Taraf gazetesi ömrünü dolduruyor mu?

  • GİRİŞ15.06.2012 10:55
  • GÜNCELLEME15.06.2012 10:55

Geçenlerde Beyoğlu’nda bir sahafta Taraf’ın edebiyat yazarlarından Mehmet Güreli ile karşılaştım.
Hemen sordum: Ahmet Altan neden bu kadar öfkeli?
Güreli’ye göre Altan’ı Akparti hayal kırıklığına uğratmış, ondan sert üsluplu yazılar yazıyormuş.
Geçenlerde kızım hatırlattı Alvarlı hazretlerine atfedilen, ama Mesnevi’de de yer alan nefis sözü:
Umma ki, küsmeyesin!
Evet, son aylarda Akparti özellikle Uludere olayından sonra çok kişiyi hayal kırıklığına uğrattı.
Umulan suçluların ortaya çıkarılması ve katliamdan farksız cinayet için özür dilenmesiydi.
Olayın iç yüzünü hala bilmiyoruz ve bu bilinmezlik perdesinin ısrarla korunması bile başlı başına bir sorun.
Ama konumuz Ahmet Altan ve Taraf gazetesi.
Kabul edelim, tıpkı siyasi partilerin liderleriyle özdeşleşmesi gibi, kimi gazeteler de yayın yönetmenlerinin veya başyazarlarıyla tanınır bilinir.
Çoğu kişi için Taraf demek Ahmet Altan demektir.
İlk çıktığı günden itibaren Taraf’ı takip ettim.
Bilhassa yakın dönemlerdeki gizli ihtilal girişimlerine dair belgeleri okurken heyecanlandım, ümitlendim.  
Taraf’ı iyilik olsun diye değil, tarihin canlı inşasına bir tuğlanın konuluşuna şahit olmak için, kendim için aldım her gün.
Başka gazetelere internetten çapraz okumalar yapmak için bakarım.
Ama Taraf yıllardır düzenli olarak aldığım tek gazeteydi.
Altan’ın vicdanlı sorgulamaları, onyıllardır kemikleşmiş devletçi geleneği eleştiren, insanı ön plana çıkaran, özgürlükçü ve gerçekçi eleştirileri ümit veriyordu.
Olaylara ve kişilere belli bir ideolojinin katı ve baktığını çarpıtan gözlükleriyle değil, cesaretle, kimsenin sormadığı ama sorulması gereken soruları sorarak ve en önemlisi hakikatı talep eden yazılarıydı benim gibi insanları Taraf’a çeken.
Zaman zaman yazdığı, agnostiklik ile “Aslında ben de inanmak istiyorum” arası edebi yazıları da hoştu, güzeldi.
Ama birkaç gündür bayie uğramıyorum artık.
İçimden gelmiyor.
Başbakan’a “posta koyan,” temsil vasfı taşıyan bir simaya “aslanım!” diye hitap eden bir üslup, onun her sözünü destekleyen ve hatasına şefkatle bile eleştiri getirmeyen bir gazetecilik kadar uzak bana zira.
Taraf, siyaseten ciddi ve sahih bir muhalefet merkezi olabilme fırsatını kaçırdı maalesef.
Opera dinleyenlerin namaz kılmayacağı veya namaz kılanların opera dinlemeyeceği kabulü, Türkiye aydınlarının bilinçaltına işlemiş elitçiliğinden Altan’ın da nasiplendiğini gördük ne yazık ki.
Gelen tepkiler üzerine kaleme aldığı yazı bile alaycıydı, üzücüydü.
Taraf’ı artık almadığım halde, diğer gazetelerden onyıllardır ucuz sakız gibi çiğnenen “içkili lokanta” muhabbetine Altan’ın da girdiğini gördüm hüzünle.
Korkuyormuş insanlar, konuşamıyormuş, içki gizliden gizliye yasaklanıyormuş!
Eskiden “irtica kol geziyor, içki içenler dövülüyor, içkili lokantalar kapatılıyor” diyerek icra edilen furya, Altan da katkıda bulunmuş.
İnanç esaslarında kesin yenilgiye uğrayanların sarıldığı yaşam tarzı savaşlarında o da kolaycılığa düşüvermiş.
Tekrar edeyim, Türkiye’nin en büyük sorunu muhalefetsizlik.
Ciddi ve hayati konularda, kendisine hatasını söyleyecek, düzeltecek ve varlığıyla çekidüzen verdirecek bir muhalefet yok ülkemizde.
Askeri vesayetin görece dizginlenmesiyle ve Akparti’nin gerçek anlamda iktidar olmasıyla, Taraf bir süre bocaladı.
Bir süre, Uludere konusunda haklı eleştiriler getirdi.
Sonra 1 Mayıs üzerinden solu iç hesaplaşmaya davet etti.
Sonra birden tepeden bakan, dindarları istihza eden bir üsluba yanaştı.
Türkiye’deki dindarların eleştirilecek çok şeyi var, evet. En fazla onlar inandıklarıyla ve dile getirdikleriyle yaptıkları ve yaşadıkları arasındaki çelişkinin hatırlatılmasına ihtiyacı var
Ama Ahmet Altan kolay yolu seçti ve eleştirilecek şeyleri bir kenara bırakıp, operaya mescit veya içkili lokanta gibi konular üzerinden dindarları kültürsüzlüğe ve köylülüğe mahkum etti.
Kardeşi Mehmet Altan’ın yazdığı gazeteden çıkarılmasıyla bir ilgisi var mı Ahmet Altan’ın bu üslubunun, bilmiyorum.
Bu öfke, bu sertlik, bu üslup çekmiyor, itiyor. Yapmıyor, yıkıyor. Eleştirmiyor, vuruyor.
Eğer ciddi ve hakikatli bir muhalefet ve yapıcı bir eleştiri çizgisi tutturamazsa, korkarım Taraf gazetesi benim gibi çok kişiyi hayal kırıklığına uğratmaya devam edecek.
Ve varlık nedenini gerçekleştiremeyen gazetelerden birisi haline gelecek.
Yazık olur!
***
Geçen haftaki yazım üzerine İslam ekonomisi konusunda da çalışmalar yapmakta olan finans ve ekonomi bilimci Yard. Doç. Dr. Mehmet Saraç, kayda değer bir mektup gönderdi. Hem hasbihal ve dertleşme diyebileceğimiz, hem de önemli tesbitler içeren mektuptan şu noktaları sizin de dikkatinize sunmak isterim:
 
