Adem vilayetine şunda bir sefer kaldı!
- GİRİŞ08.11.2010 06:27
- GÜNCELLEME08.11.2010 06:27
“ Ne sabra çare ne terk-i diyâra yer kaldı
Adem vilayetine şunda bir sefer kaldı.”
(İzzet Molla)
Sefer kelimesi size neyi çağrıştırıyor?
Bende gidişleri, uzaklara yürüyüşleri hatırlattığı gibi bir de hüznü, ayrılığı, acıyı ve gurbeti de çağrıştırır. Geçen akşam Keçecizade İzzet Molla’nın divanını incelerken “kaldı” redifli şiirine takıldım.
İzzet Molla, yukarıya aldığım beyitte “ Ne sabretmeye imkân var, ne de buradan kalkıp gidecek bir yer kaldı! Şunun şurasında yokluk (ölüm) diyarına bir seferimiz kaldı” diyor…
Bilirsiniz, bazan hayat öyle ağırlaşır, öyle bize zulmetmeye başlar ki çekip gidesiniz gelir. Lakin gidecek yer, sığınacak bir yürek bulamazsınız. İşte o zaman adem ülkesine meyledersiniz!
Ya tahammül ya sefer dersiniz!
Burada hemen belirtelim ki âdem ile adem aynı şey değildir. Şapkası olan âdem insan yerine, şapkasız olan adem yokluk, ölüm yerine kullanılır.
İşte sefer kelimesi üzerine düşünürken seyahat ve otobüs terminalleri geldi aklıma nedensiz. Yılların gerisine yürüdüm, yıllar öncesine düştü gönlüm ve bin türlü düşünce yığıldı benliğime.
Esasında seyahat etmeyi sevmem ben.
Bir yerden başka bir yere gitmek nedense beni mutlu etmiyor aksine ruhuma tanımadığım yabancı bir melalin ayakları basıyor, kıstırılıyor, üşüyor, hüznün çevresiyle kuşanıyorum. Ruhumda şiddetli depremler yaşıyorum.
Belki de üniversite yıllarında ilk kez ayrılıp gurbete düştüğüm, düşerken yaşadığım bir büyük sancının izlerini taşıyor yüreğim. Sılanın otobüs terminalinde kalabalığın uğurladığı ben, gurbetin serin seherinde bir başınaydım bir başka otobüs terminalinde, bir başka coğrafyada. Elimde bugün asla taşıyamadığım valizler, çantalar, yüreğimde iyice ağırlaşan hüzün, gözlerimde salmak istemediğim, önüne set çektiğim gözyaşlarıyla öğrenci evimin soğuk kapısına ağır ağır yürürdüm.
Bilirdim bu kapıda beni bir bekleyenin olmadığını. Beni sımsıcak bir ana kucağının değil, buz gibi ıssız odaların karşılayacağını bilir, kendim, içime çekilirdim, kendimi kuşanırdım.
Ve yine bilirdim bu kapının asla beni örtmediğini, sahiplenmediğini… Bütün yolculuk boyunca gözlerimi, gözyaşlarımı bırakırdım adeta uzayıp giden yollara.
İşte seyahatleri bu yüzden sevmiyorum belki de…
“ Tüketti sanma hezeran hikayet-i aşkı
O Kıssadan dahi söylenmedik neler kaldı”
Seyahatler, bizim kültür ve medeniyetimizde yararlı görülmüş, hatta özendirilmiştir. Belki de dünyanın en büyük seyyahları bu yüzden bizim kültür dairemizden çıkmıştır. İnsanlar neden seyahat eder, neden hep uzaklar düşlenir, uzaklara yürünür bilinmez tam anlamıyla ama bir gerçek vardır ki hepimiz kabul ederiz çoğunlukla.
“ Tebdili mekânda ferahlık vardır” sözü bir ince fikir düşürmüştür yüreğimizin taraçalarına. Acaba gerçekten öyle midir? Bu hususta Psikiyatr Dr. Nihat Kaya, “mekân değişikliğinin, seyahatlerin insan ruhuna iyi gelip gelmemesi bu seyahatten ne amaçlandığıyla yakından ilgilidir” diyor. Gerçekten de bir Umre için, hac farizasını yerine getirmek için yola çıkmış müminin seyahatinden aldığı haz ile eğlence amaçlı bir seyahatten alınacak haz asla aynı olmadığı gibi, birçok anlamda da ayrışırlar.
Ne zaman bir kentten başka bir kente gidip de mutlu olacağımı varsaydım, derin bir sükûtu hayale uğradım. Artık bendeniz biliyorum ki bu kederli başımı her nereye götürürsem götüreyim, bana huzur vermeyecek, yine bir başıma bırakacak beni.
Düşünce aynı, yürek aynı olduktan sonra bedenini nereye taşırsan taşı değişmez ruhuna çöreklenen kadim düşünceler.
Sizi götürüp bir otobüs terminalinde aniden bir başına bırakır.
“ Ne öldürür gam-ı firkat ne kaldırır sıhhat
Gönül firâş-ı derunumda muhtazar kaldı.”
O halde bu durumun gerçek sebebi nedir?
Nedir bir türlü gönlünü edemediğimiz bu melalimiz, sebebi veya çaresi var mıdır?
Bunun sebebi aslında bellidir.
Çünkü insanın yaradılışının temelinde öteki âleme dönüş şifreleri vardır. Kalıcı değildir insan yeryüzü denen handa. Yıllar yılları kovalar, zaman ilerler, defalarca yer mekân değiştirilir. Ancak varılası, gidilesi ve özlenesi yerlere bir türlü varılmaz, gidilmez. Aranan bulunmaz! Zira Âşık Kul Himmet, ne güzel özetlemiş meseleyi:
“Seyyah olup şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkârımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu”
Çünkü aranan bu dünyadaki bir yer değildir, gidilmek istenen buralardan herhangi bir diyar değildir. İnsan farkında olmadan hep o asıl yurdun emarelerini arar gittiği her yerde. Bulamayınca da hüzünlenir ve umutsuzluğa düşer.
Aranan aslında En Sevgili’dir. Geldiğimiz yerdir. Zira insan geldiği yerleri hissetmektedir. Çünkü insan dünya gurbetine düşmüş, asıl yurdunu aramaktadır. Bu nedenle her mutluluğu dudaklarında acı bir iz bırakır, bu nedenle hüzünlüdür, bu nedenle hiçbir sevinç baki değildir. Zira öyle bir gün hiç yaratılmamıştır!
Seyahatlerimizin menzili bellidir aslında.
Bu seyahate çıkmadan heybemizi doldurup öyle yola çıkmak lazım.
Zira Keçecizade İzzet molla’nın dediği gibi;
“Adem vilayetine şunda bir sefer kaldı!”
Öyle değil mi?
Muhabbetle!
Meryem Aybike Sinan/ Haber 7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar12