PKK’ya rağmen hak ve özgürlükler!
- GİRİŞ30.08.2012 09:22
- GÜNCELLEME30.08.2012 09:22
Sıkıntılı zamanlardan geçiyoruz, sınanıyoruz.
En sakin ve makul görüşleri bekleyeceğimiz bazı dindar kalemlerden tehevvür ve öfke fışkırıyor.
Önce düşünüp sonra yazmak veya konuşmak gerekirken, sanki önce yazıp-konuşup sonra düşünüyoruz.
Yangın var, bunu kimse inkar edemez.
Yangına su mu taşıyacağız, yakıt mı? Mesele bu.
Milliyetçilik, dinin yerine ikame edilmeye çalışılan bir ideoloji olarak, esasen duygulara seslenir.
Bu duygular hayali veya gerçek düşmanlar karşısında öfkeye dönüştüğünde patlaması için bir kıvılcım yeter de artar.
Aylardır, PKK bu kıvılcımı çıkarmaya çalışıyor.
Batı ve orta Anadolu şehirlerinde Türkleri kışkırtıp Kürtlere karşı saldırtmak, örgüte kayıtsız Kürtleri yanına çekip bir iç savaşın yolunu açmak.
PKK bunu niye yapıyor? Arkasında hangi güçler var?
Bunlar başka sorular.
Asıl bizim ne yapmamız gerekiyor, bunu sormalıyız.
Yakın zamana kadar PKK ile müzakere masasına bile oturabilen devlet şu sıralar sadece askeri çözümlere odaklanmış gibi.
Tam da, PKK’nın istediği şey bu değil mi zaten?
Elinde çekiç tutan herşeyi çivi olarak görürmüş.
Onyıllardır bu mesele askerler ve PKK arasında silah diliyle konuşuldu hep.
Aralarında kayıkçı kavgasına benzer adı konulmamış bir uzlaşma vardı hatta.
Devletin de katkılarıyla, Kürtler için PKK’dan başka örgütlü bir “savunucu” bırakılmadı.
Silahı ve şiddeti dışlayan Kürt düşünürler ve örgütler sindirildi veya yok edildi.
Kısacası, PKK ve devlet içindeki Ergenekonvari yapılanmalar birbirlerini çok sevdi.
Son birkaç yıldır silahın ve şiddetin yerine müzakere ve çözüm arayışına girildiğinde, masa devrildi ve hükümet de silahın ve çatışmanın diline yöneldi.
Hükümet kanadından Kürt meselesi ile PKK’yı birbirinden ayırdıklarına dair açıklamalar gelse de şu anda sadece çatışmalara ve ölümlere şahit oluyoruz.
Gencecik bedenler toprağa düşerken milliyetçilik duyguları galeyana geliyor ve çözüm umudu azalıyor.
Kamuoyunda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüksek bir oy oranıyla çıkmayı tasarladığı, bu amaçla da MHP tabanıyla ilişkilerini sıcak tutmak istediği konuşuluyor.
Hatta, bazıları ileri gidip Başbakan’ın “Türk-İslam sentezi”ne sarıldığını iddia ediyor.
Oysa, tek bir gencin bile canına değmeyecek siyasi ve kişisel bir tercih bu.
2014’e kadar bu şekilde gidemeyeceğimiz, oyalanarak vakit geçiremeyeceğimiz çok açık.
Erdoğan’ın bazı milliyetçi oyları kaybetme pahasına hak ve özgürlükler alanını acilen genişletmesi gerekiyor.
Bugünlerde kişisel olarak Erdoğan’ın ve tabiatıyla Akparti’nin önündeki en büyük sınav bu.
Yüzyıla yakın bir süredir kendisini ulus-devlet olarak tanımlamış, Türk vatandaşlarını milliyetçilikle donatmış, Kürt vatandaşlarının kimliğini yok saymış bir sistemin değişim sancılarına şahit oluyoruz.
70’lerde ve 80’li yılların başına kadar “Kürt” kelimesi bile tabu iken, şimdi geldiğimiz nokta bu değişimin ipuçlarını veriyor.
“Siz aslında yoksunuz!” denilen bir kavmin bir gerçeklik olduğunu yaratılış bize zorla da olsa öğretti.
Katı ulus-devlet elbisesinin bizim bedenimize uymadığını uzuvlarımızın kanaması pahasına öğrendik.
Yapılması gereken öncelikle vakit kaybetmemek.
Savaşmak isteyenler zaten savaşıyor.
Silahın ve şiddetin dışında bir dilin hakim olmasını isteyenler çok fazla şey istemiyor.
Güya bir sene içinde bitirileceği söylenen anayasayı bekliyor.
Toplumsal bir mutabakat metni olarak bireyi, hak ve özgürlükleri, insanın devlet karşısında korunmasını önceleyen bir anayasayı bekliyor.
Bu ülkede tek bir kavimden başka kavim yaşamıyormuş gibi ifadelerin yer almadığı, etnisiteden arındırılmış bir anayasa umuyor.
Onyıllardır hem resmen hem de fiilen uygulanan seküler-etnik milliyetçi devlet politikasının sona ermesi bekleniyor.
Bir kavmin ayırtedici özelliği dilidir.
Kürtlerin kahir ekseriyeti anadilde eğitim istiyor.
Lafı eğip bükmenin anlamı yok.
Anadilde eğitim hakkı verilirse, bölünmenin yolu açılır diye korkmanın da anlamı yok.
O korkulan şu sıralar fazlasıyla gerçekleşiyor maalesef.
Hem, bir şey hak ise o hakkı tanımak yerine vehim ve vesvese ile engellemenin meşruiyeti olabilir mi?
Akparti iktidarının ilk yıllarda gündeme gelen ve yıldırım hızıyla giden yerel yönetimlerin yeniden organizasyonunun da acilen hayata geçirilmesi gerekiyor.
Siz bunun adına ister özerklik deyin, ister yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması deyin fark etmez.
Siyasi istibdat diğer istibdatların babasıdır.
O yüzden, Silivri’den “Bu ortamda sakın Kürtlere hak ve özgürlükleri tanımaya kalkmayın!” diye sesini yükselten eski genelkurmay başkanının söylediğinin tam tersini yapmak gerekiyor.
Bu meseleyi bu kadar kanlı ve içinden çıkılmaz hale getiren o zihniyet değil mi?
“PKK bu kadar azıtmışken anadilde eğitim hakkı mı tartışılırmış” diyenlere bakmayın.
Bu savaşın sona ermesini isteyenlerin bu reformların bir an önce gerçekleştirilmesini savunması gerekir.
Devlet eğer PKK ile savaşı psikolojik olarak kazanmak istiyorsa tam da bu şekilde hareket etmeli.
Kavmini gerçekten seven, daha fazla gencin ölümüyle evlere ateş düşmesini istemeyen milliyetçilerin de bunu desteklemesi gerekir.
PKK ve derin örgütlerin devirmeyi hedeflediği Akparti de ömrünün uzamasını istiyorsa bu yolu seçmeli.
Önce PKK sorununu halletmek gerektiğini savunanlar, silahın ateş dilini tercih edenler bilerek-bilmeyerek hak ve özgürlükler konusunu PKK ile aynileştiriyorlar.
Bu görüşü benimseyenleri can yakıcı bir soru bekliyor:
Şu ana kadarki adımlar PKK’nın silahları sayesinde mi atıldı?
Yorumlar4