Dini ve Ahlaki Değerler Neden Hedefte?
- GİRİŞ02.05.2024 08:46
- GÜNCELLEME03.05.2024 09:06
Asırlar var ki gündelik hayatın hemen her alanında dinin günah gördükleriyle ahlakın ayıp saydığı tutum ve davranışları normalleştirmeye çalışan gizli ve bir o kadar da sinsi bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
Bu durum sadece nesillerimizi dini ve ahlaki olana mesafeli hale getirmekle sınırlı kalmadı, tarihin kırılma anlarında çağa yürüme iradesi gösteren bir milletin geleceğini topyekûn tehdit ederek biricik insanımızı tarihine, kültürüne, medeniyet birikimlerine, kök değerlerine kısacası kendisine ve içinde doğup büyüdüğü toplumun hassasiyetlerine iyice yabancılaştırıp hem değiştirdi hem de dönüştürdü.
Bu sinsi yaklaşım bugün de özellikle genç kuşaklara, dini- ahlaki değerlerin tamamına yakınını ayıp görmeyi dayatıyor. Birey ve toplumun bağrına din ve ahlak adına ekilmiş ne kadar fikir ve davranış emaresi varsa bunların kökünden sökülüp atılmasını şart koşuyor. Genç neslin anlam dünyasında derin operasyonlar yaparak ayıp ve günah kavramını normalleştiriyor. Bununla da yetinmeyip süreci tersine dönüştürüyor ve ahlaki davranışların garipsenmesini temin ederek onların bulunmadığı, dışlandığı ya da alaya alındığı yepyeni bir sosyal hayat inşa ediyor.
Bu durum sadece bizim değil bütün dünya toplumları için geçerli. Bu yüzden insanlık uzun zamandan beri böyle bir yaklaşımın çelik dişlileri arasında kırılıp ufalanmaya devam ediyor.
Dinlerin günah saydığı yaklaşımları ve ahlak anlayışlarının ayıp kabul ettiği tutum ve davranışları normalleştiren bu yeni dünyanın mimarları kimler?
Bunlar neye ve kime hizmet ediyorlar?
Bu çevrelerin asıl amaçları ve ulaşmak istedikleri nihai hedefleri ne?
Bu suallerin cevabı epey gerilerde gizli aslında. O yüzden bu sorulara yanıt aradığınızda Orta çağ Batı dünyasına ve orada yaşanan derin bir fikir ayrılığına kadar uzanmanız gerekiyor.
Bu bahsettiğim öyle sıradan bir görüş farklılığı değil. Öyle ki onun bireysel ve sosyal sancıları sadece içinde şekillendiği asrı değil yüzyıllar sonrasını da derinden etkiledi. Bugün bile toplum olarak bunun acılarını iliklerimize kadar yaşamaya devam ediyoruz, desek asla abartmış olmayız.
Batı Orta çağında, fikir ayrılığı şeklinde ortaya çıkan bu hadise zihinlerde durduğu gibi durmadı, zamanla çatışma ve iç hesaplaşmaya dönüştü.
Nitekim bu sancılı süreçte dar ağaçları kuruldu, kitaplar yakıldı, kılıçlar çekildi, masum canlara kıyıldı ve meydanlar korku, hiddet ve şiddetin sazan sarmalı haline dönüştü.
Batı Orta çağında yaşanan din-bilim çatışmasından bahsediyorum.
Tahrif edilmiş ve aslı değiştirilmiş Hristiyanlığın gücü elinde bulundurduğu, toplumları din adamları marifetiyle yönettiği ve Kiliselerin astığı astık kestiği kestik olduğu Batı Orta çağı olarak adlandırılan karanlık dönemden…
Bu devir, muharref Hristiyanlığın saçmalık ve gerçekle çelişen yaklaşımlarına tepki duyan, yaptığı araştırma ve çalışmalarla bu bariz hataları tespit edip üzerine giden yeni bir zümreyi ortaya çıkardı. Onlar bilim taraftarlarıydı ve böylece Batı dünyasında nur topu gibi yeni bir ayrılığın fitili ateşlenmiş oldu.
Güç Kilise’nin elindeyken onu temsil eden din adamları bilim taraftarlarına göz açtırmıyor, onları aşağılıyor, karalıyor, kötülüyor, zulmediyor, kitaplarını yakıyor, taraftarlarını asıyordu. Onları toplumun dışına atıp yalnızlaştırıyor ve aforoz ediyordu. Din adamları zulme devam ederken bilim taraftarları ise daha çok çalışarak bu zulme direniyordu. Az sonra zaman güçlüden elini çekip haklının yanında akmaya başladı. Bilim taraftarları gün geçtikçe çoğaldı. Nihayet güç eşitlendi. Bu durum Batı için keskin bir yol ayrımı demekti; ya din-bilim taraftarları çatışmaya devam edip toplumu topyekûn helake sürükleyecek ya da yeni bir karar alarak yola devam edilecekti.
Bu süreç, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelen laiklik anlayışı benimsenerek bilim taraftarlarının kesin zaferiyle neticelendi.
Güç, bilim taraftarlarının elindeydi artık ve onlar işe çok hızlı başladılar. İcatlarına yeni icatlar eklemekle kalmayıp sanayi ve teknoloji devrimlerini gerçekleştirdiler. Birey, toplum ve tabiata dair yeni keşiflere imza attılar. Bu büyük çabalar neticesinde bilim adına, özgürlük ve bağımsızlık adına kendi ön kabul ve prensiplerini sadece Batı’ya değil dünya toplumlarına gelişme, çağdaşlık, ilerleme ve modernlik adı altında kabul ettirmeyi başardılar.
Bize gelince; aslında Batı’daki bu ayrışma ve çatışma meselesinde tuzu en kuru toplum bizdik.
Zira bünyesinde din-bilim ayrışması bulunmayan, bidayette bu işi çatışmaya götürecek işaretler dahi barındırmayan, ilk emri oku! olan, inananlarını sürekli düşünüp araştırmaya sevk eden ve kadın-erkek ayırmadan müntesiplerine ilim öğrenmeyi farz kılan kutlu bir dine mensuptuk.
Buna rağmen biz bu düellodan payımıza düşeni en ağır şekilde alan toplumların başında geldik.
Her ne kadar bu hesaplaşmanın baş kahramanları ile bu olayların yaşandığı yer Batı toplumları olsa da din ve bilim arasında patlak veren bu çetin kavga sadece Batı’yla sınırlı kalmayıp bir virüs misali dünya toplumlarına yayıldı. Üstelik bilim alanındaki gelişmeler hız kazandıkça ve onun ürünü olan teknolojinin imkanları arttıkça bilim taraftarlığı bütün toplumlarda güç kazandı ve dünyayı adeta büyüledi. Yeni dünya düzeninin kurtarıcısı bilimdi artık ve o, dokunulmaz kutsal bir inekti. Dini ve ahlaki olana gelince onlar misyonlarını tamamlamıştı ve tedavülden kalkma zamanları gelmişti artık.
Bilim ekseninde inşa edilen yeni dünya düzeninde dinin günah saydıklarıyla ahlakın ayıp gördüklerinin neden değersizleştirilerek alay konusu yapılmaya çalışıldığının hikayesine dönecek olursak;
Batı Orta çağında gücü elinde bulundurdukları zamanlarda Hristiyan din adamları, Kilise adına bilim taraftarlarına her türlü zulmü reva gördüler. Zaman sonra güç bilim taraftarlarının eline geçince onlar önce kendilerini insanlığın yeni kurtarıcısı ilan ettiler ardından da din adamlarından gördükleri bütün zulümlerin acısını dini ve ahlaki olan ne varsa onlardan çıkarmaya başladılar. Üstelik bunu din ayrımı yapmadan çağdaşlık, modernlik ve özgürlük adına yaptılar. Kendi yaklaşımlarını sinema, tiyatro, resim, heykel, müzik ve moda gibi modernitenin mabetleri eliyle bütün dünyaya yaydılar.
Hayatın her alanındaki çarkların haz ve hız için olanca coşkusuyla döndüğü günümüzde modernite, bu çarkı yavaşlatır endişesiyle dini ve ahlaki alanı ötekileştirip düşmanlaştırmaya devam ediyor. Bunun neticesinde nefisler Tanrılaştırılıyor, bedenler putlaştırılıyor, kadınlar metalaştırıyor ve her türlü manevi alan insandan sürgün edilip hayat hızla materyalleştirilmeye devam ediliyor.
Kalın sağlıcakla efendim.
Mürsel Gündoğdu
Yorumlar2