Eğitimde Osmanlıca devri!
- GİRİŞ13.04.2012 09:05
- GÜNCELLEME13.04.2012 09:05
Eğitim nihayet bu toprağın diliyle konuşmaya başlayacak.
Yıllarca “Milli eğitim” adıyla ortaya konan Türk Milli Eğitimi sadece sıfatı “milli” olmaktan öte bir işe yaramadı yıllar yılı. Bir ülke düşününüz ki müfredatında inandığı değerlerden yoksun ve her ne varsa ırak iklimlerin işgali altında eğitim ve öğretim yapıyor!
Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimizin hayatının seçmeli ders olarak okutulmasının karara bağlanması bu milletin uzun bir aradan sonra yeni baştan kendine dönme serüveninin başlaması olarak da algılanmalıdır. Kendimize dönmek, kendimizi tanımak, kendimizi bilmek ve hatırlamak serüveni!
Cemil Meriç “Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir geleceğe bağlayan köprü olmak isterim” derken geçmiş ve gelecek arasında kurulması lazım gelen maddi ve manevi bağların insan hayatındaki önemini vurguluyordu hiç şüphesiz.
Yine Ahmet Hamdi Tanpınar, “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” diyerek ideal olan tekâmülü işaret ediyordu. Her türlü ekonomik kültürel ve siyasi gelişme ancak sağlam bir eğitim sistemiyle kalıcı olabilir. Değişmek, körü körüne bir önceki her ne varsa terk etmek anlamında algılandı yıllarca.
Nitekim altı yüz sene süren koskoca bir imparatorluğun alfabesi “değişme” adına kaldırılıp atılarak bir milletin hafızası sıfırlandı ve güya yepyeni bir medeniyet inşa edildi! Unutturarak, unutarak ve yok sayılarak. Bin senelik bir kültür ve medeniyet yerine alın size taptaze bir gelecek denildi. Sonuç kendi kültürel mirasını reddeden, okudukça yabancılaşan, körü körüne batıya kul köle olan bir zihniyet bütün haşmetiyle yıllarca bu milletin neyi var neyi yok aşağıladı, yok saydı, görmezden geldi.
Cemil Meriç’in sözünü ettiği köprüyü bırakınız inşa etmeyi, geçmişe bağlayan her ne kadar bağlantı varsa yıkıldı, atıldı. Tanpınar’ın “devam etmek” fikrinin karşılığı ise sadece “değişmek, alabildiğine kendini kaybederek değişmek” oldu. Sonucu hep birlikte gördük.
Eğitimde millileşme olmadan hiçbir yere varamayacağımız ortadır. Osmanlıca dersinin “seçmeli ders” olarak okutulması düşüncesi bile heyecan vericidir. Gerçi Osmanlıca yıllardır Sosyal Bilimler Liselerinde zaten mecburi ders olarak okutuluyordu ancak bunun diğer okul türlerinde da hayata geçirilecek olması çok yerinde ve alkışlanası bir karardır.
Gerçek bir münevverin, aydının, entelektüelin kaç yabancı dil bilip bilmediğinden ziyade Osmanlı Türkçesini bilip bilmediği çok daha mühimdir zannımca. Yüz elli sene önce yazılmış bir eseri okuyup anlayamayan bir entelektüel olur mu? Geçmişini tanımayan, anlamayan, bilmeyen ve hafızasız bir aydın kimliği değil midir yıllardır bütün sorunlarımızın, sıkıntılarımızın ve meselelerimizin müsebbibi!
Şimdi asıl üzerinde durulması gereken müfredata giren Kur’an-ı Kerim ve Osmanlıca gibi bu yeni derslerin kimler tarafından okutulacağı meselesidir. Din kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni sayısında ciddi bir ihtiyaç ortaya çıkması muhtemeldir. Yine Osmanlıca dersini verecek olan Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni ihtiyacı hat safhaya varacaktır. Zira hazırda dahi bu alandaki öğretmen ihtiyacı ortada iken bu önlemlerin acilen alınması lazımdır.
Bir de Özel okullar meselesi var ki basından öğrendiğimiz kadarıyla bu kurumların büyük çoğunluğu sözkonusu seçmeli derslere sıcak bakmamaktadırlar! İşte efendim sözkonusu seçmeli derslerin okulda okutulmayacağına okul yönetiminin karar verebileceğini öne süren açıklamalar yapılmaktadır. Hatta son çıkan “Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinin” içeriğinde de önlerinde kendilerini bu anlamda denetleyecek bir kurumun kalmadığı hususunda beyanat vermektedirler!
Bu doğru ise şayet son derece tehlikelidir!
Bir takım çevrelere şirin görünmek için, yerini sağlamlaştırmak için bu maddeyi görmezden gelen sorumlu her kim ise ortaya çıkarılması ve gereğinin yapılması lazımdır. Bu topraklarda “özel okul” veya “yabancı okul” adı altında ne dalavereler çevrildiği geçmiş tecrübelerimizle sabittir. Dolayısıyla bu seçmeli dersler devlet okullarında nasıl ele alınıyorsa özel okullarda da aynı çerçevede değerlendirilmesi “eğitim ve öğretimde birlik” ilkesi için yararlı olacaktır. Hâsılı kelam bazı art niyetli kimselerin bu dersleri görmezden gelmesine göz yumulmaması lazımdır.
Eğitim ve öğretimde yepyeni bir çağ başlıyor!
Umul etmek istiyoruz ki Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” bu yeni eğitim sistemiyle uyukladığı yerden doğrulur ve bu ülkenin yarınına damgasını vurur. Yine umarız ki Necip Fazıl’ın “Büyük Doğusu” yeni baştan inşa edilir.
“Söz çürüdü şimdi eylemin kutlu çağıdır” kabilince eğitim ve öğretimde pırıl pırıl bir döneme merhaba deme sancısı çeken herkesin pür dikkat olması gerekir.
Zira Cemil Meriç’in sözünü ettiği o köprü şimdi işbaşında olan siyasetçisiyle, bürokratıyla, öğretmeniyle, yazarıyla çizeriyle bizleriz! Bu toprağın sesi Nurettin Topçu’nun “Büyük Türkiye’si” tam da bu dönemde inşa edilecektir. Yeter ki köprü sağlam kurulsun, ayakları yere bassın.
Dikkat ediniz bu köprü yıkılmasın!
Muhabbetle Kalınız!
NOT: Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Erdoğan yarın, yani Cumartesi günü saat 16.30’da Moral FM’DE hazırlayıp sunduğumuz “Divana Gelenler” programında stüdyo konuğumuz olacaktır.
Meryem Aybike Sinan/ Haber7
meryemaybike@gmail.com
http://twitter.com/maybikesinan
Yorumlar18