Ahlâk ilmi “tıbb-ı ruhânî”dir

  • GİRİŞ25.05.2024 10:39
  • GÜNCELLEME27.05.2024 09:10

Modern zamanlarda ahlakın bağımsız bir ilim olup olmadığı konusu çokça tartışılmaktadır. Öncelikle eğer ahlak bağımsız bir ilim ise Temel İslam Bilimleri içerisindeki konumu neresidir? Konusu, gayesi, kavramları, kuramları, yöntemi ve metodolojisi belirlenmiş müstakil bir ilim olarak ahlak, İslam düşüncesi içerisinde ne zaman teşekkül etmiştir?

Eğer ahlak müstakil bir ilim ise diğer Temel İslam bilimleri ile ilişkisi nedir? Hangi açılardan o ilimlerin bir parçasıdır ve hangi açılardan onlardan ayrılır? Aralarındaki ilişki nasıl gelişmiştir? Bu sorular ahlak ilmi ile ilgili önemli sorulardır. İslam alimleriçok erken dönemde bu soruları cevaplamışlardır.

İslami ilimlerin teşekkül sürecinde, hicri II. asra kadar ahlak ilmi müstakil bir ilim olarak İslam literatürü içerisinde mevcut değildir. Ahlakın tanımı, konumu, çerçevesi, nazari ve ameli boyutu, literatürü oluşmuş şekilde müstakil bir ilim haline gelmesi hicri III. asra denk gelmektedir.

Mustafa Çağrıcı, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “tıbb-ı ruhânî” maddesinde kavramın tanımının ahlak ilmi tarihindeki gelişmesini ve ahlak ilminin diğer İslami ilimlerle ilişkisi içinde ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır (c.41; s. 88-89).

“TIBB-I RUHÂNΔ OLARAK AHLAK

İslam alimleri, bir ruh sağlığı ilmi olduğu düşüncesiyle ahlâk ilmine “tıbb-ı ruhânî” demişlerdir.

Kısaca İslâm düşüncesinde insanın varlık bütünlüğünün beden ve ruhtan (nefis) oluştuğu kabul edilmiş; beden sağlığını korumayı ve hastalıkları tedavi etmeyi amaçlayan bilgi dalına “tıbb-ı cesedânî”, ruh sağlığını korumayı ve ruhu faziletlerle bezeyip erdemsizliklerden arındırmayı amaçlayan bilgi dalına da “tıbb-ı rûhânî” denilmiştir.

Ahlâk ilmine “tıbb-ı ruhânî” adının verilmesi Platon’a dayanan anlayıştan kaynaklanmaktadır. Platon’a göre kötülük, sağlıklı bir davranış olmayıp bir tür ruh hastalığıdır ve bu hastalık gerçek bilgi olan felsefe ile tedavi edilir.

Grek mirasının İslâm dünyasına aktarılmasından itibaren bu anlayış Müslüman düşünürlerce de benimsenmiştir: Kontrolsüz öfke ve şehvet gibi duyguların baskısıyla ortaya çıkan taleplerin ve üzüntü, kaygı, ölüm korkusu gibi tezahürlerin ruh hastalıklarına yol açması yanında insanın ahlâkî yetkinliğine engel olacağı ve onu mutsuz kılacağı fikrini işlemiştir.

SOSYAL PSİKOLOJİ OLARAK AHLAK

Bedenî hastalıkları tedavi edecek tabibin, yani doktorun öncelikle bedeni, onun organlarını tanıması, daha sonra bunlardaki hastalıkları, bu hastalıkların nasıl giderileceğini bilmesi gerektiği gibi nefsin tedavisiyle uğraşacak kişinin de nefsi ve onun çeşitli melekelerini tanıması, bunlarda çıkabilecek kusurları ve sebeplerini bilmesi gerekir.

Bir siyaset felsefecisi olan Fârâbî ahlâk ilminin bir tabâbet sayıldığı şeklindeki düşüncesini sosyal hayata uygulayarak toplumun da sağlıklı veya hasta olabileceğine işaret etmektedir.

Toplumun sağlıklı olması halkın dengeli bir ahlâkî hayat yaşaması, hasta olması da bu hayattan sapması demektir.

Bugün sosyal psikoloji adını verdiğimiz bu yaklaşıma göre bireylerde ve toplumlarda baş gösteren mânevî hastalıklar için bir doktora gerek vardır. Erich Froom, ünlü Sağlıklı Toplum kitabında toplumsal sağlık ve toplumların sağlıklarının bozulması konusuna dikkat çekmektedir. Hırsızlık, kumar, şans oyunları, cinayet ve fuhuş gibi rezaletlerin yaygınlaşmasını ve hapishanelerin çoğalıp dolmasını toplumların rahatsızlık belirtileri olarak anlamlandırmaktadır.

Fârâbî’ye göre nefislerin tabibi medenî insandır; buna melik de denir.

İhvân-ı Safâ peygamberlerle sahâbîlerini ve halifelerini ruh tabipleri diye niteler.

NEFSİ AKIL DİZGİNİYLE KONTROL

Bedenî tıp gibi ahlâkî tıp da biri ‘ahlâkî sağlığı koruma tedbirleri’, diğeri de ‘bozulan ahlâkı iyileştirme faaliyetleri’ olmak üzere ikiye ayrılır.

Bu ayırıma göre insan, nefsi iyi ve erdemli olursa erdemlere kavuşmayı sever, gerçek ilimlere ve sağlıklı bilgilere arzu duyar. O halde nefis, mutlaka akıl dizginiyle kontrol edilmelidir.

Ahlâkı tıpla ilişkilendirme anlayışını devam ettiren Gazzâlî’ye göre rezaletler denilen ‘kötü huylar’ kalbin hastalıklarıdır. İnsanın ebedî hayattaki mutluluğunu yok edecek derecede tehlikeli olan bu hastalıkların doktorları (zihnimde psikologlar, psikiyatristler, öğretmenler, din adamları ve aydınlar şeklinde oluşturuyorum listeyi) bedensel hastalıklar alanındaki doktorlardan daha ağır bir sorumluluk taşır. Kısaca tıbbın bu türünü, “tıbb-ı ruhânî”yi öğrenmek her aklı başında insan için bir zorunluluktur. (İḥyâ, c.III; s. 49).

Bedenî hastalıklarla mücadele edip sağlığını kazanmak gibi ruh sağlığını korumak için de kötü huyları yok edip güzel huyları elde etmek gerekir.

Ahlâkta aşırılıklardan kurtularak dengeli bir ruhî yapıya kavuşmak için kötü huylar zıtlarıyla, meselâ cahillik hastalığı öğrenimle, cimrilik hayır yapmakla, kibir alçak gönüllülükle, şehvet de tutkuları dizginlemekle tedavi edilir.

Bedensel hastalıklardan kurtulurken acı ilâçlara sabredildiği gibi kalbin hastalıklarından kurtulmak için de mücâhede ve sabrın acılığına katlanılmalıdır; çünkü bedenin hastalığı nihayet ölümle son bulur, ruhun hastalığı ise ölüm ötesinde de devam eder.

Gazzâlî eserinde yeme içme tutkusu, dünya tutkusu, cimrilik ve mal tutkusu, makam tutkusu, riya, kibir vb. konuları derin psikolojik analizlerle incelemiş, bunların iyileştirilmesi için de “ilâç” ve “tedavi” kelimelerini kullanmıştır.

Tasavvuf, konusu bakımından aslında ahlak ilmidir; dolayısıyla tasavvufa “tıbb-ı ruhânî” demek yanlış olmasa gerektir.

BEDEN RUH İLİŞKİSİ

Göz değmesinde görüldüğü gibi- ruh bedene tesir edebilir, hatta mala mülke zarar verebilir; sihirbazların da insanlar üzerinde etkilerinin olduğu bilinmektedir.

Ahlak ilmine dair kitaplarda birçok fizyolojik ve psikolojik hastalıktan bahsedilmekte, bunlara iyi geldiği ileri sürülen tıbbî formüller de verilmektedir.

Ruh beden ilişkisi, davranış biliminde bütünlüklü bir açıklamaya kavuşmaktadır. Çünkü insan fizik – biyolojik bir varlık olduğu gibi aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir varlıktır. İnsan hayatı, sosyal hayatın koynunda düzene girer ve gelişir.

Davranışların arkasında duygu ve düşünce vardır. Bu yüzden davranışı değiştirmek için duyguyu değiştirmek; duyguyu değiştirmek için de düşünceyi değiştirmek gerekmektedir.

Bilgileri kirletip düşünceyi bozunca da duygu ve davranışlar bozulmuş olur.

Günümüzde “tıbb-ı ruhânî”yi zorlaştıran İslami ilimlerin ve İslam düşüncesinin bilinmeyişidir. Çünkü üniversitelerimizde Avrupa merkezli ilim anlayışı hakimdir.

Mustafa Yürekli / Haber7

Yorumlar6

  • Şifa 5 ay önce Şikayet Et
    Güzel bir konu, faydalı açıklamalar.
    Cevapla
  • Şifa 5 ay önce Şikayet Et
    Güzel bir konu, faydalı açıklamalar.
    Cevapla
  • Ahmed Bayraktar 5 ay önce Şikayet Et
    Harika bir yazı ile ,mükemmel ve en elzem tespitler yapılmış. Kaleminize yüreğinize sağlık..
    Cevapla
  • Ahmed Bayraktar 5 ay önce Şikayet Et
    Harika bir yazı ile ,mükemmel ve en elzem tespitler yapılmış. Kaleminize yüreğinize sağlık..
    Cevapla
  • Abdullah 5 ay önce Şikayet Et
    Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakka'l-Yakin Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğratır; Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsan imiş.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat