Siz de erteleyenlerden misiniz?
- GİRİŞ23.05.2011 07:51
- GÜNCELLEME23.05.2011 07:51
Gelecek hem yarın hem dün
Ertelemek hem ölüm hem düğün
Anı yaşa atma hayata düğüm
Budur benim yıllar yılı gördüğüm!
(Han Danca)
Baharın son demlerini yaşıyoruz.
Kışı yazla birleştiren hava şartları bu baharı doyasıya yaşamamıza gölge düşürmüş olsa da yine de baharı dolu dolu yaşayanlarımız mutlaka olmuştur. Baharı gözden ve yürekten kaçıranlara yani erteleyenlere de diyecek söz bulamıyorum. Ellerinden kaçan çiçeklere, leylaklara, sünbüllere, oturup ah etsinler.
İki gündür İstanbul ile Kocaeli arasında adeta mekik dokuyorum. İstanbul’a gitmeyi, bir kaç saat İstanbul’a takılmayı, İstanbullu olmayı galiba çok seviyorum. Bu Pazar işlerimiz bitince eşimle birlikte kendimizi Bebek, Emirgan ve Sarıyer sahillerine attık. İstanbul güzel, İstanbul işveli ve büyülü bir şehir. Mevsimin en güzel demleri bitmeye yüz tutmuş ve boğazın en önemli estetik unsuru ve güzelliği Erguvan ağaçları da çiçeklerinden yüz çevirip yapraklara vermiş kendini.
Oturduğum yerden kalabalık insan geçidine bakıyorum. Her kesimden ve yaştan insanlar bu güzel havaya yürek vermek için sahillere koşmuşlar ve sahil boyunca bütün resturant, cafe ve çay bahçeleri dolu dolu. Ne güzel bir gün ve ne güzel İstanbul! Adeta yalancı bir cennete dönüşen bir güzellik manzumesi önümde uzayıp gidiyor ve her şey yolundayken aklıma birkaç saat önce bir toplantıda sohbet ettiğimiz Genar Araştırma Şirketinden bir dostumuzun söylediği sözler aklıma geliyor.
“İstanbul nüfusunun yüzde on onbeşi hayatında hiç boğaza inmemiş!”
Önce inanmadığım, ancak dostumuzun ısrarlı konuşmasından sonra olayın vahametini öğrendiğimde yüreğime dev gemiler vurdu ve bütün denizin suları çekildi gözlerimden.
Dünyanın en büyük ve en güzel kentinde kış ve baharın baş başa yaşandığını hissettim bir anda. Bütün yoksul insanların çaresizliği, umutsuzluğu ve kimsesizliği düştü aklıma.
Yoksul sahile inmemiş, inememiş!
"Zengin iniyor mu sanki?" diyor içim.
Bir çok insanın “işkolik” olduğunu ve bu insanların hayata sadece “başarmak ve olmak” gözüyle baktıklarını, hayata onun için geldiklerini bizzat yakın çevremden biliyorum. Oysa hayatı hissetmek ve anlamak için yaşayabilsek daha mutlu olacağız. Bunun ne parayla ne de imkanlarla ilgisi var. Bir çiçeğin narin varoluşu, kısa zamanda da olsa varlığını ilan etmesi az şey midir? Az şey midir hayatı kalbinden yakalamak ve çiçeğinden böceğine kadar hissedebilmek ve Yüce yaratanın o mucizevi gücünün farkına varmak?
Yağmur tanelerinin toprağa her düşüşünde yaşanan o lezzeti kaç kişi hissediyor, kaç kişi yağmur tanelerinde bin bir düşüncenin sağanağına kapılıyor? Mesele gündelik telaşlardan ve sıkıntılardan kendine zaman ayırabilmek esasında. Zaman geçiyor, ertelediğimiz bütün vakitler bir daha bizim olmayacak ve biz bir daha bu vakitlerin aynısını yaşayamayacağız. Her gün sarkacından düşüşünde bizim ömrümüzden de bir yaprak düşüyor, azalıyoruz, eksiliyoruz, ufalıyoruz.
Vakit daralıyor!
Biz her dem yaşlanıyoruz!
İşte bahar kısa zamanda tükendi ve yaza merhaba demek üzereyiz. Peki bizim ömrümüzün mevsimi var mı, kaç çektiğini biliyor muyuz?Bizim çiçekler ne zaman solacak haberdar mıyız?
Bütün bu düşünceler boğazın ışıldayan mavi sularında daha da anlamlanıyor sanki. Düşüncelerim demleniyor. Bütün ertelediğim, yarın yapmayı planladığım işlerimi ve ziyaretlerimi en kısa zamanda gerçekleştirmeyi kararlaştırıyorum.
Zira daha bir ay önce “üç gün sonra babamı ziyarete gideyim” diye plan yaptığım ve üç dört kez ertelediğim ancak hayata geçirmeyi düşündüğüm günün akşamı babamı kaybetmiş birisi olarak artık “ertelememeyi” “ fani olduğumuzu, her an her şeyin biteceği gerçeğini” ne yazık ki çok acı bir şekilde tecrübe etmiş birisi olarak “ertelememeyi” bir ilke olarak hayatıma geçiriyorum.
Bir de Esin Ablanın ölümü var.
Esin abla kim, öyle ya siz nereden bileceksiniz! Esin Abla yaşadığımız kasabaya kimsesi olmayan, hayata küsmüş bir bayan olarak gelmiş yerleşmiş, kasaba eşrafından bir aile tarafından kızları gibi muamele görüp evlat olmuş ve bütün hayatını bu ailenin yanında geçirmiş çok bilge bir kadındı. Bu şehre geldiğimde bütün sıkıntılarımda yanımda olmuş biriydi. Birkaç ay önce hastalandığını duymuştum ve işten güçten ziyaret etmeyi sürekli ertelemiştim ne yazık ki.
Geçen gün bir ortak tanıdıktan “Esin Ablanın ölmüş olduğunu” duyduğumda yaşadığım pişmanlığı, üzüntüyü, acıyı asla tarif edemem.
Her şeyi vaktinde ve mevsiminde yaşamak lazım.
Sevdiklerimizi, dostlarımızı, tanıdıklarımızı, değer verdiklerimizi zamanında hatırlayıp kıymet vermek lazım. Baharsa baharı, kışsa kışı yaşamayı, hayata ritm ve ahenk katmayı bilmek lazım. Sevmek lazım, anlamak lazım, duymak, hissetmek, koşmak , hatırlamak lazım.
Öfkelenmek, kızmak, incitmek dışında hiçbir şeyi ertelemeyiniz.
Ertelemek, unutmaktır, bırakmaktır, vazgeçmektir.
Ertelemek sevdiğimiz her şeyle arayı açmaktır.
Ertelemek kalbin uyumasıdır, akıl tutulmasıdır.
Ertelemek ansızın kaybetmektir zira.
Öyle değil mi?
Muhabbetle Efendim.
Meryem Aybike Sinan-Haber7
meryemaybike@gmail.com
Yorumlar3