Hatıralarla baş başa
- GİRİŞ20.02.2025 08:51
- GÜNCELLEME21.02.2025 09:52
Zaman, sonsuzluk ırmağına biteviye akıp dururken yüreğinde pek çok acı- tatlı hatıra biriktirir.
İnsanı büyüten bu hatıralardır, onu olgunlaştırıp kemale erdiren de.
Asırlarca toplumun gönül havuzunda yıllanıp inci ve mercana dönüşen bu hatıralar, nesilleri sadece yaşadıkları döneme karşı donatmakla kalmaz onları aynı zamanda yeni çağlara karşı bilinçlendirir de.
Sonra zaman ilerler, toplum değişmeye başlar ve dönem farklılaşır.
Değişim, çağların aklını-fikrini savurup tarumar eden güçlü bir fırtınadan başka nedir ki? Ve böyle bir tufan kopunca insanın duruşu bozulmaya, toplumun dili yalpalamaya ve çağın çarkları düzen tutmamaya başlar.
Bu yeni çağ da olanca değişim rüzgarlarıyla çaldı kapılarımızı.
Eski devirlerde değişim, merkezlerden başlar ve zaman içinde kademe kademe ilerleyerek kırsal alanlara doğru ulaşırdı. Şimdilerde ise teknolojik gelişmeler neticesinde değişim hem baş döndürücü hızla gerçekleşiyor hem de her yerde aynı anda yaşanıyor. Bu değişime ayak uydurmak bir yandan hayati önem arz ederken öte taraftan bizi yılların birikimi olan değerlerimizi kaybetme riskiyle karşı karşıya getiriyor.
Öyle ki insan; acaba ahlaki bir erozyon mu yaşıyoruz? Ya da toplumsal çürümeyle karşı karşıya mıyız? Diye sormaktan kendini alamıyor.
Her devrin iyi ve kötü özellikleri vardır elbette ama gençlik çağımızda belleğimize yer etmiş, şimdilerde yerinde yeller esen bazı toplumsal değerlerimizi hatırlamakta fayda vardır diye düşünüyorum.
Bizi sarıp sarmalayan ve adeta bağrına basan değerlerdi bunlar…
Evde bir yemek piştiği zaman kokusu komşuya ulaştı diye hemen bir tabak da komşuya gönderilirdi. Buna evin çocukları aracılık ederdi. İşin bir diğer güzel yanı ne giden tabak boş geri döner ne de eve gelen tabak geri boş gönderilirdi. Şimdi komşu komşuyu tanımadığı gibi yemek pişen evlerin sayısı da gittikçe azalmaya başladı.
Fırsatçılık denen kavramın zihnimde hiçbir zaman yeri olmadı.
Bunu çok sonraları öğrendim. Mesela Ramazan yaklaşınca çarşı pazarda fiyatların şişirildiğini ve Ramazan vesilesiyle fiyat vurgunu yapıldığını çok sonraları öğrendim. Çocukluğumuzda piyasalar, memur veya emekli maaş zammına göre hareketlenmezdi. Eskiden birinin derdi varsa herkes derman olmaya çalışırdı. Düşene bir tekme daha vurulmaz, aksine elinden tutup kaldırılırdı. Düşene tekme vurulduğunu içim acıyarak epey sonra öğrendim.
Bir yerde yangın varken o yangını söndürmeye koşmak yerine deniz keyfine devam edilebileceğini ya da tam gaz kayak sefasının sürdürülebileceğini de ne yazık ki sonradan öğrendim.
Bizim çocukluğumuzda deprem olunca kiralar fırlamaz, aksine sıfırlanırdı. Yangınlar çoğalınca yangın söndürme tüp fiyatları da tavan yapmazdı. Üstelik bakkallar arasında bugünkü gibi fahiş fiyat farkları da olmazdı.
Emeğe ve ekmeğe saygı hat safhadaydı o zamanlar.
Herkes, yanlışlıkla yere düşen ekmeği öpüp saygı gösterdikten sonra onu yüksek bir yere koymaya özen gösterirdi. Şimdilerde çöplerimiz ekmekten geçilmiyor. Ne yazık ki ülkemizde üretilen ekmeğin yüzde 6’sı israf ediliyor. İsrafı haram kabul eden bir milletin ekmek israfı günde 6 milyon, yılda 2,1 milyar adet heyhat. Ülkemizde bir yılda sadece ekmekten 500 ile 600 bin ton buğdayı israf ediyoruz maalesef.
Herkes birbiriyle selamlaşır ve hâl hatır sorardı.
Bu güzel değerimizi de sosyal değişime kurban verdik. Şimdilerde herkes bir yerlere koşuyor, çoğunun kulağında kulaklık, elinde akıllı telefon ve suratında bir yerlere yetişme telaşı. Selamlaşmaya dair fasıllar artık sanal alemlere göçüp gitti. Sanallaştığı gibi iyice banallaştı da…
Komşu komşunun ahvalinden haberdardı eskiden.
Bir evde sevinç varsa eşlik edilir, acı varsa paylaşılırdı. Mesela bir komşuda cenaze varsa o mahallede bütün kutlamaları iptal etmek, hiçbir surette müzik dinlememek ve hatta televizyon dahi açmamak adettendi. Şimdilerde kim öle kim kala. Hiç kimsenin birbirinden haberi kalmadı.
Güçlü bir mahalle kültürü vardı bir zamanlar.
Analar sabahleyin erkenden kalkar ve hepsi kendi evinin önünü süpürürdü itinayla. Mahalleler tertemiz uyanırdı yeni güne ve herkes birbirini koruyup kollardı. Analar aile efradını dualarla uğurlardı işlerine. Arkasından uzun uzun bakarlardı gözden kayboluncaya kadar. Düşkünler gözetilir, bütün mahalle birbirine sanki akrabaymış gibi davranırdı.
İnsanlar birbirinin kutsalına saygı duyardı sonra.
Oruç tutmasa bile Ramazan ayı gelince kimse açıktan yiyip içmezdi. Teravihler, mukabeleler, iftar davetleri ve Ramazan eğlenceleri küçükten büyüğe bütün aile fertlerini sımsıkı birbirine bağlardı.
Bu çağ sosyal bağlarımızı zayıflatarak bizi bireyselleştirdi. Şimdi kalabalıklar içinde yapayalnız bir vaziyette çağın girdabında bocalıyoruz vesselam…
Mürsel Gündoğdu/Haber7
Yorumlar29