Son yazınız bizim ekonomi-finans alanına, hatta son sıralarda Sakarya
Üniversitesindeki iki arkadaşla yoğunlaştığımız bir araştırma konusuna da
taalluk ettiğinden birkaç cümle ile katkıda bulunmadan edemedim.
Bahsi geçen
son çalışmamız, "Toplumdaki İslam Ekonomisi ve Faizsiz Finans Sistemi ile
ilgili algı ve eğilimleri" araştırmakta. Bununla ilgili bir ön sunumu
Boğaziçi Üniversitesindeki bir çalıştayda yaptım, biraz daha geniş bir
sunumunu 14 Haziran'da İstanbul Finans Kongresinde yapacağız.


Araştırma çıktılarından bir kısmı bu yazınızda değindiğiniz meselelere de
ışık tutacağa benziyor. 


60'lı 70'li yıllarda teorisi üzerine çalışılan, bir dönem ülkü olarak
benimsenen, sloganlaşan ve politik bir öge haline gelen "İslam Ekonomisi",
ilginç bir şekilde dindar sermayedar sınıfı yükseldikçe fikriyat bağlamında
bir durgunluğa girmiş görünüyor. Artık "İbadet ve görüntü itibarı ile
dindar, ama iş yapma tarzında bildiğimiz kapitalist" sınıftan söz ediyoruz.
Bir tanıma göre bu da bir tür "Kalvinist" trend. Ülkenin belli mecralarında
İslami görüntü belirginleşirken, İslam'ın ekonomik hayata dair özgün sözü
yansımıyor.


Dindar işadamının "kapitalistçilik oynaması" ile zaman zaman ortaya çıkan
komik tezahürlere de bir örnek ben vereyim:


Firmamız, dindar bir radyomuzdaki bir vaaz programının sponsoru... Bu tür
reklamlar biliyorsunuz programın hemen başında ve sonunda devreye girer.
Fonda bir ney, hemen sonrasında gayet coşku içindeki dış ses "...
hipermarketleri ile SINIRSIZ ALIŞVERİŞİN mutluluğunu yaşayın" diyor.


Güler misin, ağlar mısın? Bu kadar tezatı bir arada başarmak bir maharetse
bravo!


Bugünün müslümanını bekleyen görev, ekonomi/iktisat bilimini yeniden
tanımlaması. Bu sadece akademisyenlerin, teorisyenlerin işi değil, her
düzeyde, her meslekteki insanın alışverişinde, üretiminde, tüketiminde,
tasarrufunda ve tasaddukunda İslami temellere göre hareket etmesiyle mümkün
olacak. Bana göre bugün İslami paradigmaya dayalı bir ekonomi bilimi ve
ekonomik hayat için öncelikle şu beş başlık Tehvidî esasa göre yeniden
tanımlanmalı ve bu yeni hali ile hayata geçirilmeli:


-İhtiyaç

-Tüketim

-Kanaat

-Paylaşım

-Risk


Bunlar üzerine arınmış bir zihinle yeniden düşünmeden bir yere varılamaz.
"Sınırsız alışveriş, vaaz dinleyicisinin mutluluk kaynağı" olmaya devam
ettiği sürece hacı beyler onlarca şubeli hipermarketler açar, kazandığı
parayla Q7 koleksiyonları yapar, vicdan rahatlatma babında üç beş Kuran
Kursuna yardım ve birkaç umre, ama bu arada İslam da hayatımızdan kaybolur
gider.


Evet, biraz önceki klasik soruya cevap: Bence hem gülelim, hem ağlayalım,
ama neticede gerçeği görüp bir şeyler yapalım. 




Murat Çiftkaya/ Haber 7
ciftkaya@yahoo.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat