80 Kuşağı Müslümanların Hikayesi
- GİRİŞ21.06.2024 09:17
- GÜNCELLEME24.06.2024 08:42
20. yüzyılın son çeyreği ile 21. yüzyılın ilk çeyreği benim tanıklık ettiğim, imtihan olduğum ve mücadele ettiğim bir tarihi süreçtir. Yarım asırlık bu dönemi gün be gün yaşadım; gündemi takip ettim ve olaylara tepkimi bir şair olarak cesurca ortaya koydum..
‘1980 Kuşağı’ denildi, adeta üzerimize yapışıp kaldı. Kim dedi, neden dedi, uzun hikaye. Ben bu yazıda 70 kuşağı ile 90 kuşağı arasında kalan ‘1980 Kuşağı’nın hikayesinin çerçevesini çıkaracağım. Çünkü onlar durup dururken değil, yeni gelişen süreçlerin sonucu ortaya çıktılar..
Birleşmiş Milletler’in kuruluşunu, 1952 yılını esas alacak olursak; 20. yüzyılın son çeyreği soğuk savaş dönemi denilen tarih döneminin ikinci çeyrek asrını (1978 – 2002) oluşturuyordu.. Bu dönemde İslami hareket dünyanın gündemine gelecektir. 1980 sonrasında dünyada yükselen İslamcı dalganın haklı talebini, heyecanlı, aktif, samimi ve devrim ateşiyle yanan Müslüman gençlik sahiplendi.
80’li yıllara gelinen süreçte, savaş döneminin ilk çeyreğinde (1952 -1977) bütün dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da toplumsal muhalefetin öncülüğünü sosyalist ve milliyetçi akımlar üstlenmişti ama gelecek vaat etmeyen sağ sol çatışmalarından yorulan dünyada üçüncü yol arayışları da başlamıştı. İşte İslami hareketlerin yükselişi de bu ikinci ikinci çeyrekteki sürece rastlar.
Filistin davası üzerinden bu sürecin izlerini sürmek mümkündür. Başlangıçta sol akımlardan esinlenerek kurulan ve Arap milliyetçiliği ile sosyalizm karışımı bir ideolojiye sahip FKÖ, zaman içinde yerini İslami muhalefete bırakmak zorunda kaldı. Dünya ilk çeyrekte sağ ve sol ideolojileri tüketirken, yeni küresel siyasete de çatışmacı bir karakter kazandırılmıştı. Çünkü tarihin bu anında toplumsal muhalefetin öncülüğünü öngörüldüğü gibi İslami hareketler üstlenmeye başlıyordu. Hasan el- Benna’nın temellerini attığı İhvan hareketi, Humeyni hareketi ile Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş hareketi bütün İslam dünyasındaki hareketleri teorik ve pratik planda etkileyen güçlü hareketler oldu. Kısa bir sürede İslamcılık bütün İslam ülkelerinde en güçlü muhalif hareketlerden biri haline geldi.
İhvan merkezli gelişen İslami düşüncenin ve entelektüel birikimin Türkiye’ye aktarılmasının nasıl bir sonuç doğuracağı kısa bir sürede ortaya çıktı. 1978-2002 arası tercüme faaliyetleri ile Türkiye’ye aktarılan sözkonusu birikim, bu dönemde büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi olan genç kitleyi derinden etkiledi.
Yarım asır süren soğuk savaş döneminin ikinci yarısında İslami hareketi etkileyen önemli olaylar neler diye bakınca; İran İslam Devrimi, Rusya’nın Afganistan’ı işgali ve Türkiye’de 12 Eylül askeri müdahalesi olarak görülmektedir. Kısaca İslam dünyasında beklenen İslami hareketin rüzgârı esmeye başladı. Afganistan’daki direniş ve İran İslam Devrimi gençlerin önüne İslam’a dayanarak devrim yapılabileceği ve iktidar ele geçirilebileceği tezini koydu.
TÜRKİYE’DEKİ İSLAMİ HAREKET
Türkiye’de İslami hareketin öncülüğünü büyük ölçüde dönemin üniversite öğrencileri üstlendi. Anti emperyalisttiler, bağımsızlık demek olan İslami yönetimi savunuyorlardı. Onlar davalarında samimiydiler; bilgiye aç insanlardı. Sadece İslami kaynakları değil, aynı zamanda anti emperyalist olduğundan sol ve sosyalist yayınları da takip ediyorlardı.
