Mehteran Jazz çalarken…

  • GİRİŞ03.03.2012 23:59
  • GÜNCELLEME03.03.2012 23:59

Piyano bize Batı’dan Tanzimat’la geldi. Bazı rivayetlere göre, Abdülmecit çalar ve severmiş piyanoyu. Hatta milletin “ıslahatı” için gerekli görürmüş. Demokrasi de öyle Batı’dan  geldi. Özgürlükler gürledi geldi sonra. Hatta Batı demokrasileri geri olduğu için bir ileri aşamaya biz götürdük…,

 

Tanzimat’la Osmanlı kendisini sorguladı, hatta geçmişini tenkit, hatta inkâr etti. Ancak Hanedan devam ettiği için, Batı sultasını kabule dair gelişmeler İslam’ın dinamiklerine dayanarak yapıldı. Birden insanlar aslında İslami bakışın Tanzimat prensiplerinde ruhunu daha iyi bulacağını anladılar. Sultan Abdülmecit aksanlı Fransızcasıyla İngiliz sarayında gördüğü balenin Osmanlı’ya yapacağı terakkiyi sekir halinde anlatıyordu. O artık “yeni” Osmanlıydı.  

 

Çok sesli müzik bize Batı’dan geldi. Rivayete göre, bu bir demokrasi göstergesiymiş. Hatta Hıristiyanlıktaki teslis inancı bile aslında demokratik bir tarzda Tanrı’nın üç ayrı tezahürünü ifade ediyormuş. Nasılsa Osmanlı’nın Batı’ya direnen sesleri bastırılmıştı. Renan’a cevap yazanlar, Anglikan Kilisesine Cevap, Hz. İsa’ya Mektup Açık Mektup yazanlar susmaya başladı. Koca devlet aynı sesi çoğaltan koro edasıyla meddahlık seanslarında rahatladı. Senfoniyi yakalamak kolay olmamıştı. Devlet nazarında kakofoniyi temsil edenlerin bir kısmı sürgüne, bir kısmı ahirete irtihal etti.

 

Mehteran Batı’ya bizden gitti. Dönüşünde önce piyano çalıyordu; şimdilerde Jazz. Osmanlı çok sesli olarak dağıldı. Birinci fasılda, Baas ve benzeri “ulusal” hareketler Osmanlı’yı yok etmede kullanıldı. “Hürriyet” rüzgârları esiyordu. Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanacaklardı. Ne kazandıklarını anlamaya çalışırken neler kaybettiğinin farkına vardılar. Milliyetçilik, Osmanlı’nın bu ülkeleri sömürdüğü teziyle işlenirken, İslam medeniyetinin ortaklığı konusu da Baasçılıkla halledildi. Aslında, hem Osmanlı hem de hatta İslam öncesine öykünen bir tarihsellik oluşturuldu. 

Sonra Birinci Yeşil Kuşak projesiyle birleşen ve aslında dinamiklerini İslam’dan da almayan akımlar, SSCB ve komünizm öcüsü üzerine kurgulandı. Şimdilerde aynı dinamikler, İkinci Yeşil Kuşak Projesi kapsamında bu sefer Baasçı ve ulusalcı “diktaları” yok etme de kullanılıyor. Bukalemun diplomasisinde dün demokratik olanın bugün nasıl diktatörle özdeş kılındığını gördük. Aynı şeyin yarın da olacağını anlamak için kâhin olmamız gerekmiyor. Buckingham Sarayı ile Beyaz Saray arasında bir hamak kurulu; bize meltemler eşliğinde çok sesli ninniler dinletiyor. 

Yeni Abdülmecit türevinin dili İngilizce. Muhafazakârların bir ara hafızasında Osmanlı’yı yıkan İngiltere imajı vardı. Tam anlam veremese de Osmanlı’nın yıkılışını hilafetin gidişiyle birleştirir sonra da Cumhuriyete yüklerdi bütün sanrılarını. Bugün Beyaz Saray’ın girişinde “Kurtuluş İslam’da!” yazmıyor; Obama da gizli Müslüman veya İslamcı değil. Prens Charles’ı çok zorladılar muhayyilede, ama hâlâ Müslüman olmadı. Ancak 9/11 olaylarında Amerika’ya havale edilen İslam karşıtlığından İngiltere faydalanmak istiyor. ABD ile müttefik olan İngiltere, ABD’nin hataların kendi lehine eski tarihsel hafızasıyla çevirmek istiyor. “Danimarka ülkesinde kokuşan bir şey var!”

Küresel sermayenin dini stratejik meta olarak kullanıp ilgili ülkelerin milli kaynak ve dinamiklerini kendi lehine çevirme ve “demokrasi” placebosu ile aslında küresel sermayeye pazar ve kaymak yaratmaktan başka amacı yok. Küresel Karadul kontrol edemediği ulusal sermaye ve iktidar alanlarını vaftiz ediyor. Yani çok sesli değil sermayenin yönetimi; aksine, merkezden küreyi tek noktadan yönetirken mahalli renkleri ve sesleri kullanarak kendine mahalli pasaportlar ediniyor. 

