem Aybike SİNAN / Haber 7
aybikesinan@gmail.com
Yorumlar8