Bu süreçte İslamcı gençler, İslam düşünürlerine yöneldiler. Bilgi açlıklarını özellikle Mısır, İran, Pakistan kaynaklarından Seyyid Kutub, Ali Şeriati, Mevdudi ve Mutahhari’nin kitaplarıyla gidermeye çalışıyorlardı; Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Ali Bulaç’ın az da olsa telif eserleri vardı. Müslüman yazarların teorik çözümlemeleri üzerinde yıllarca tartıştılar.
İslam dünyasından yapılan tercümeler, yeni fikirlerle karşılaşmak demekti. Mevdudi’den “Kur’an’da Dört Terim”i,”Hilafet ve Saltanat”ı; Seyyid Kutub’tan“Yoldakiİşaretler”i, “İslamda Sosyal Adalet” i, “ İslam-Kapitalizm Çatışması”nı ve “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri”ni; Garaudy’den “İslam’ın Vadettikleri”ni, Mutahhari’den “İslam Devrimi”ni, “Adl-iİlahi”yi; Sadr’dan “Felsefemiz’i; AliŞeriati’den “Medeniyet ve Modernizm”i, “Marksizm ve Diğer BatıDüşünceleri”ni, “ Ne Yapmalı”yı, “ Muhammed Kimdir”i, “ Kur’an’a Bakış”ı, “Hacc”ı, “Anne Baba BizSuçluyuz”u ve “Medeniyet Tarihi” ni okudular..
Aynı zamanda Necip Fazıl Kısakürek’ten “İdeoloçya Örgüsü”nü, Sezai Karakoç’tan “Diriliş Neslinin Amentüsünü”, İsmet Özel’den “Üç Mesele” ile “Zor Zamanda Konuşma” yı, Ali Bulaç’tan “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler”i, “İslam Dünyasında Düşünce Sorunları” nı ve “İslam Dünyasında Toplumsal Değişme”yi; Hüseyin Hatemi’den “Temel Kaynaklara Yaklaşımda Yöntem”i ve “İslam Sosyalizmi”ni okudular..
Bu süreçte Müslüman gençler, yeniden başlattıkları direniş hareketiyle önce geleneksel İslam’dan, sonra aileden, anne ve babalarından, sonra çevrelerindeki geleneksel değerleri temsil eden çevrelerden kopmaya başladılar. İslam’ın temel kavramlarını yeni ve devrimci bir dille yeniden okumayı denediler ve İslam’ın temel kaynaklarını bu gözle yeniden okudular.
ÜNİVERSİTELERDEKİ MÜSLÜMAN GENÇLİK
İşte ilk İslami muhalefet hareketi olan başörtüsü eylemleri bu süreçte başladı. Başörtüsü eylemleri başlangıçta birkaç kişiyle başlasa da zamanla çok güçlü bir muhalefet hareketine dönüştü. Bu süreçte en çok akılda kalan, siyaseti ve toplumsal düzeni en çok etkileyen başat olay, şüphesiz başörtüsü eylemleridir. Bu Müslüman okumuş dindar kadının kurulu düzene meydan okumasıydı. Artık dindarlığı bir kenara bırakmadan modernliğin imkânlarından yararlanmak isteyen yeni bir hareket doğmuştu. Modernliğin kiliseleri sayılan üniversitelerin içinden, modernliğin dindarları dışlayıcı yorumuna en büyük başkaldırı yine üniversitede okuyan dindar kızlardan geliyordu.
İslami hareketin öncülüğünü yapan kuşaklar, 1960 kuşağı, 1970 kuşağı ve 1980 kuşağı sorumlu davrandı; elinden gelen çabayı gösterdi. Özellikle 80 kuşağı Müslüman gençlik hayatlarını ertelediler, yaşıtları sinemaya, tiyatroya gidip kız arkadaşlarıyla oyalanırken, onlar okudular. Şeriati, Mutahhari, Seyyid Kutup, Said Havva, Garaudy, Gannuşi, Sezai Karakoç okuyarak kendilerini geliştirmeye çalışıyorlardı.
Bu gençler üzerinde İran İslam Devriminin yarattığı dalganın büyük etkisi vardı. Çünkü bu devrim, İslam dünyasında kaybolan özgüveni geri getirmişti. O dönemki tartışma konularının başında İran’da meydana gelen İslam devriminin Türkiye’de mümkün olup olamayacağı konusu gelmekteydi. Fakülte kantinlerinde, kahvehanelerde, öğrenci evlerinde İslam alemini konuşuyorlar, ne olacak ümmetin hali diyorlar, devrim yapmanın imkânlarını tartışıyorlardı.
12 EYLÜL’ÜN ÜNİVERSİTEYE MÜDAHALESİ
Elbette olayların üzerinden çok zaman geçti. Geriye bakıldığında üniversitelerde hareketlenen Müslüman gençlerin çoğunun görüşleri, tartışmaları, çözümlemeleri ütopik ve fantastik bulunabilir. Bu değerlendirme büyük ölçüde doğrudur da. Ancak o kuşağın samimiyetinden, İslam’a bağlılığından, davayı sahiplenişlerinden ve devrimci ahlakından asla şüphe edilemez. Onlar davası olan adam gibi adamlardı, bilgili ve cesurdular. Türkiye’de İslam adına ne kadar kazanım varsa hepsinde o öncü kuşağın katkısı vardır.
17 Eylül 1981’de Erzurum’da Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’ne öğrenci kayıtımı yaptırdım. Ben de bir dava adamı öğrenci olarak sorumluluğumu üstlenmiştim. İmam Hatip Lisesi öğrencisi olarak şehir kütüphanelerinden yararlanıyordum; dünya klasiklerinin önemli bir bölümünü okumuştum.. Edebiyata çok canlı bir ilgim vardı, şiir yazıyordum. İslami yayınları takip ediyordum. Mavera dergisi çevresinden Sait Zarifoğlu, Cahit Zarifoğlu, M.Akif İnan ve Atasoy Müftüoğlu ile tanışmıştım; iletişim halindeydim. Bana güçlü bir şair olup büyük şiir yazmak istiyorsan Arapça’yı İslami ilimleri öğrenmem gerektiğini söylediler; Arapça eğitim verdiği için Erzurum AÜ İslami İlimler Fakültesi’ni tavsiye ettiler. Cahit Zarifoğlu ile Atasoy Müftüoğlu, Erzurum’a giderken Mustafa Çelik’in ismini vermişti. Erzurum’da Beşir Atalay başta olmak üzere büyük bir çevreyle tanıştım. İslami İlimler Fakültesi’nde Yusuf Ziya Kavakçı, Ruhi Özcan, Şerafettin Gölcük, İhsan Süreyya Sırma vs. oluşan güzel bir öğretim kadrosu vardı. Şair olmak için ilahiyat okuyacaktım.
Ne var ki 12 Eylül askeri müdahalesini yapan cunta üniversitelere müdahale etti, Yüksek Öğrenim Kurumu’nu (YÖK) kurarak ve yeni üniversiteler açarak yeniden yapılandırdı. Yüksek İslam Enstitüleri de ilahiyata dönüştürüldü; ilahiyat fakülteleri de öğretim kadrosu başta olmak üzere, Türkçe eğitim ve müfredat düzenlemesine gitti.. Kız öğrencilere başörtüsü yasaklandı. Erzurum AÜ İslami İlimler Fakültesi de ilahiyata dönüştürüldü, başörtüsü yasağı yüzünden dekan Yusuf Ziya Kavakçı emekliye ayrılıp Amerika’ya gitti; Ruhi Özcan bir trafik kazasında ahirete irtihal etti, Şerafettin Gölcük hoca profesörlüğe yükseltilip Konya’ya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne gönderildi.
Mustafa Çelik Bey’in duyarlılığı ve canlı ilgisiyle hazırlanıp Ülke Tv’de yayınlanan, yapımcısı olduğum Yaşanmış Günler Belgeseli’nde hocalar hayat hikayelerini ve mücadelelerini anlatıyor. Beş bölümlük Yusuf Ziya Kavakçı Belgeseli yayınlandı. Şimdi Şerafettin Gölcük Belgeseli yayınlanıyor. İhsan Süreyya Sırma Belgeseli de çekildi, henüz kurguda. 80 kuşağı Müslüman gençlerin hikayelerine yukarıdan, ilahiyat hocalarının perspektifinden bakmaya çalışıyorum. Daha doğrusu yakın tarihi üniversite üzerinden okuyorum, bu belgesel çalışmasında.
Bu köşede birkaç yazıyla çekim hatıralarını ve hocalarımızın hayat hikayeleri ve mücadelelerini anlatacağım inşallah.
Yorumlar21