Bir diğer hedef de, ilerde Uzakdoğu ile olası bir savaş ya da ihtilaf durumunda İslam ülkelerinin tampon olarak kullanılması. Bunun örnekleri, birinci Yeşil Kuşak Projesinde yaşandı. Sovyet yanlısı Babrak Karmal hükümetini devirmek amacıyla ABD Afgan Mücahitlere her türlü yardımı yaptı. Hollywood psikolojik destek için Rambo filmlerinden birinde Afganistan konusunu işledi. Film, “Kahraman Afgan Halkına ithaf” edilmişti. Sonrasında Mücahitler terörist olarak işlendi ve Afganistan harabe oldu. İslam ülkelerindeki her darbenin arkasında “milli” olma, ya da milli kalma, kaynakları millileştirme hamleleri oldu. “Demokrasi” hâlâ Afganistan’da konuşlanmış olarak Çin’i gözetliyor.

Türkiye’de mahut 1960 darbesinin arkasında ve diğer müteakip darbelerde ana etken, ABD’nin çizdiği eksenden bir nebze bile olsa uzaklaşmaya çalışmak cüreti yatıyordu. Menderes, mesela, son iktidar yılında SSCB ile yakınlaşmıştı. CIA’nin operasyonu Menderes’teki eksen kaymasını engellemek için yapıldı. Menderes İran lideri Musaddık 1953 yılında darbeyle görevden uzaklaştırılırken birinci iktidar döneminin zirvelerindeydi. Üstelik sonradan NATO ve Gladyö aşılarını olası mikroplara karşı sanıyordu. Öyle olmadığını anladığında çok geç kalmıştı.  Sonra askerin “ekseni” NATO’dan biraz kayacak oldu, düzeltildi.

Time ve The Economist gibi dergiler farklı dönemlerdeki kapaklarına bakınca, Truman’ı tasarlayan irade aklımıza takılıyor birden. Mesaj vermek istediği bölgelere göre kapak yapıyorlar. Suriye’nin Fransız’dan kalan hatırası, SSCB’den kalan mirasını Türkiye üzerinden halletmek sevdası bu olsa gerek. Mançuryalı Aday da rolünü içselleştirmiş görünüyor. 

Eski Osmanlı coğrafyası bugün bizzat Osmanlı mirasçısı Türkiye üzerinden Osmanlı’yı yok eden unsurlar eliyle şekillendiriliyor. Mısır’da ve Libya’da Türkiye “dünya devleti” olarak var olmadı. Suriye’de Türk Milletinin çıkarlarının korunması olmayacak. Bu zamana kadar, İran’ın yarısı Türk kökenli olan nüfusuna ve Kuzey Irak’taki Türkmenlere nasıl yardımlar edildiği bellidir. Görünen o ki, bu zamana kadar Eski Osmanlı coğrafyasında olanlar en çok İsrail’e yaramıştır. Hatta içerde bazı ekonomik sıkıntılarını İsrail bu vesile ile atlatma aşamasındadır. “Dışarıdaki düşman” tanımı tarihin her döneminde içerdeki sıkıntıları bastırmak ve susturmak için en iyi strateji olmuştur.   

Bu şekillendirme, önce Türkiye’de başladı zaten; sonra da Osmanlı coğrafyasına yayıldı. Osmanlı’nın son dönemlerinde balo ve bale merakı belirmiş ve onları terakki unsurları görülmüştü. Cumhuriyet’e evirilme aşamasında piyano ve klasik Batı müziği temel göstergeler oldu. Öyle ki, sadece Cumhuriyet dönemi seçkinlerinde değil, aynı zamanda onlara öykünen muhafazakâr kesimlerde de piyano anlatı ve filmlerde piyano temel muasırlık göstergelerinden oldu. 

Giderek, piyano her iki muhalif görünen kesimin Batı’ya öykünerek Batı’lılaşma yani “terakki” göstergesi oldu. Seküler kesim piyanoyu elde viski şişesi ya da rakı ile dinlemeyi tasvir ederken, Muhafazakâr kesimde piyano, namazını kıldıktan sonra piyanonun başına oturup “bakın ben de piyano alır ve çalarım!” tarzında aslında birincil derecede seküler kesime, ikinci ve nihai olarak da Batı’ya öykünme seanslarına dönüştü. Arada piyano eşliğinde ilahilerin olması da cabası. Huzur Sokağı’nda piyano fena olmazdı! 

Zamanla Kemalistler müzikte bağlamayı tercih eder oldular. Halk müziği, halk şiiri ve folklor çalışmalarında onlar ileri gittiler. Paris Kemalistlerindi, New York muhafazakârlara kaldı! Şimdilerde muhafazakâr kesimde Jazz etkisi mehteranın sesini bastırır oldu. Mehteran kostümleriyle bir Jazz dinletisi ülke içinde ve ülkenin çekim alanında hâkim artık. Çok sesli kaosun terennümlerini dinlemeye devam edelim. 

Metin Bosnak - Haber 7
mbosnak@metinbosnak.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat