Ruhban Okulu gerçekten kurulmalı mı?
- GİRİŞ30.08.2010 12:07
- GÜNCELLEME30.08.2010 12:07
Gündemde Ruhban okulları var.
Esasında hiç de gündemden düşmeyen neredeyse her durumda ve mekanda karşımıza çıkarılan uluslararası sorunlardan biri de bu kangren olmuş mesele.
Geçtiğimiz günlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülen Arınç İstanbul’da çeşitli cemaat liderlerinin katıldığı toplantıda “ Ruhban okulu açılmalı” mesajını verdi.
Bu konuda Başbakanının da görüşleri aynı doğrultuda. Kriter dergisine konuşan Başbakan, Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili çalışmaların devam ettiğini belirterek, "Batı Trakya'daki Türk azınlığımızın Yunan hükümetinden talepleri de gözönünde bulundurulmalıdır. Atina da aynı zamanda bu konulara eğilmeli; din adamlarının sorunlarına, liderlik,işsizlik ve azınlık dernekleri problemlerine çözüm getirmelidir" diyor.
Bu hususta başbakana katılmamak elde değil.
Uluslararası Diplomasi dilinde buna “Mütekabiliyet” deniyor. Mütekabiliyet özellikle uluslararası hukukda sıkça rastladığımız bir ifadedir. ‘Karşılıklılığı’ ifade eder. Mütekabiliyet esasına göre; bir yabancının Türkiye'de bir haktan yararlanabilmesi, Türklerin de o yabancının ülkesinde aynı tür ve nitelikte olan haklardan yararlanmasına bağlıdır.
Türkiye’nin bu iyi niyetli ve demokrat tavrı ne yazık ki Yunanistan cephesinde karşılığını bulmadı. Yunanistan Milli Eğitim bakanı Anna Diamandopulu, "Türkiye'nin; Yunanistan'da, Trakya'da, Gümülcine'de azınlık okullarıyla ilgili herhangi bir şey istemeye hakkı yok. Bunun için bir nedeni de yok. Azınlığın kendi özellikleri, kendi temsilcileri ve kendi dinamikleri var" diyerek Yunanistan’ın azınlıklar hususundaki tavrını net bir şekilde özetleyerek ne kadar iyi niyetli(!) olduklarını göstermiş oldu!
Peki Türkiye’nin tavrı karşılıklı ilişkiler noktasında ne ifade ediyor? Türkiye bu tavrıyla Avrupa Birliği ilerleme raporu kriterlerini hayata geçirmeye çalışıyor aslında. Hedef elbette Avrupa Birliği. Ancak sivilleşme, demokratikleşme gibi temel kavramların da bu tavrı almada etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Peki Hükümet cephesinde bu çalışmalar başladı mı?
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun geçtiğimiz aylarda, bürokratlarından rapor istediğini biliyoruz. Raporda iki ayrı seçenek üzerinde duruluyor. Sözkonusu Okulun lise kısmının Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı özel din lisesi statüsünde açılması, yüksekokul bölümünün de YÖK'e bağlı olması. Her ikisi için de yasal değişiklik gerekiyor. Bir başka formül ise bu Okulun bir vakıf bünyesinde açılması. Rapor Başbakan Erdoğan'a sunulmuş olmalı!
Demokrasiye inanmış ve din özgürlüğünün kapsamının genişletilmesine inanan bir fert olarak bu meselede “ Mütekabiliyet” ilkesinin belirleyici olması inancındayım. Yani ben de başta Gümülcine’ye ve bütün Balkanlarda bir İmam Hatip Lisesi ve bir de İslam İlimlerinin verildiği bir İlahiyat fakültesi kurulmasından yanayım.
Bana Batı Trakya’daki bütün taşınmazları iade etsinler sonra alsınlar onlarda taşınmazlarını.
Biz her türlü örüş ve tartışmaya açığız. İyi niyetliyiz. Benim ‘İmam’ım onların ‘Papaz’ı demeden din ve inanç özgürlüğüne evet, tek taraflı tavize hayır demek mecburiyetimiz var. Çünkü;
- Bu okulların açılması başka tavizlerin de önünü açar mı?
- Ekümenik sevdası alevlenir mi?
- Lozan antlaşmasının üzerine aleyhimize ilave yükümlülükler getirir mi? Böylece sun’i birtakım azınlık hakları elde edilip huzurumuz bozulur mu?
Bu hayati soruların cevabı az çok tecrübelerimizle sabittir. Çünkü bu okulların açılmasıyla muhtemelen ardında vakıf mallarının iadesi ve Ekümenik meseleleri önümüze gelecektir.
Ekümenik nedir diye bilmeyenler için hemen söylüyeyim; islami literatürdeki karşılığı Dar’ül İslam. Yani Ekümenik Hristiyan dininin ve şeriatının egemen olduğu coğrafya anlamına geliyor.
Ekümenik ünvanını alan Başpiskopos’un yapacağı ilk ve tek şey bellidir. Trabzon, Hatay, İstanbul ve Ege şehirleri gibi kadim kültürlerin yaşandığı coğrafyada Yunan kültür ve medeniyet unsurlarını yeşertmek olacağı kesindir.
İşte bu endişelerimezden dolayı bu “Ruhban Okulu” meselesinde “Mütekabiliyet” ilkesinden zerre kadar taviz vermemek gereklidir diye düşünüyorum.
Nitekim Hükümetin Dış Politikası uzun zamandır “Mütekabiliyet” ilkesine göre yürütülmekte ve oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır. Gerek “Mavi Marmara” olsun gerekse Dalos zirvesindeki çıkış olsun bu demokrasi dilinin öneminin somut izahıdır aslında.
“Kısasa Kısas” en çok İsrail ve Amerika tarafından kullanılmaktadır. Bu daha açık ifadeyle “Seni sevmiyorum” diyen birine “ben de seni sevmiyorum” diyebilmektir.
Sonuç olarak diyoruz ki evet bu insanlar bu toprakların insanları, dinleri başka olsa da bu ülkenin vatandaşları, bizim vatandaşlarımız. Onların da inançlarının gereği din adamlarına ihtiyaçları var. Ruhban Okulu da kursunlar, Kilisede Ayin de yapsınlar, özgürce aramıza karışsınlar. Çünkü biz Fatih Sultan Mehmet’in torunlarıyız. Bizim tarihimiz bize bunları söyler. Öte taraftan bizim tarimiz Serv’i de Mondros’u da hatırlatır ve önümüze koyar ve der ki:
-Tarih tekerrür eder Mirim!
Ali Fuat Paşa’nın çok güzel bir beyti vardır tarihe derkenar olan. Der ki:
“Sev seni seveni hak ile yeksan olsa da
Sevme seni sevmeyeni Mısır’a Sultan olsa da!”
Durumun özeti bu.
Öyle Değil mi?
Muhabbetle Efendim!
Meryem Aybike Sinan - Haber 7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar13