Bu kasabada köşker var mı abi?
- GİRİŞ15.03.2010 07:01
- GÜNCELLEME15.03.2010 07:01
Geçtiğimiz gün yaşadığım Büyükderbent kasabasında yürürken aniden ayağımdaki ayakkabının topuğu bir kaldırımın çıkıntısına girip yerinden oynadı. Sallanan bir topukla bata çıka yürüyorum kasabanın meydanında. Yürürken zorlanıyorum ve bir de utanıyorum ve rahatsız oluyorum tabii üzerime düşen bakışlardan.
Acilen bir Köşker bulmalı! Hemen bizim markete dalıyorum. Her zaman alış veriş yaptığım Kasabanın en büyük marketi burası. Ebru kasada. Eski öğrencilerimden biri Ebru ve beni görür görmez gülümsüyor her zamanki sevimliliğiyle. Buralarda Köşker var mı diye soruyorum. Yüzü değişiyor, anlamıyor, “köşk, köşke, köşker” diye tekliyor cümle ağzında. Ebru bu kelimenin anlamını bilmiyor, anlaşıldı.
Marketin sahibi Emine Hanıma dönüyorum. Bu kez ona soruyorum. Manalı manalı yüzüme bakıyor ve “O ne demek Hocam?” diye soruyor. Ben iyiden iyiye meraklanıyorum. Eskimeye yüz tutan meslek adlarını toplumun unuttuğunu anlıyorum. Sormaya devam ediyorum. Berber Osman geliyor markete. Osman’ı yıllardır tanıyorum. Kasabanın en tanınmış erkek berberi. Durup hatırımı soruyor ve bu kez Osman’a soruyorum: “Osman bu kasaba’da Köşker var mı?” diyorum. İşte Osman da afalladı. Köşker’in kim olduğunu bu kez Osman’a anlatıyorum.
Sonra başkaları geliyor. Bir Köşker muhabbetidir gidiyor markette. Bilen yok. Açıkçası ben hayretlerdeyim. Ben bu kelimeyi Malatya’da çocukluğumdan beri bilir ve kullanırım. Ayakkabı tamircisi diye uzun bir cümleyi kurmaktansa “Köşker” demek bana daha cazip geliyor. Çünkü bir meslek adı Köşker. Yılların çok ötesinden gelen, binlerce erbabını çoktan mazinin tülümsü hatıraları ardında bırakan bu mesleğin adı yaşamalı diye içleniyorum birden. Kelimenin tınısı kulaklarımda ve ben bu kelimeyi kullanmaya inat ediyorum.
Benim çocukluğumda bizim mahallede bir Köşker oturuyordu. Sanırım adı Köşker Hacı idi. Bazan o dükkânın önünden geçerken içime tuhaf duygular yığılırdı. Dükkân ayakkabı kaynardı. Ağzında çiviler, elinde tuhaf aletlerle bıkıp usanmadan ayakkabı tamir ederdi. Uzun uzun seyrederdim. Sonra hızla caddeleri tutan bu Köşker dükkânları azalmaya başladı. Ayakkabılar ucuzlamaya, ucuzladıkça kalite düşmeye ve tüketim artmaya başladı. Neredeyse iki ayda bir ayakkabı almaya başladık. Köşker’i unuttu dimağlarımız.
Sonra Falih Rıfkı Atay’ın ders kitaplarına da giren “eskici” hikâyesini hatırlıyorum. Aslında hikâyenin adı “Eskici’ olsa da Arabistan’a iltica etmiş seyyar bir Köşker’in hikâyesi bu…
Topuğum kırılmasaydı ben de unutmuştum Köşker’i. Bu kelimeyi kullanmayalı upuzun yıllar olmuş meğer. Uzun bir soruşturmadan sonra kasabanın yaşlı Köşker’ini buluyorum. Sadece ayakkabı tamir etmiyor aynı zamanda yeni ayakkabılar da satıyor yaşamak için. Oturuyorum ve seyrediyorum. Hiç üşenmeden benim topuğu siliyor, parlatıyor, tamir ediyor. “mesleğe ne zaman başladın” diye soruyorum kendisine. Bembeyaz saçlarının iyice soluklaştırdığı mavi gözlerini kısıyor ve çok uzaklara bakarcasına, Makedonya’dan İzmit’e göç eden bir ailenin oğlu olduğunu anlatıyor ve bu mesleğin baba mesleği olduğunu ve bunu sürdürmeye gayret ettiğini belirtiyor. Artık yavaş yavaş mesleği bırakma noktasına geldiğini söylemeyi de ihmal etmiyor yaşlı Köşker...
Sana “Köşker” dendiğini biliyor musun diye soruyorum. Acı acı gülümsüyor ve bu mesleğin adını kendinin bile unuttuğunu söylüyor. Kendisini “ayakkabı tamircisi “ olarak tanıttığını anlatıyor.
Ayakkabımı giyiyor ve ayrılıyorum dükkândan. Aklımda yüzlerce kelime ben de unutuldum dercesine su yüzüne çıkıyor ansızın. Dilin canlı bir varlık olduğunu bir kez daha anlıyorum. Dilimizin kan kaybettiğini, git gide dilin eskidiğini, kendini yenilemediğini fark ediyorum. Tanındık bir hüzün gelip yüreğimi yokluyor ve bir anda kendimi yollara vuruyorum.
Bahar Kartepe eteklerinde ayağa kalkmaya hazırlanıyor. Sağlam ayakkabımla eve doğru yürümeye çalışıyorum. Bahar dalları, nergisler, erikler, kamelyalar, sakarcalar çiçek açmış. Derin bir nefes alıyorum. Köşker kelimesiyle kelimeler diyarına yaptığım gezintiden tam çıkıyorum ki bir kelime fısıltıyla kulağıma eğiliyor ve diyor ki:
—Sahi, Zergeran neydi? Hakkâk, Camger, Mişger, Hallaç, Celep, Nalbant, Rençber, Urgancı, Mücellit neydi, kimdi, ne iş yapardı diye soruyor… O zamanlar hangi zamanlardı?
Susuyorum, kimselere soramıyorum bile…
Çünkü sormak nafile artık biliyorum ve susuyorum!
Muhabbetle efendim…
Meryem Aybike Sinan - Haber 7
aybikesinan@gmail.com
Yorumlar11